Mutfaktaki Gizem/Elif AKŞAHİN

Tarhan, minik ayakları ile kumlara bata çıka deniz kenarına kadar paytak paytak yürürken poposuna bağlı bezi de bir oyana bir bu yana kayıyordu. Annesi, peşinden hızlı hızlı koşup onun elinden tuttu. Oğlu yeni yürümeye başlamıştı. Sudan hiç çıkmıyor, suyun içindeyken keyfine diyecek yoktu. Kumda minik küreği ile oynarken gücü yetmediğinden, küreği daldırıyor, çıkarırken hiç kum kalmıyordu. Onun, yeni şeyleri keşfetmesi ve kendi kendine oyun oynaması, annesini çok mutlu ediyordu. Deniz kenarındaki evlerinin verandasında, yaz boyunca komşuları ile keyifli zaman geçiriyorlardı.

Tarhan’ın arkadaşı Fırıldak, Füsun teyzenin kedisiydi. Tarhanların evinden, özellikle de mutfaklarından kolay kolay çıkmazdı.  Su damacanasının etrafından oyun oynar, tepesine çıkardı. Tarhan’ın annesi onu kovalayınca da, verandadaki masanın altına gizlenirdi. Bazen, kahvaltı ederlerken bardaktaki suyu masaya boca eden Tarhan’la, Fırıldak masanın üstündeki suyu dilleriyle içmeye çalışırlardı. Ya o kediydi ya da kedi çocuktu sanki.


Herkes onun çevresinde toplanmış, ne söyleyeceğini merakla bekliyorlardı. Birbirlerine o kadar yapışmışlardı ki, onların çıkardı seslerden, kimse bir şey duyamıyordu. İçlerindeki en yaşlısı ve bilgesi konuşmaya başladı. 

“Şunu asla unutmayın; geçmişini bilmeyenin geleceği de olamaz. Hepimizin atası aynı. Çok farklı yerlerden gelmiş ve bir birlerimizden farklı olabiliriz. Hepimiz aynı aşamalardan geçti. Kimimizin değeri, diğerinden daha fazla olabilir. Ancak, kendilerine eşlik ettiğimiz insanlar bunu biliyorlar mı? Ya da özensiz davranışları yüzünden kırıyorlar mı? Önemli olan, ne kadar değerli olduğun değil, ne kadar değer verildiğindir. 

İnsanların özel anlarına eşlik ederiz. Ne bileyim, bazen aile toplantılarına, öğlen yemeklerine, hatta kahvaltılarına eşlik ederiz. Evlerinin, binalarının güneşle temas etmesi de, bizim sayemizde olur. Biz olmazsak, rutubetli evlerde oturmak zorunda kalır insanlar. Kimsenin aklına gelmez ki,  biz nerden gelmişiz? Nasıl olmuşuz? Öyle kolay kırarlar ki umurlarında bile değiliz. Atalarımızın atası kimdir bilen yok. Rüzgar ve  yağmur, denizden gelen dalgalar, kaya parçalarının aşınmasına yol açar. Kaya parçaları aşınarak, küçük taşlar ve çakıllara dönüşür. Aşınan taş ve çakıllar, ufalanarak kumlara dönüşür. Herkes üstüne basıp geçer. Bilmezler ki hangi aşamalardan geçip sofralarına  ulaştığımızı." 

Fırıldak ile Tarhan onu dinliyordu. Fırıldak miyavlayarak “Atıyon Sürahi Nine, taştan hiç cam olur mu? “ Ardından Tarhan “Di, du.“ diyerek söze karıştı:

“Ben hele hiç inanmıyom, plajda, kumla, kürekle oynuyom. Şimdiye kadar hiçbiri kırılmadı. Elime ayağıma batmadı. Sürahi Nine valla bizi kandırıyon.” deyince, onları dinleyen iriyi ufaklı bardaklar hep bir ağızdan "Susuuunnn." "Sürahi Nine, bizi hiç kandırmadı. O hepimizin büyüğü ve bilgesidir. Dinleyin lütfen.” dediler. 

Onları sabırla dinleyen Sürahi, "Ben sizi kandırıyor da olabilirim. Kandırmıyor da. İşin sırrı, sonuna kadar dinlemektir. Dinler sonra yorum yaparsınız. Bir de şunu unutmayın ki, biri konuşurken onun sözünü kesmek, en büyük terbiyesizliktir. Herkes,  birbirini dinleme nezaketini göstermelidir. Fırıldak ve Tarhan sözüm size. Bizimle hep arkadaşlık ettiniz. Bizden ayrılmadınız. Damacanayla, Fırıldak iyi dostlar biliyorum. Ancak, bazen onu devirip canını acıttığını unutma. Ya Tarhan, sana ne demeli? Bizim kardeşlerimizden, Çınçın teyze’yi, iki de bir masanın üstüne devirmen de hiç doğru değil. Sanıyorum bu konuşmaları bundan sonra daha sık yapmalıyım. İnsanların ve hayvanların bizden öğreneceği çok şey var. Tabi ki, bizlerde insanlardan ve hayvanlardan öğrenebiliriz. Canlılar, yani insanlar, hayvanlar ve bitkiler arasında bir iletişim olduğu gibi, çeşitli objeler, arabalar, şekerler, camlar gibi, cansız varlıkların arasında da iletişim vardır. Bu iletişimi, ancak görmek isteyenler görebilirler. Ya da kötü düşüncelerle, beynini ve yüreğini kirletmeyen  doğal insanlar, hayvanlar görebilir ve duyabilirler. Tıpkı sizler gibi. 

Gelelim bugünkü konumuza: Bizim atamız silisyum oksittir. Yani kumdur. Silisyum oksit bin yedi yüz derecede eritilerek cama dönüşür. Onu da şöyle anlatayım. Kum, kireç ve soda maddeleriyle yapılır. Bu maddeler, çok yüksek sıcaklığa maruz bırakıldığında, ısınarak cam macunu şeklini alır. Fırına koyulan kilden, bir kabın içine, kum, kireç ve soda karışımı bin beş yüz ya da bin yedi yüz derece sıcaklığa kadar ısıtılır. Yumuşak ve yakıcı olan bu macun, fırından çıkartılarak, camcılıkta pipo adı verilen kamışlarla üflenerek istenilen şekil verilir. Daha sonra soğumaya bırakılan macun, cam halini alır. Soğuduktan sonra, sertleşir ve kırılgan hale gelir. İşte benim gibi sürahiler, sizin gibi bardaklar bu şekilde meydana gelir.” dediğinde onu dinleyen tüm cam eşyalar alkışladılar. 

Fırıldak miyavlayarak, Tarhan “ Di, du“ gibi sesler çıkararak Sürahi Nineyi  onayladılar. Tarhan’ın annesi, mutfağa girdiğinde, şıngır şıngır seslerin geldiğini, Fırıldak’ın miyavladığını, Tarhan’ın ise garip sesler çıkarıp eğlendiğini gördü. Bir anlam veremedi. Fakat, kendilerine zarar vermediklerinden eğlenmeleri hoşuna bile gitmişti. 

Sonra “Tarhan, hadi denize gidelim.” dedi annesi. Tarhan,paytak paytak onun arkasından giderken Fırıldak yine damacananın etrafında dönmeye başlamıştı. Sürahi Nine, içindeki suyu sallayarak onlara selam verdi ve teşekkür etti. Bilge Sürahi son olarak “Geçmişinizi, atalarınızı asla unutmayın çocuklar. Ben bugün varım. Yarın yokum. Bu bilgileri diğerlerine aktarma görevi artık sizde. Bizlerin varlığı dikkatsiz insanların iki parmağının arasında.” dedi. Tarhan’ın Füsun Teyzesi, mutfağa hızlıca girerek sürahiyi kapıp giderken, Fırıldak ayağına takıldı ve Füsun, sürahiyle birlikte yere kapaklandı. Sürahi Nine’nin son sözü, “Hoşça kalın çocuklar Atanızı asla unutmayın” oldu.