İki eli yanağında bekledi o gece. Kaybettikleri sanki geri dönecekmişcesine. Sağlı sollu düşüyordu gözyaşları yanağından, biri önde diğeri arkada. “Geçmiş geçmişte kaldı.” denirdi oysaki. Kalmıyordu, en derinden baş gösterip yüzeye çıkıyordu. Bir bıçak yarası gibi acılar saplanıp kalıyordu kalbe. Battıkça batan, acıttıkça acıtan
Oğlan sustu sonunda. Kerem, televizyonda baba müsveddesini görünce ağlayacaktı neredeyse. Bağırıp çağırıyor ekrandakiler, küçücük kız zavallı… Bu nasıl aile… Medreseden kaçıp oğlanı kucağında misafirhaneye girdiğinde oğlan salya sümük uyuyakaldı. Devlet baba korurmuş biz, babalar korumuyor oysaki, babalar altısında heriflerin kucağında evcilik oyunu oynatıyor. Medresedeki cam çatlamış, çatladık büyüdükçe büyüyor. Soğuk giriyor içeri. Sarih olmayan hadislere bile biat ediniz. Zihnimdeki onca ezberi unutasım var. Hafzettiğim her şeyi unutmam gerek. Talâk süresi diyor ki adetten kesilmiş kızlar evlenebilirmiş, Hz Ayşe’yi kollamış Peygamber Efendimiz. İsmail Efendi kocandır, hem kocalık hem babalık yapacak sana. Babaları öldürmek gerek, karabasanlarımda ölen babaları ayaklarımın altındaki eziyoruz benim oğlanla. Târik yol demek, şeyhinde yok olmak demek evladım. Ahmet Efendi’nin tefsirini okumalısın evvelâ. Annem saçlarımı taradı o gece de.
Garın tepesindeki kızıllık Mine’nin yüzündeki pembeliği belirginleştirdi. Çıkarken makyajını alelacele silmişti. Yaşını belli etmiyorsun abla. Kim iddia edebilir senin kırkını geçirdiğini diye yılıştı yine. Mine'nin hayli alımlı, işveli olduğunu düşünürdü zaten. Kadının gamzesi belirdi yine her zamanki gibi.
“Biz ölüler bu uğursuz topraklarda bu sona bir şekilde razı olduk. Son nefesimizi verip vermediğimizden emin değildik halbuki Pusuda bekleyen birileri var sanki orada. Tekinsiz bir hal bu.” Ulumaya başlayan kurtlar kıpkızıl vadinin üstündeki leşçilere kızıyor o sırada. Avlarına ortak olmaları katlanılır gibi değil.
Bir köşede içine gömülmüş bir ıssızlık halindeydi çocuk. On üç yaşında bu travmayla yüzleşmesi mümkün değil, yine de iyi görünüyor. Bir deri bir kemik kalmış. Bir yıldır o odaya hapis esir hayatı yaşamış zavallı dedi sosyal güvenlik görevlisi Leyla Hanım. Teyzesi istifçinin tekiymiş üstelik. Eve girdiklerinde kesif, ağır çöp kokusunun arasında zar zor adım atabiliyordu görevliler. Bir deri bir kemik, ıpıssız bir oğlan çekyatın içinde büzülmüş korkuyla baktı gelen yabancılara.
Odadaki karmaşa bir an boğucu geldi ona. Sanatçı tayfasının bir yanı da istifçiliği diye geçirdi zihninden. Hararetli bir konuşmanın ortasında zihnindeki sorular loş, gün ışığının yarım yamalak girdiği odanın içinde geziniyordu.Sağdan soldan estarabim halleri olsa gerek dedi içinden. Millet bu meredi pof pof mahalle bitirimleri gibi içiyor ya, sahiden katlanamıyorum, diye söylendi Elçin. Amerika’dan yeni gelmiş kız. Teksas’ın bizim kırsallara benzediğini anlatıyordu habire.