Haber Türk ht Hayat'tan yazarın isteği ve izniyle iktibas edilmiştir.
Karşı sokaktan önce kol kola girmiş, çok yavaşça yürüyen iki yaşlı adam göründü. Ardından başkaları. Gençler, yaşlılar. Cuma namazı dağılmış. Hepsi çok yavaş yürüyor ve hepsi erkek. Belli ki aceleleri yok; bir yerlere doğru gidecekler belki, ileride küçük bir park var, orada oturacaklar. Caddedeki sayısız kıraathaneden birine oturacaklar, çay söyleyecekler. Konuşmaya devam edecekler muhakkak. Oradan buradan konuşacaklar. Selamlaşacaklar, belki tanışacaklar. Tanışanlar işlerini güçlerini arabalarını soracaklar, hocanın vaazını konuşacaklar. Bazıları dükkanlarına dönecek, bazıları evlerine belki.
Yakın arkadaşımın ferah balkonunda oturmuş oradan buradan sohbet ediyorduk biz de mübarek Cuma saati. Konuşurken ikimizin gözü de amcalara takıldı, bir süre izledik. Dönüp aynı anda konuşmaya başladığımızda, bakıp bakıp aynı şeyi düşündüğümüzü anladık. Ne âlâ memleket! Abiler haftada bir ibadet etmek için bir araya geliyor, dualar ediyor, ferahlıyor, sevaplar kazanıyor ve bol bol da muhabbet dönüyor.
Biz cancağızımla çocuklar hazır okuldayken, hafta sonuna hazırlık yapıyoruz. Bir yerlere gidilecek herhalde, makine çamaşır dolu, bir o kadarı da sırada bekliyor. Akşam yemekleri ocakta, fırında poğaçalar var. Fırsatını bulmuşuz, öğle saati bir kahveye çıkmışız balkona. Muhtemelen sokakta gördüğümüz amcaların hepsinden daha çok işi var arkadaşımın. Sabah çocukları kahvaltılarını yedirip okula yolladık, dükkana gidip işlere baktık ve her şeyi çalışanlarına emanet ettik, ev işlerini halletmeye gelmişiz. Kocası ve çocuklar eve dönene kadar yemekler pişerse, keyfimize diyecek yok.
“Haftada bir gün kadınlar toplansa ya her köşebaşında bir camide” diye söyleniyor arkadaşım. Acaba Cuma hutbelerinin içerikleri nasıl değişirdi? Kadınlar bu buluşmalarda neler konuşurlardı?
İstanbul’da bir mahallede, Cuma saati olduğu için dükkanların, hatta zincir marketlerin bile kapandığına şahit olmuştum. Koskoca market kapalıydı ama içeride kadın çalışanlar, rafları temizlemeye, dizmeye devam ediyordu. Alışveriş yapmak için patronlarının Cuma’dan gelmelerini beklememiz gerektiğini söylemişlerdi bana. Cuma saati diye dükkan kapalıydı ama kadınlar çalışmaya devam ediyorlardı. Üstelik ben de hizmet alamıyordum.
Kadınlara haftada bir gün, emek verdikleri yer her neresiyse, dükkan, işyeri, evin mutfağı, çocukların yanı… Buradan birkaç saatliğine uzaklaşmaları için tüm toplumda alan açılsaydı. Ne değişirdi?
Cevaplara girişip canınızı sıkmayacağım, sadece birkaç soru işareti bırakmak var niyetimde.
Ev içi emek, konuşa konuşa bitiremeyeceğimiz feminist meselelerden biri. Türkiye’de haftalık çalışma saati en çok 45 saat olarak belirlenmiş, ABD, İngiltere ve Avrupa ülkelerinde ise haftalık çalışma saati ortalama 35-40 saat civarında. Geçtiğimiz ay Portekiz; İspanya, Belçika, İzlanda, Birleşik Krallık, Hollanda, İsveç, Almanya, Danimarka ve Finlandiya'nın ardından Avrupa'da 4 günlük çalışma sistemine geçen 10'uncu ülke oldu.“Normal” çalışma saatleri böyle ortalanırken, evde kalıp çocuk bakımı ve ev işlerini üstlenen biri, haftada yaklaşık 98 saat çalışıyor. Bir de bunun yanına kadının emeğinin görülmediği, karşılık bulmadığı; bir araya gelen kadınların da “aman canım, gün tabağı ve dedikodu işte” denilerek küçümsendiği bir dünyada yaşıyoruz. Haftada bir gün camiye gitmemizin yüceltildiği bir toplumda yaşıyor olsaydık, çıkışta kol kola yürüyen kadınlar için neler söyleniyor olurdu?
Neyse ki, ne dinî ne de toplumsal olarak böyle bir mesuliyetimiz yok. Onun yerine, çıkamadığımız mutfaklarımız da dahil olmak üzere toplumsal cinsiyet rolleri ile üzerimize yapışmış bazı işlerimiz var. Dayılar dağılırken biz de zaten arkadaşımla kahvelerimizi bitirip balkondan içeri girdik, poğaçalar pişmişti, çamaşırlar çıkarılacaktı, çocuklar gelmeden hem dükkanı arayıp her şey yolunda mı diye sormalıydı; malum, işimiz vardı. Öyle arada bir, hem de hele haftada bir, kadın kadına bir araya gelip dedikodu yapacak halimiz yoktu. Biz de işimize baktık.