Birkaç yıl önce öte-dünyaya uğurladığımız Alâaddin Soykan’ın Vay Sevda Karam başlıklı şiir kitabının birinci basımı Beyan Yayınları’ndan çıkmıştı. (Ekim 1997). Daha sonra ikinci basımı da yapıldı. Şimdi o kitaptaki şiirlerin coğrafyasında bir gezintiye çıkacağım.
Kitap; Karanlıkların Ucuna Horoz Zerketmek (14 şiir), Ve Dalına Özlemlerin Üveyik Serpmek (19 şiir), Dallarda Akşam Serçelemesi (19 şiir) başlıklarıyla üç bölümden, toplam 52 şiirden ibâret.
72 sayfalık Vay Sevda Karam, Sunu adlı küçürek bir şiirle açılıyor:
Sorarsan ey okuyucu
Çiyli çiğdem oralıyım
Bıldırcın bir hokka ilen
Karşına çil çil çıkmam bu
Kepeneğimde kavalım
Eksik olmadığındandır.
(s.11)
Şiir için küçürek dedim. Niceliği bakımından böyle. Altı dizelik bir şiir sonuçta. Ama niteliği bakımından hiç de küçürek değil. Tersine, dizeler birbirine ulandıkça büyüyor şiir. Soykan; burada fiske vuruşlarıyla, kişilik özelliklerinin âdetâ özetini çıkarmış.
Boş konan Sazım Ağıdı başlıklı üç kesimlik şiirinde lirizm zirvededir. Dizeleri öyle bir örgülemiş ki şiire tek bir sözcük ekleyemediğiniz gibi; şiirden tek bir sözcüğü de çıkaramazsınız. Son kesimi okuyalım:
Ve kim ekmeğimin adını giderek
Dön dolaş kodu
Ürküten çığlıklı kuşlarla ürkünç
Kim bu ki ocağım böyle dumansız
Evim hurdahaş kodu
(s. 15)
Mahur Kirpikler ve Ölüm şiirinde, ölüm gerçekliği bütün somutluğuyla gündemdedir. Ölüm, kaçınılacak, korkulacak bir gerçeklik değil; kabûllenilmesi gereken ve hayatın uzantısı bir süreçtir. Şair ölüme o kadar âşinâdır ki, ondan kaçmak bir kenara, onu çağıracak kertede yüreklidir. Şiirin sonuna doğru dedikleri bunun kanıtıdır:
(…)Mahur kirpiklerini sevdiğimin
Ulu ve acı sevincini
Ekmeğe kavuşmuş açların
Ve sabah akşam güneşin
O ufku haz tutuşturduğu yerleri
Bir süzülüverişte terk et de
Gelirken bana Öyle gel
Ölüm
Gitsin istemezsen gözlerim açık
(s. 19)
Alâaddin Soykan, toplamda karamsar bir şairdir. Yaşadıkları, çektiği çileler, ona karamsarlık dışında bir seçenek sunmamıştır, çok yazık ki. Gene de onun verimlerine bakarak, “çıkışsızlığın şiiri”ni yazdığını söyleyemeyiz. Sisli-puslu görüntülerin ardından da olsa, zaman zaman umutlanır; “umudun şarkısı”nı söylemeye çalışır:
Koma alınları kara yazılı var çiz sil-süpür
Eli şiirimin Duldur öksüzdür gayrı silsin gözyaşın
Umut şarkıları söyle kuşmakam
Dili şiirimin (Kuşmakam şiirinden, s. 22)
Yeleli Gazel şiirini şöyle sonlandırır:
Söyle Alâaddin Soykan dipten doruğa
Çiğ değilsin pişmişini söylersin sözün
(s. 27)
Öyledir hakikaten: Sözcüğün olanca kuşatımıyla “şair”di(r) Soykan. Beş taş oynar gibi oynamadı şiirle. Şair olmanın nâmusuna halel getirmedi hiç. Şair mukallitlerini sevmezdi; onların şiire ettikleri fenâlıkların farkındaydı. Çiğliklere karşı şiiriyle, sözcüklere sımsıkı sarılarak direndi; başkaca silâhı yoktu ki.
Ömrünce imgeci bir şiiri yazdı Alâaddin Soykan. İmgeleri devingendir; okuyanı çok açılı çağrışımlara gönderir. Özellikle aşk içerikli şiirlerinde bu devingenlik daha bir ivmelenir. Aşk İlen şiirinde onun bu yanını saydam biçimde gözlemliyoruz:
(…) Yabanıl elması duruşlum benim
Mayhoşum Mantar değirmi başlım öyle yusyumak
Seni topladım evlek evlek
–ne yalan Aşk ilen
Seni dişledim
(s. 34)
Soykan, zaman zaman söz dizimini bozar. Bunu bilinçle yapar ve şiirin gövdesine ustalıkla giydirir. Örnekse, “karasevdam” demez de “sevda karam” der. Bu tutumuyla, bu estetik sıçramasıyla, şiiri yerleşik söylemin üstüne çıkararak, bir çeşit kanatlandırır. Sen Saçıma Aklar Yığan şiiri, bu kanatlandırmanın yetkin bir örneğidir. O şiirin ilk kesitini alıyorum:
Sen ey tutunup düşünce kalktığım güzel
Hayat payandam
Azalan uğrunda can adına bu
Çoğaltadur nazını yalvarım artsın
Sen saçıma aklar yığan
Vay sevda karam
(s. 35)
Şairimiz, mistik bir duyarlığı da hiçbir vakit boşlamaz. Tasavvuf havası, şiirsel duruşunun belirgin niteliğidir. Metafiziğe olumlu anlamda yaslanır. Yunus Emre kültürünü iyi özümsemiştir. Yunus adlı şiirinde bu kültürü içselleştirmenin güzel bir örneğini görüyoruz:
Coşku gümrah vakte çünkü aşk batıp çıkmış
Biz’i Yunus’un Beriyi gül işlemekten hep öte mercan
Tutmuş hırkasının bile yâr kokup durmuş
Bezi Yunus’un
(s. 54)
İntiharım (s. 58) şiirinin girizgâhı gerçekten görkemlidir. İntiharı genç yaşında deneyimlemiş (çok şükür ki sonuçlandıramamış) bir insan olması, bu olguyu yetesiye estetize etmesinde bir olanaktır ayrıca. Söz konusu şiir, yoğunluklu ölüm duygusunu yansıtmasıyla son kertede başarılıdır:
Takvimlerin alacakaranlığında iğreti duran
Ve güneşine balgam atılmış kirli bir gündü
İntihar ettiğim gün
Genelev kadını bakışlı bomboş bir gündü
(…)
Yalnızların Akşamları şiiri, Alâaddin Soykan’ın safını mazlumlardan yana belirlediğinin en kesin göstergelerinden biri. Ezilenlerin, toplum dışına itilmişlerin yanındadır orada (da). Bu şiirde imgelemini motor gibi çalıştırmıştır. Kıvamıyla, edâsıyla, ses potansiyeliyle ve matematiksel kurgulanışıyla çok güçlü bir şiirdir bu. Hepsi üçer dizeden oluşan altı bölümlük şiirin ikinci ve dördüncü öbeklerini aktarıyorum:
Kadeh diplerinde öyle
Mor bir tortu halindedir
Yalnızların akşamları
---
Boynu bükük çocukların
Buruk ve can havli türküsüdür
Yalnızların akşamları
Soykan, şiirlerini çok güzel sonlandıran bir şairdir. O denli öyledir ki, şiirlerini okuduktan sonra, “bundan ötesine hacet yok” dersiniz, her seferinde. Ağlara doksandan takılmış bir gol kadar çekicidir, o son dizeler.
Alâaddin Soykan’ın bir başka yüceliği daha vardır ki, değinmesem haktanırlık etmemiş olacağım: Şiirlerine başlık (ad) bulmakta, neredeyse üstüne yoktur. O başlıklar (adlar), tek başlarına birer şiir atmosferini yüklenmişlerdir. Eskilerin mısrâ-ı berceste (seçkin dize) dedikleri türdendir çoğu. Şu şiir başlıklarının (adlarının) çarpıcılığına, etkileyiciliğine bakar mısınız bir fasıl:
Mor Bir Vakte Doğru, Gökler Turnasız mıdır ki, Boş Konan Sazım Ağıdı, Sular Akarken Güzeldir, Leylâk Yorum, Mahur Kirpikler ve Ölüm, Suna Aydınlık, Kuşmakam, Ben O Belâya Yar Yandım, Karanlıkların Ucuna Horoz Zerketmek, Evrensel Değini, Kırağılı Bir Islıkla, Harlı Güzde Bahar Pişmek, Uğultulu Yara, Mor Çağrı, Aşk İlen, Sen Saçıma Aklar Yığan, Sevda Usul, İçimin Dere Boylarında, Saçlarının Lodosunda, Suna İzdüşüm, Yalnızlığa Yalvarı, Saçlarında Vahşi Kumral, Gelincik Hışmıyla, Dalından Şiir Düşürmek, Ve Dalına Özlemlerin Üveyik Serpmek, İki Ateş Arasında, Kuşlarla Söyleşi, Yosma Dinginliği Aşkın, Bir Kuşluğu Büyüyorum, Yalnızların Akşamları, Serçe Korosu, Kuşipek Ses, Bir Papatya Dehlizinde, Dallarda Akşam Serçelemesi, Kuş Sesi Dermek, Uzaktaki Yakın Anı.
Peki, Soykan’ın bütün şiirleri, hiç istisnâsız aynı yüksek düzeyi tutturabilmiş midir? Buna hâyır diyeceğim. Bâzı şiirleri, salt başlıklarıyla dikkat çekerken; başka bâzı şiirleri ise ortalamada ya da ortalamanın altında kalmışlardır. Son derece doğaldır bu. Şu yerküre yuvarlağında, kaç şair bütün şiirlerinde aynı yüksekliğe erişebilmiştir hem? Yaşadığı sıkıntılar, çektiği cefâlar düşünüldüğünde; Soykan’ın şiirlerinin bir bölüğündeki düzey gerilemesini olağan bulmalıyız. Söz konusu saptamamız, onun şirinin Türk(çe) şiir haritasında önemli ve kıymetli bir “ada” olduğu gerçeğinin üstünü elbette ve kuşkusuz örtemez.
Ez cümle: Alâaadin Soykan (bizim Alâadin Âbimiz), eksiğiyle-gediğiyle “iyi şair”dir ve iyi şairliğinin yanında “iyi insan”lığıyla anılacaktır.
Allah rahmet etsin. Mezarını güneşler donatsın.
Not: Soykan’ın ilk kitabı Doru Özlem’in kitaplığımda olduğunu sanıyordum. Aradım-taradım, bulamadım. O yüzden, Vay Sevda Karam üstüne yazmakla yetindim. Bağışlanmamı dilerim.
DİNAMİK BİR ŞAİR: LOKMAN KURUCU
Lokman Kurucu’nun bende hiçbir şiir kitabı yok. Onun şiirlerine internetten eriştim. Hepi topu 16 şiir. Cemal Süreya, mealen söylüyorum, “bir kumaşın kaliteli olup olmadığı ilk metresinden belli olur” diyordu. Birçok kişi şu deyişime katılmayabilir ama, bir şairin şiirsel düzeyinin belirlenebilmesi için 16 şiir yeter de artar bile bence.
İlk hamlede kendini ele vermeyen, görece “zor bir şiir”in izini sürüyor, Lokman Kurucu. Yer yer sisli, buğulu, yarı örtük bir şiir güzergâhından söz ediyorum. Kendini gizemiyle var eden bir şiirsel oluşum. Gücü ve dinamizmi de buralardan geliyor.
“Dal” başlıklı şiirden bir alıntı ilkin:
“bir yolda kalmak gerekti tüm yolları tüketmek için
kendine rehber ayaklarım
imgeyle sulanan karanlığım
uzatıyordu yaşam maceramı
oysa bir daldı üstünde durduğum
ağacına nankör bir dal
düşmek için yakmalıydı tüm ormanı”
Dizelerin anlamsal olarak nereye varmak istediğini kestirmek kolay değil. Bu pekâlâ gerekli de olmayabilir. Lokman Kurucu’nun şiiri için bunu haydi haydi söyleyebiliriz. Bütün has şiirlerde olduğu gibi, burada da “sezdirmek” ön plânda. “Ben sözcüklerimin ne söylediğinden ziyâde nasıl söylediğiyle ilgiliyim” dercesine bir hava var bu ve bütün şiirlerinde. Yerleştiği şiir bağlamı bakımından haklıdır şair.
Gene de onun hemen her şiirinden, “mesele”si olan, yâni “ontolojik bir kaygı” taşıyan şairlerden olduğu sonucunu rahatlıkla çıkarıyoruz. Bu tavır, aşağıdaki dizelerde son kertede belirgin:
“acım arabeski aştı, soydu dalları
acım fiziği ve ötesini aştı, evrenin incirine sardı;
görünce korkmayasın diye,
bir yıldıza çarpıp parçalanmış ruhumu
yüzüme bal sürdüm, inceden hidayet maskesi
kangren ettim mimiklerimi, olmadı
yine de sızdı aynalardan göğsüme; kan!
imana gelemedim , ey hayat, ey kafir!”
(“Yaşasın Hetero Millet” şiirinden)
“Homofobik faşizm”in “otoriter dil”ine karşı cisimleşen cesurâne dikleniş, “Yaşasın Hetero Millet” şiirinde ironik göndermelerle dikkat çeker.
Şairin, “Oğul Koca ve Çıplak” şiirinde âdeta haykırarak dillendirdiği ve poetik-estetik bir tutarlılıkla sergilediği şu dizeler karşısında, siz olsanız, ceketinizin bütün düğmelerini ilikleyerek saygı duruşuna geçmez misiniz:
“yoruldum ol’maktan, ey ölüm! ey şairlerin kurt tanrısı!
her iyi şiir okuyucusunun kalbini büsbütün dağlamaz mı?
Lokman Kurucu, bana kalırsa, 1940 ve 1970 Kuşağı şairlerinden bütün bütüne farklı bir imge sistematiği geliştirse de (ki, bu tutum onun özgün kişiliğinin uzantısıdır), toplumsalcı- gerçekçi bir şairdir. İşte somut bir örnek:
“ben yine uykusuz göğsümde saat altı
boğazımda yanan Newroz lastiklerinin tadı
bir tükürsem bin kötü altının nefesi
kızacak silah, tutuşacak kara masalarda
binlerce sayfa cehennem ah”
(“Ne Güzel Suçtur Öfke” şiirinden)
Lokman Kurucu, özünde imgeci bir şair. İmgeci ama hiçbir şiirinde “imge salatası”na rastlayamazsınız. Onun imgeleri, ne eksik ne fazla, tam kıvamındadır. Toplumdan ve dünyadan gövdesine gelen, bilincine çarpan sertlikleri/ kötücül etkileri yumuşatmanın araçlarıdır âdeta. İki şiirinden aldığım aşağıdaki bölümceler bu dediklerimin kanıtıdır:
“bir daha binmem gemilere
bindirtmem yüreğime kirli hazzını
mavinin azgın tanrısının” ("Rimbaud Tövbesi ve Söylenenler” şiirinden)
Şairimiz, dinsel içerikli izleklere de yaslanıyor ve yaslanırken o izleklere çağcıl bir karakter de kazandırıyor. Şeytan’la hesaplaşırken yazdığı birçok şiirde bu tavrı görmek mümkün. Şiiri şiir kılan etkenlerden zerrece tâviz vermeden başarıyor bunu. Öte yandan, gericilikle damgalanacakları korkusuyla metafizik alanlara sokulmaktan öcü görmüş gibi kaçınan sözüm ona “sol kesim” şairlerinin donuk/ duruk anlatımlarından da apayrı bir yerde konumlandırmış oluyor kendini. Övülesi bir başka çizgidir bu. Bir örnekle yetinelim:
“sana her geçitten elma topla demiştim
çamuru kandır, hurmayı ve çölü ateşe ver
el yazmalarında dövüşenleri ruhundan aşağı it
korkundaki kaçağı takip et…”
(“Şeytan’ın Adem’e Fısıldadığı” şiirinden)
Lokman Kurucu, şiirlerinde “târihsel acılar”a da değiniyor. Değinirken de, her dâim şiir yazdığının ayrımında olarak, târih biliminin kuru söyleminden iyice arınıyor. “1915 Çanlar Hiç Susmadı” başlıklı şiirde görebileceğimiz üzere:
“çocuktum
annem bir çok anne ile karışıp
bir çok mezara anne olmaya gitti
babam mezarsız. babam, ah paşam
sünnet ettiler beni bir caminin önünde
ne yemekler ne çekilen halaylar”
Özetlersek: Lokman Kurucu, iyi şair. Sözcük ve imge dağarının boyutları çok geniş. Dinamik kurgusuyla öne çıkıyor. Onun özgünlüğünü ve özgürlüğünü selâmlamak gönül borcumuzdur.