Behçet Necatigil’in “Evler” şiiri edebiyatımızda “ev” temini toplumsal değişimler ışığında insanın kabuk değişimi çerçevesinde aktaran önemli şiirlerinden sayılır. İnsanların ev ve aile temasını hangi pencereden baktıkları, aslında sokağın değişimi ve İstanbul’ın orta hâlli insanlarının beklentileri ve umut dünyaları üzerine dönemsel bir gezintiyi bu metinler aracılığıyla kolaylıkla yapabiliriz. Bu tem nesnenin içinde özneyi yani insanı sorgulamamız için de ipucu sayılmalıdır. Birey ve toplumun modernizme dair bir savruluş veya zorunlu değişimi yaşarken aynı zamanda mekanlar da bunların sessiz tanıklarıdır kuşkusuz.
“İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar
İrili ufaklı, birbirinden farklı
Ahşap evler, kâgir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.”
Yoksulluğun, unutulmuşluğun, orta sınıfın bilinen yazgısının evlere sığınan öyküsü bu metinlerde daha canlı tablolar halinde karşımıza çıkmaktadır. Aslında bu evler kagir, ahşap yapılardır değişime tanıklık etmesi açısından bakıldığında. Unutulmuştur, terk edilmiştir, anılarına gömülmüştür. Belki de artık kullanılmaz hâldedir, apartman yaşamının getirdiği dönüşüme açık bir yok oluşu yaşar bu yapılar.
Şiir anlayışını ve tekniği adına “devinim”e açık şiir diyebileceğimiz Necatigil şiirinin için iki büyük kaynaktan, Doğu ve Batı kültürü verimlerinden beslendiğini vurgulamalıyız. Şair bu iki karşıt görünen kültürü metinlerinde. birleştirirken bir anlamda Batı’ya yerelin özgün kaynaklarından seslenen Batılı bir şiir inşaasına da girişmiştir.
“Halk kültüründen gelen unsurları, Batı şiiri ile birleştiren Necatigil, son şiirlerinde Divan edebiyatının özelliklerinden de yararlanarak çok kapalı bir imge evrenine ulaşmıştır üstelik. Bu açıdan Necatigil’in. halk edebiyatından, tekke edebiyatına, divan edebiyatından modern şiire uzanan geniş bir pencereden okura seslendiği dile getirilebilir. Dün ve bugün, kökler ve yarınların kırılganlığı ve yabacılığını kırma niyeti olarak okunmalıdır bu durum. Nitekim kendisi de şiirin nasıl olması gerektiğiyle ilgili söylediklerimizi destekle- yen şu tespitlerde bulunur: “Bugünün şairi mümkün olduğu kadar eskiye atıflarla ilerlemelidir (…) Tek başına kendi kaynaklarımız artık yetmez (…) Öyle bir sentez yapacağız ki, Batılı şiire de benzesin. Batı’ya da bir şey söylesin.”
Şiire 1930’lı yıllarda başlayan Necatigil ilk eseri Kapalı Çarşı (1945) da dâhil olmak üzere Çevre (1951), Evler (1953), Eski Toprak (1956) adlı eserleri daha çok “anlatımcı, öyküleyici” bir tavrın ön plana çıkarıldığı şiirlerden oluşmaktadır. “Geri planı olmayan tespitler”, “düşündürm(eyen), yorm(ayan)”, “çağrışımlara kapalı”, “öykü unsurunun öne çıkarıldığı”, ayrıntıları belli, anlamları açık” diyerek özelliklerini sıraladığı bu dönem şiirleri, “oyunsuz-imâsız”, düz ve oylumsuz metinlerdir.”
Arada (1958) ile başlayan ve Dar Çağ (1960) ile birlikte devam eden yeni şiir kitaplarında ise köklü bir değişikliğe giden Necatigil, şiirde anlatı/hikâye unsurunu aza indirgeyen, soyutlamayı ve sembolleştirmeyi ön plana çıkaran, imge odaklı, yer yer kapalı, çoklu anlamlandırmaya açık, ilmekli bir şiir oluşturmaya başlar. Bu tavrıyla okurun belli çağrışımlardan yola çıkarak, şiirin arka planını görecek veya alt metnine okurun ulaşmasına zemin yaratacak şiirsel birikimi. okura ulaştırmaya çalışır.
Dar Çağ, Necatigil’in şiirinde bir sıçrama tahtası, bir geçiş dönemi eseri olarak da nitelendirilir. Şiirindeki bu değişim, 1960’la birlikte kapalı, anlamı. güç kavranan şiirler almaya başlar. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki Necatigil’in şiirindeki bu değişim, İkinci Yeni şiiri kadar kapalı, soyut ve serbest çağrışıma açık bir şekilde gelişmemiştir.
“Başlangıçta, yani 1945–1955 arası yazdıklarımda, anlatma unsuru ağır basmış. Yani yaşama durakları bir kere de benden geçerken gözlemler, tespitler üzerinde durmuşum hep! Geri planı olmayan tespitler bunlar. Düşündürmüyor, yormuyor, çağrışımlara kapalı, ayrıntıları belli, anlamları açık. 1955’ten sonra beğenmez oldum. Bu anlayışla yazılmış şiirleri ve öykü unsurunu azaltıp, kısıtlayıp sadece bir duyarlığı sezdirme, bir telkin, bir yaşantı birliği sağlama yoluna saptım. Modern şiirin biraz da okuyucu tarafından doldurulması gerekli boşluklar taşıdığını bilmeyen, böyle bir şiir tecrübesinden geçmemiş kimselere bu tür şiirler biraz katıdır, kapalıdır, kabul ediyorum. Ama şairin ilk bakışta çapraşık ve bilmeceli görünmesi, onun çözümlenemeyeceği anlamına gelmez. Ön planla geri plan arasında bağlar, belirli motif, örgüt ve atkıları varsa, her şiir, bir kumaş gibi iplik iplik açılabilir.”
Onun şiiri yaşanmışlığın şiiridir. Nitekim kendisine rehber edindiği “İçimizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız.” sözü onun şiirinin özetidir. Necatigil’in şiiri, beylik laflar eden, toplumsal ve siyasal konuları merkeze almış iddialı bir şiir ve söylemden uzak, eşyalardan, evlerden, insanlardan silinmez gölgelerin düştüğü, ortak yaşamaların, yerli havaların karıştığı sıradan ama samimi bir şiirdir. Şiirlerinde büyük kişilerin, aristokratların, seçkin ve kahramanların değil, büyük kentte tutunmaya ve var olmaya çalışan orta halli vatandaşların hayatına ve özellikle de travmalarına, içsel çatışmalarına yer vermiştir. Bir boyutuyla kişisel tarihin şiiri olarak da nitelendirilebilir onun şiiri.
“Evlerin çoğu eskidi gitti tamir edilemedi.
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazıları zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.”
İstanbul’un eski semtlerinden yansıyan “ölüme yatma” durumu veya “ölümü bekleme hali” olarak karşımıza çıkar bu durum. Evlerin yazgılarına terk edilmişliği aslında toplumun ve insanın da kendi yazgısını sorgusuzca kabul ederken değişmesinin işaretlerini sunar bizlere. Bir yandan ev içinde tekdüzeleşen öykülerdir herbiri. Birçok noktada bugünle barışık olmayan toplumun dünü unutma çabasını da beraberinde getirmiştir. Hayat değişmektedir: Odalar, evler, sokaklar bu değişimin ipuçlarını sunar bize. O kâgir yapılar beton apartmanlara yerini bırakır. Bu batıcıl dönüşüm değişimin zorunları sonuçlarıdır adeta. Ama evler, ruhlarını yitirirler, geçmişlerini de kendileriyle beraber. Necatigil’in şiirindeki bu hüzünlü tavır değişimin yarattığı yitik anıları da evler aracılığıyla anımsatır bize. Tanpınar’ın “arada kalmışlık” olarak nitelendirdiği kültürel bir ikilemi de bize sunar bu tablo. Aslında evlerin değişimi yaşanılan toplumsal yabancılaşma ve kültürel hezeyanın somut ipuçlarıdır sonuçta.
“Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı"