*Bu yazı daha önce İzGazete'de yayımlanmıştır.
Füruğ Ferruhzad, İran edebiyatının parlak bir şairi olmanın ötesinde, sinema dünyasının da saygın bir figürüydü. 1935 yılında Tahran, İran'da doğan Ferruhzad, edebiyat ve sanata olan ilgisiyle genç yaşlarda dikkat çekti. Ancak Ferruhzad'ı gerçekten benzersiz kılan şey, hem şair hem de sinemacı olarak çığır açıcı çalışmalara imza atmasıydı.
Şiirlerinde insanın iç dünyasına olan derin ilgisi ve özgün diliyle tanınan Ferruhzad, 1955 yılında ilk şiir koleksiyonu olan “Cevher-i Nâr"ı yayınlayarak İran şiir dünyasında büyük bir çıkış yaptı. Onun şiirlerinde aşkın karmaşıklığı, kadın deneyimi ve toplumsal cinsiyet rolleri gibi evrensel temalar derinlikle işlendi. Şiirlerinin özgün ve cesur yapısı, geleneksel şiir sınırlarını aşan bir yaklaşım sergilediğini gösterir.
Ancak Ferruhzad'ın yetenekleri sadece şiirle sınırlı değildi. 1962 yılında İbrahim Gülistan ile tanışması, onun sinema dünyasına girmesine yol açtı. Ferruhzad, sinemanın büyüleyici dünyasında da büyük bir etki yaratmayı başardı. "Bir Ateş" adlı belgesel filmi, uluslararası alanda ödüller kazandı ve İran sinemasının uluslararası alanda tanınmasına katkıda bulundu. Bu film, İran'daki geleneksel yaşamın ve modernleşmenin etkileyici bir portresini sunarak izleyenleri derinden etkiledi.
Ferruhzad'ın şiirleri ve filmleri aracılığıyla kadın deneyimi ve doğa ile insan ilişkisi gibi konulara yoğunlaşması, onun sanatsal çalışmalarının özgün ve kapsamlı bir bakış açısını yansıttığını gösteriyor. Örneğin, "Bir Ateş" filmi, doğa ve insanın içsel dünyası arasındaki ilişkiyi derinlemesine ele alırken, "Cevher-İ Nâr" gibi şiirleri kadınların duygusal deneyimlerine özgün bir perspektif sunar.
Füruğ Ferruhzad, 1964 yılında trajik bir trafik kazasında hayatını kaybetti, ancak eserleri hala İran kültürünün önemli bir parçasıdır. Hem şairlik hem de sinemacılık alanında bıraktığı miras, İran edebiyatının ve sinemasının uluslararası alanda tanıtılmasına ve anlaşılmasına katkıda bulunuyor. Ferruhzad, sadece İran için değil, tüm dünya için unutulmaz bir sanatçı olarak hatırlanıyor bugün. Şiiriyle ve kadınlığıyla birliklet anımsanıyor çoğunlukla.
Şiiri üzerine bir değerlendirme yapmamız gerekirse şu ifadeleri kullanmak mümkündür. Füruğ Ferruhzad'ın şiirleri, sözcükleri duygu şiddeti yer yer yüksek sözcükler (güneş, karanlık vb) olsa da, şairaneliğe ve “şiirsel”liğe düşmez. Gerçekliği estetize ederken, varlığı sorgularken, şiirin metaforik dilini içselleştirmiş olmanın rahatlığıyla kullanarak, şiirin sınırlarında kalır. Derin duygular, özlemler, büyük acılar şiirin izleklerini oluşturduğu durumlarda, Füruğ gibi, şairaneliğe ve şiirselliğe, yani şiir olmayana düşme riski her zaman vardır.
Füruğ’dan söz etmeye başlayınca yeni bir dil yaratmaya çalışırken onun acısını, onu içine çekmiş olan toplumsal ve tarihsel trajedinin boyutlarını anlatabilmek adına 935 yılında despot bir albay babanın yedi çocuğundan biri olarak dünyaya gelmenin bedelini de kavramak gerekiyor elbette. Özgürlüğe kavuşma hayaliyle 16 yaşında evlendiği kocasının marazi kıskançlıklarının hayatını cehenneme çevirmesi, 4 yıl sonra boşanmaları ve tek çocuklarını bir daha görmesinin yasaklanması onun kederinin somut gerekçeleri bir boyutuyla.
Füruğ (Farsça ‘Işık) olarak bilinen İranlı kadın şair Füruğ Ferruhzad’ın şiirleriyle ilk kez 1989’da, Onat Kutlar ve Celal Hosrevşahi’nin Türkçeye çevirdikleri, Ada Yayınları tarafından basılmış olan “Sonsuz Günbatımı” adlı kitapla karşılaşır Türk okuru. Füruğ yaşama otuz üç yaşında veda ettiğinde ardında filmler, şiir kitapları, yarım kalmış çalışmalar bıraktı. Şiirlerinde insanların gündelik yaşamlarındaki çelişkileriyle ilgili duyarlılığı evrensel bir dile taşıdı. Kadın duyarlılığı ilk kez Füruğ ile İran şiirine girdi. Bu özelliğiyle modern İran edebiyatında önemli bir yer edindi. Şiirlerindeki aşk, ölüm, varoluş sorunlarını bir kadın duyarlılığıyla estetize etmiştir. Onun bu şiir anlayışı, dönemindeki iktidar çevreleri tarafından hoş karşılanmadı. Yazar Medhi Jami, Füruğ Ferruhzad ile ilgili olarak şunları söyleyecekti: “Her kültürün ikonları vardır, tıpkı Britanya’nın Shakespeare’i gibi. Füruğ Ferruhzad da modern İran için çağdaş bir ikon sayılmalı bu noktada.. Hakikati anlatan son elçi olarak yalın şiirler yazdı bu bağlamda da.’’
“Büyülü sözler” içinde yitip gitmeyen dizelerinin arasına bir anlamda gün ışığı sızar. Lirik bir üslup egemendir şiirinde.(Özellikle sinemanın) Yaratma sürecini bilmesinden kaynaklanan bir soğukkanlılıkla açıklanabilir bu yalınlık ve sükunet aslında. Çünkü sinema ve şiir, gösterenle gösterilenin çakıştığı bir dildir. Füruğ’un iyi bir sinemacı olmasının önemli etkenlerinden biri de, aslında şiirin dilini bilmesidir. Sinema da şiir gibi, anlamın görsel tasarımı olan imgelerle gerçekleşir. Dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden Angelopuolos ve Tarkovski'de şiirin dilini bilen, hatta şiir yazan yönetmenlerdir üstelik..
Füruğ’un şiirleri, sözcükleri duygu şiddeti yer yer yüksek sözcükler (güneş, karanlık vb) olsa da, şairaneliğe ve “şiirsel”liğe düşmez. Gerçekliği estetize ederken, varlığı sorgularken, şiirin metaforik dilini içselleştirmiş olmanın rahatlığıyla kullanarak, şiirin sınırlarında kalır. Derin duygular, özlemler, büyük acılar şiirin izleklerini oluşturduğu durumlarda, Füruğ gibi, şairaneliğe ve şiirselliğe, yani şiir olmayana düşme riski her zaman vardır. Şiirsellik, şiir olmayan ama şiirin bazı özelliklerini taşıyan, “şiir gibi” olandır. Bu tür anlatım, daha çok duygu şiddeti yüksek olan sözcüklerle oluşturulur (şafak, yangın, fırtına vb). Söz dizimi doğal dil ile çelişmezken güzel ve etkileyici söz söyleme (retorik) kaygısıyla yazılır. Oysa şiir, doğal dilin ötesinde kurulur. Dilin amacı kendisidir. Şiirsellik, önceden tasarlanmış anlamlara giydirilen bir dil ile gerçekleşen düzyazıdır. Şiir ise önceden tasarlanmış anlamlara giydirilen bir dil değildir. Zaten şiir gerçekliği şimşek aydınlığında kavrar. Demek şiir gerçekliğin sınırlarını birbirine geçiştirir, bozar, karanlığa çeker ve birden bire yeniden aydınlatarak "şok" yaratır. Gerçekliği okur tarafından yeniden anlamlandırmaya uygun duruma getirir. Böylece gerçekliğe anlamsal çok değerlilik kazandırır. Füruğ’un şiiri üzerine yine şairin cümleleri ışığında şunu söyleyebiliriz:
“Belki teselliyi şiirde aradığım, belki de söyleyemediklerim içindir… ”Evet, söyleyemedikleri içindir! Peki, Füruğ şiirlerinde ne söylüyordu? İşte onun bazı dizeleri:
“kuş ölümlüdür
uçuşu koy aklına"
“Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
Seni, kendinde tekrarlayarak
Çiçeklenmenin sonsuz seherine götürecek.
”Harabelerin sessizliği güzeldir”
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir”
“Füruğ Ferruhzad, bu sözlerle karşılıyordu kadın bir şair olarak kendisine yöneltilen eleştirileri: ‘Önemli olan üretilen eserin insan elinden çıkmış olması; bir kadına mı yoksa bir erkeğe mi ait olduğu değil. Bir şiir, belli bir seviyeye ulaştıktan sonra yaratıcısından ayrılır ve herkesten bağımsız, sadece kendi varoluşu üzerinden değerlendirilecek şekilde dünyaya karışır. ’ Yanlış anlaşılmasın, kadınlığını reddeden, kendini gizlemeye çalışan bir hali hiç olmadı. Tam tersine yaşadıklarını, gördüklerini, hissettiklerini sınırlara baş kaldırarak yansıttı dizelerine. Ama tabii ki hem yaşadığı dönem hem de ülkesi için çizgi dışı bir karardı bu."
Ölümünden önce son çektiği film için herhangi bir treatment ya da senaryo hazırlamadan cüzzamlılar evine giden Füruğ, kısa sürede fimi tamamlar. Belgeselini çektiği cüzzamlılar evinde karşılaştığı Hüseyin Mansur’u evlat edinir.1962 yılında yapıtığı bu filme Khaneh Siyah Est (Kara Ev) adını verir. Şiirsel bir dil kullandığı bu filmde cüzzamlıların günlük yaşamından bir kesit aktarır. Bu filmin çekiminden beş yıl sonra yaşamını yitirecektir.
Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden geçen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardığım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.(Füruğ Ferruhzad, Çeviri: Cavit Mukaddes)
Yazımızın ez cümle noktasında Füruğ’un kendi şiirine dair şu cümleleri bir hayli aydınlatıcı da olacaktır:
“Benim için en önemli şey şiirdir. Ve şiir, kendime ve kişiliğime karşı duyduğum en büyük sorumluluktur. Hayatıma vermek zorunda olduğum yanıtların en önemlisidir aynı zamanda.” Füruğ Ferruhzad’a ait bu satırlar şairin yaşadığı dönemin gerçekliğinden bağımsız okunduklarında tam anlamıyla kavranamayacak bir derinliğe sahipken aynı zamanda onun kısacık ömründe sergilediği kararlı duruşun beyanlarından biridir.