Akşehir’deyiz. Yıl 1992.Gün boyu etkinliklere katıldık. Akşam serinliğini en güzel yaşayabileceğimiz yer Hıdırlık Tepesi. Halkın “Orta Gazino” dediği çay bahçesine geldik. Ulu çınarların altına oturduk. Akşehir’in en güzel göründüğü yer burası. Şimdilerde kuruyan göl, yüzeyinde balkıyan güneş ışıklarıyla nasıl da güzel görünüyordu.
Bir masanın çevresine dizildik. Masada kimler yok ki… Aziz Nesin, Cevat Çapan, Cengiz Bektaş, Alpay Kabacalı, Tan Oral, Cafer Zorlu, Necmi Rıza, Bihrat Mavitan, Kamil Özüs, Mehmet Güleray. Söyleşimiz çayın sıcaklığında. Aziz Nesin’i dinliyoruz. Geçmişe dönüyor büyük Usta. Akşehir’in 1959 yılındaki durumunu anlatıyor. O yıllarda Akşehir’de İtalyanca, Fransızca, gazete ve dergilerin gazetecilerde satıldığını söylüyor. Hayretle dinliyoruz. Sahaf Mehmet Güleray da bildiklerini anlatıyor; anlatılanları not alıyorum. Aziz Nesin, Akşehir’e bir göz atıyor. Bilmiyorum o aralar nelere dalıyor. Masaya bir ara sessizlik egemen oluyor.
Akşam rüzgarı tüm bedenimizi yıkıyor. İçimizi açan bir esinti, öte yandan da titretiyor bizleri. Elimizdeki bardakların sıcaklığında medet umuyoruz. Necmi Rıza, Aziz Nesin, Cengiz Bektaş’ın üzerlerinde montlar, ceketler var. Pek aldırmıyorlar esintiye. Daha sonradan öğreniyorum ki akşamleyin o tepeye çıkarken üzerimize giyecek bir şeyler almalıymışız.
Bir kez hiç unutmuyorum, geceleyin esinti artınca üzerlerimize masa örtüleri vermişlerdi. Masa örtüleriyle direnmiştik rüzgara. Aziz Nesin, Çatalca’daki vakfı önceleri Akşehir’e kurmayı düşündüğünü anlatıyor. Konuyu sanırım, Mehmet Güleray açıyor. Bir takım bürokratik engeller çıkınca o da kızıyor Çatalca’ya açıyor vakfı. Akşehir’i o denli çok seviyordu Aziz Nesin. Nasrettin Hoca’nın kentini görüp de sevmemek olmuyor.
Masaya gelenler çoğalınca konuşmalar bölünüyor. Ben de Cafer Zorlu’nun yanına gidiyorum. Onun şekerpare öyküsünü dinlemek istiyorum. Usanmadan, kim bilir kaçıncı kez anlatıyor. Sultanahmet’ten geçiyormuş. Bir köftecide şekerpare tatlısı görmüş, canı çekmiş. İçeriye girmiş. Garson gelmiş bir müşteri yakalamanın sevinciyle. Cafer Zorlu, sadece şekerpare tatlısı yiyeceğini söylemiş. Garson: “Köfte yemezseniz, şekerpare veremem. Burası tatlıcı dükkanı değil! ” demiş. Verirsin, vermezsin. Cafer Zorlu inat etmiş.
Çıkıp doğruca karakola gitmiş, durumu anlatmış. Polisi yanına alıp gelmiş. Şekerpareyi polis nezaretinde yemiş.
Dinlerken gülüyoruz. Göçmen aksanıyla da konuşunca hoş bir anlatım çıkıyordu ortaya. Masadakiler kalkıyor, biz de kalkıyoruz. Mehmet Güleray, Aziz Nesin’e bir şeyler anlatıyor. Oturduğumuz masanın ötesinde tek katlı, boyası uçmuş, sıvaları dökülmüş yapıya doğru yürüyoruz. Yanaşınca oranın mescit olduğunu anlıyoruz. Kapının üstündeki levhada “mescit” yazıyor çünkü.
Aziz Nesin ve Cengiz Bektaş içeriye giriyorlar. İçeride biraz kaldıktan sonra Aziz Nesin söylene söylene çıkıyor. Çıkarken tarihi anı fotoğraflıyorum. “Dine saygı böyle mi olur? Müslümanlık böyle mi? Din sevgisi bu mu? Müslüman geçinen yüzlerce kişi görmüyor mu bu rezaleti? İçerisini görünce içim sızladı.” diyordu. Kahveyi işleten kişi, tarihi mescidi depo olarak kullanıyormuş. Namaz kılmak isteyene de kıyıda köşede yer buluyorlarmış. Bunun yanlışlığını anlatıp devam etti söylenmeye. Cengiz Bektaş da bir Akşehir sevdalısıdır. Akşehir’e mimari açıdan katkıları sayılmayacak denli çoktur. Tarihi kilisenin onarılması, sanat merkezine dönüştürülmesindeki katkılarını bilmeyen yoktur.
Sırayla içeri girdik. Dağınıktı, içerisi rutubet kokuyordu. Cengiz Bektaş bir mimar olarak görüşlerini anlatıyor. Cafer Zorlu’nun “Olmaz be, böyle olmaz!” sözü kulaklarımızda yankılanıyordu. Bir mescide sahip çıkamayanları eleştirmek, yol göstermek de yine Aziz Nesin’e düşmüştü. O ara yanımıza Nuri Köksal da gelmişti. Dikkatlice dinliyordu konuşulanları. 2000 yılında belediye başkanı seçildi. Sevgili Nuri Köksal da yıkılmaya yüz tutmuş o yapıyı onardı, boyattı, bir de din görevlisi atadı. Yapı kullanılır duruma geldi.
Aradan bir yıl geçti. 1993 Temmuz ayı ülkemiz için bir kara leke. Madımak Oteli katliamı belleklerden nasıl silinebilir? Aziz Nesin Müslümanlara küfretti, diye onlarca aydın, sanatçımız yakıldı. Bu yalanı çıkartan aymazlar, bir yıl önce Aziz Nesin’in Akşehir’de Müslümanlığın simgesi bir yapıya nasıl sahip çıktığını bilmiyorlardı. Bilseler de sonucun değişebileceğini sanmıyorum ya... Küfür olayına gelince, kaç kez Aziz Nesin’le birlikte olduk ağzından küfür namına tek bir sözcük duymadım. Her insan doğal olarak doğal olarak kötü söz, küfür kullanabilir; ama, Büyük Usta en sert, en pervasız ve katı eleştirileri yapardı. Küfür kullanmazdı kesinlikle…
Kutsal değerlere küfür etmesi yalanına ise kargalar bile gülerdi. Akşehir’e gittiğimde büyük usta Aziz Nesin’in sahip çıktığı mescide gidip Usta’ya bin selam göndereceğim. O her zaman insanımıza doğruyu güzeli gösterdi. Ah onu daha iyi anlayabilseydik, bugünkü yaşananları yaşamazdık sanırım…