Sokağa vardığında akşamın ıssızlaştırdığı kentin insanları evlerine hapseden yalnızlık duygusuna içten içe kızmıştı. Yürüyordu daracık sokaklarıyla bu eski kentin bir kenar mahallesinde. Kahvehaneler, Kürtçe, Arapça sözcükler arasında Ortadoğu çarşılarının buhur kokularıyla da tanışmıştı. Aslında kendi içinde büyüttüğü eski kenti, geçmişe dair anımsamaları bu kentin ayrıntılarını da belirlemeye başlamıştı. Binlerce felaketi arkasında bırakmış şehirliler, dinginliği evlerine sığınmakta ararken o hala şehrin dar sokaklarında bir adres belirlemeye uğraşıyordu. Bir adres, bir kimlik mi? Anlaşılmaz bir aidiyet duygusuydu onu yola düşüren. Bir yaz sıcağında varmıştı Güneydoğu’nun bu eski kentine. Güneşin kavuruculuğunda “Güneş doğudan yükselir.”sözünü doğrulamak istercesine erkenden kalkmayı alışkanlık haline getirmiş, Mardin’in kıpkızıl ovalarında (ya da kızıl denizinde) yıllardır sözü edilen kültürel bileşimi kavramaya çalışıyordu. Bir şekilde Güneşe Yolculuk’un bu coğrafyalara uzanan tabutun içinde genç ölüyü kalabalıklar arasında görüverdi sanki.