Ayşenur Tanrıverdi'yle Serinlikler Kitabı Üzerine/Mahmut ŞENOL
Ayşenur Tanrıverdi'yle Serinlikler Kitabı Üzerine/Mahmut ŞENOL
29 Feb
29Feb
Türk Edebiyatı’nın genç kuşak yazarlarından Ayşenur Tanrıverdi’nin ikinci hikâye kitabı Serinlikler, kısa süre evvel İletişim Yayınları’nca okura sunuldu.
İlk eseri birkaç yıl evvel H2O Kitapları tarafından basılmıştı; Yeryüzünün Derinliklerinde Olup Bitenler!
Bir önceki gibi özenli bir çalışmayı yansıtan bu kitabında 19 hikâyesi var Tanrıverdi’nin… Okurunu bir fantastik dünyanın içinde gezdiriyor ve âdeta, zaman zaman distopyanın sınırlarına kadar uzanıyor.
Titiz, kelimeleri ölçüp biçip tartarak kullanacak kadar kelime heveslisi yazar gibi görünen Tanrıverdi’nin, örneğin ¨Nuri bir gecede nasıl delirdi?¨ başlıklı hikâyesi bile ayrıntıları için sıkı araştırmalar yapılmış olduğu izlenimini bırakıyor.
Son kitabı üzerine birkaç soruyla Tanrıverdi’yi tanımak istedik:
1. Sanatsal bir ifade olarak yazıyı tercih etmenin belirli bir nedeni var mı? Evvela buradan başlamak isterim; yazı hep bir başlangıç ve son arasında gezinenlerin yolu olduğu için böyle sormalıyım.
Sanatta sezgisel çabanın ilk bu noktada, keşif esnasında başladığını düşünüyorum. Kimi insan resimden müziğe pek çok şey deneyerek yazıda duraklamıştır, kimisi için de en başından beri yazı vardır. Ben ikinci gruba dahilim. Çocukluğumda bütün heyecanlarımı ve hayal kırıklıklarımı bir deftere geçirmeyi planlamış değildim. Sadece yapıyordum ve iyi hissettiğimi biliyordum. Yazmak benim çocuk ve yalnız dünyamda biriyle konuşmak gibiydi. Hem de hiç yargılanmadığım uzak ve sessiz bir yerde. Yazı hem fiziksel hem duyusal olarak tatmini en yüksek sanatlardan biri. Kitabın bir obje olarak çekici estetiği bir yana, içindeki kelimeleri takip ederek özümsediğimiz o soyut felsefe yazıyı neden bu kadar çok sevdiğimi düşünmemi sağlıyor. Fiziksel bir edim olarak yazı yazmakla, gün içinde oraya buraya giderken zihinde dolanan sahnelerin biteviye düzenlenişi birbirinden ayrı düşünemeyiz. Yazar kendisiyle sürekli bir hesaplaşma içindedir ve metinde neyi yanlış yaptığını bulana kadar doğruya yaklaşamayacaktır. Bu sonu gelmez zahmete severek katlanmamın tek nedeni yazıdan başka bir olanak bulamadığım içindir.
2. Bazı öykülerinde sürekli başa dönmekle ilgili temalar var, kendine varmakla ilgili arayışlar ön plana çıkıyor. Bunun senin için anlamı nedir?
Yaşam bir başa dönüş hikayesidir. Doğum, cinsellik, yaşlılık ve ölüm döngüsünün yanı sıra doğanın bitkilerde, meyvelerde biçimsel olarak yansıttığı fraktal geometrik yapısı, yani sürekli tekrar eden, yinelenen ve başa dönen göz alıcı bir formu vardır. Bu düşünce beni hem rahatlatan hem endişelendiren bir doluluğa sahip. Rahatlıyorum çünkü bu döngünün içinde önemsizliğimi kavrıyorum. Endişe verici çünkü bu döngüde “istek” çok önemli bir enerji yayıyor. Hayata, eylemlere, felsefi sorulara karşı büyük bir istek duyuyorum ve bu istek patlamalarını eğer doğru şekilde yönetemezsem kısacık zaman elimden kayıp gidiyor. Anarşist teorisyen Mihail Bakunin “gelecek insanların eylemlerine aittir.” derken düşünceyi ötelemiyor ama bozuk düzene karşı etkin olarak var olmanın önemini vurguluyor. Aslında içimizde duyduğumuz bu istek, coşku, hayata ayrıcalıklarla başlamamış ve hiçbir zaman bir başkasının sahip olduğu şansa sahip olamayacak insanların yanında durmam gerektiğini hatırlatıyor. Koşullar ne olursa olsun eğer dünyada işler kötü gidiyorsa bu sömürülenden değil, sömürenler yüzündendir. Şanslı ve ayrıcalıklı insanların başarıyı çok çalışmakla karıştırdıklarına çok tanık oluruz, bazıları ömür boyu sadece şanslarının yaver gittiğini anlayamadan yaşarlar. Tüm insanların eşit paylaştığı tek yazgı bu başa dönüşe dairdir. Özetle yaşama uğraşının sonlu olduğunu, başa döneceğimizi bilerek yaşamak öykülerde kullanmayı sevdiğim bir motif.
3. Serinlikler’in son öyküsü Partenon’un İnşası adlı öyküde geçen “yaşama uğraşı” kavramı Cesar Pavese’nin aynı adlı kitabına dair bir çağrışım içeriyor mu?
Bir bakıma evet. Az önceki soruda istekten bahsetmiştim. İsteksiz olmak yaşamın karşısında çaresiz kalmaktır. Cesar Pavese yaşama uğraşında bazılarının bunu saf “hırs” olarak yaşadığından bahseder. Hırs insana uygarlığın kazandırdığı bir duygudur. Başlangıçta Doğal İnsan (öyküde kısaca D. Olarak geçiyor) yeryüzünde tek başınayken, etrafında uçsuz bucaksız bir hiçlik uzanırken olabilecek en bireyci tutumu sergiler. Ne hırs ne de kıskançlığı bilir, tek isteği makine bedeni rahata kavuşturacak bir yöntem bulmaktır. İnsan zihnini doğuştan boş bir levhaya benzeten John Locke’un ¨Tabula Rasa¨ önermesi bu öyküdeki oyun alanım oldu ve yaşamın ölçülemez en yoğun gerçeklerinden biri olan sıkıntıya giden yolu incelemeye çalıştım. Rousseau’ya göre Doğal İnsan daha bireycidir; şefkatli, sakin, sınırlı bir akla sahip olsa da barışçıl bir portre çizer. Montaigne’e göre ise toplumsal bir varlıktır, bilgelik için değil bilmek için araştırır. Kahramanlığa, yani şiddete eğilimlidir. Benim araştırmam Rousseau’nun Doğal İnsan tanımına daha yakın.
4. Yazmaya başladığında aklında bir veya birkaç tematik fikir olur tabii, sonra bunlar değişe değişe kendi yolunu bulur. Senin edebiyatla ilişkinde fikir ~ düşüncenin yolculuğu nasıl ortaya çıkıyor?
Aklımda her zaman bir fikir olur, daha doğrusu çatışma diyelim. Günlük hayatımda kabullenemediğim veya sürekli “neden” diye sorguladığım bir önermeyle yola çıkıyorum. Bu andan sonrası sanki şuna benziyor, kendimi bir anda tek başıma bir otoyolun ortasında buluyorum ve otomobiller sağımdan solumdan süratle geçiyor. Hem savunmasızım hem de geniş açıdan bakıldığında gülünç sayılabilecek bir durumun içindeyim. Bu kaosu kontrol altına alabilmem için sakin olmam ve hemen kenara atlayıp kurtulma düşüncesine kaymamam gerekiyor. Bir hikâyenin gidişatını belirleyen çok fazla materyal, çok fazla estetik itki var. Telaşa kapılmadan içgüdüsel olarak önce bunu bulmam gerekiyor. Eğer bulduğum fikrin güzelliğine çok kapılırsam onu güzel yazamıyorum ve sonuçta fikrin güzelliği de elden yitebiliyor. Eğer fikir çok göz alıcı değilse bu daha iyi, onu yönetmek daha kolay, heyecanı dizgin altında almak da öyle… Yazarken, hep ama hep içimde canlı bir coşku belirir. Duygu ve mantığın sürekli çatışarak yer değiştirmesiyle ilerliyor yazma süreci ve bundan oldukça keyif alıyorum.