Olmekler, bilinen en eski Mezoamerikan uygarlığı. Bugünün Meksika'sında belki kültürel genetiğin de işaretlerini veren bir dizi ikonografik yapıtla, usta taş işçiliğiyle ladin ağaçlarının arasından kurulmuş bu uygarlık Soconusco''daki ilerici bir gelişmenin ardından, günümüz Meksika eyaletleri Veracruz ve Tabasco'nun tropikal ovalarını işgal edişiyle ortaya çıktılar. Jaguar krallığı olarak adlandırılan ve geçimini verimli tarım arazilerinde yetiştirdikleri mısır, fasülye ve kabağın ve bir dizi doğa kültünün yüceleştirilmesi ve kutsallaştırılmasıyla çok daha somut hale gelen bu uygarlık Maya ve İnka'ların kültürel mirasında da vazgeçilmez bir yer üstlenmiş.
Ankronik bir okumadan kaçınarak kültür ve uygarlık tarihini elbette yorumlamak ve dönemin kolonyalizmizini bir uygarlık transferi veya uygar İspanya'nın Paganizme karşı zaferi olarak okumamızın da önüne geçecektir. Üstelik bir çok mezoamerikan halkının Kolomb'u çiçeklerle karşılayıp kıtanın altından olmakla kalmayıp bir soykırıma uğraması da üzerinde asıl odaklanmamız gereken bir başlık sayılabilir. Olmek'lerden İnka'lara tapınakların doğayla barışık bu coğrafyada yerleşimi, tarımı ve üretimi yücelten ritüeller, toplumların kozmogoni ve astronomi bilgisi zaten yazımızı "Avrupalı tarihçi" vakanüsvisti yanlılığından çıkartmak zorunluluğunu getiriyor bize. inka, Maya ve Olmek Krallıkları'na bu nedenle tanrılarına insan kurban eden paganistler olarak bakmanın sığılığından haylice uzağız. Maya'lar bin küsur yıl öncesi Meksika topraklarında bir tarım toplumu inşa etmiş Olmek Krallığı tam da bu zengin kültürel mirasıyla irdelenmeli bu açıdan da.
Olmekler, Meksika ve Orta Amerika’da yükselen ilk büyük kültürü teşkil etmiştir. M.Ö. 1200 yıllarında bir nehir adası kurmuşlardır. Şehrin orijinal adını henüz bilmeyen arkeologlar, şehre San Lorenzo adını vermiş bir uygarlık.
Dindar bir topluluk olan Olmekler, Tanrı’yla konuşmak, günlük yaşantılarının önemli bir parçasını oluşturuyordu. Yaşadıkları bölgede Olmek tapınağı olarak nitelendirilecek herhangi bir yapı tespit edilmese bile A at La Venta ve El Manatigibi dini kompleks olduğu düşünülen arkeolojik alanlar bulunuyor. Ayrıca Olmeklerin insan kurban ettiği sanılıyor. Muhtemel kutsal bölgelerden elde edilen insan kemikleri, bu durumu doğrular niteliktedir. Üstelik bir şaman sınıfı mevcuttur ve çevresinde evrene ilişkin açıklamalar yer alıyor.
Seçkin sınıfın doğaüstü yaratıkların ve özellikle jaguarın gücünü kendi bedenlerinde topladıkları varsayımı ışığında yeraltı ve yerüstü tanrılarına adadıkları sunak yerleri ve dev taş heykeller bize gösteriyor ki Kristof Kolomb sonrası İspanyol işgalinin "Paganizm" düşmanlığı bile bu güçlü, ileri uygarlığın varlığını yok edememiş. Geniş tören alanları, Mezoamerikan uygarlığının ilk piramidiyle, balo topu adı verilen ve kauçuktan yaptıkları oyunun günümüz futbolunun kaynağı olması bile arkaik Latin Amerika'nın İspanyol işgaliyle dönüşümüne rağmen "işgal"ci uygarlığın bu izleri yine de tam olarak silemediği de aşikar. Bu yazının ana derdi olan Paganizmin bu ilk nüveleri ışığında insan ve doğa ilişkisinin temelde insanla doğanın barışı şeklinde karşımıza çıktığı bilgisi olacaktır.
Kristof Kolomb'un resmi yüzyıllar boyunca dayatılan tarih yazıcılığı çerçevesinde ilkel ve altına aç İspanyolların "ileri" uygarlığı ekseninde ele alınan bu işgalin arkasında bugün görünenleri, eski Latin Amerikan halklarının köklü kültürel mirası ışığında görmek zorundayız. Karayip Takım Adaları'nda, Meksika'da, Peru'da karşımıza çıkan İspanyol kimliğinin arkasından çığlık atan Maya ve İnka mirasını bugün çok daha fazla tartışmak yerinde olacaktır. Latin Amerika'nın bugünün çok kültürlülüğünü temelde tam da İspanyol işgalcilerin yok ettikleri Mezoamerikan mirasa da dayanır. Dominik Cumhuriyeti'nde Taino uygarlığınının izleri yağmur ormanının içinde kurulan medeniyetin bir nice tapınak, ritüel, güçlü bir ekonomik ve dinsel sistemi mısır, fasulye ve Amazonlar'ın yarattığı deniz ve nehir ekonomisi ışığında okumak ve yüzyılların işgaline rağmen yerüstü ve yeraltı tanrılarının kültürel miras olarak bugünün Hristiyan toplumlarına bir nice hikaye, mitle aktarıldığını görüyoruz. Yaratılış mitlerini deniz ötesinden gelen ve Karayipler Adası'nda ortaya çıkan bir tahkiye veya söylence geleceğinden öğrenebilmek de mümkün bugün.
Olmek Krallığı gibi doğadaki güce kutsallık yükleyen halkların yeşil taştan yaptıkları ritüel masklarında (Çeşitli sunaklarda seçkinlerin taktıkları birer maske olarak) mısır figürleri bulunması, krater göllerini bir yaşam enerjisi biçiminde atfetmeleri ve hatta bu göllerin dipsizliğine inanarak "su"yun kutsallığıyla yeraltı tanrılarıyla daha güçlü bağlar kurduklarını düşünmeleri, tapınaklarla gök tanrılarına daha yakın olmak istemeleri kültürel bir canlılığın bugüne taşınan izleri gibi.
Doğalcı inançların şifacılığı ve fonksiyonel din anlayışları olarak akarsu boylarında sal ve kayıklarıyla bir denizcilik filosu o çağda inşa eden Olmek'lerin Kolomb öncesi ve sonrasında yaşananlar düşünüldüğünde belki de istilacılardan daha barışçı, daha dayanışmacı uygarlıklarının nasıl yok edildiğini, altının Eski kıta Avrupa'ya taşınırken bir önceki uygarlığın tamamen yok edilmek istendiğini de bugün daha iyi görebiliyoruz. Sunakları, sitlerde karşımıza çıkan taş anıtları, dikdörtgen sunakları Latin Amerika yüzyılların sömürgecilik mirasının arkasından doğan bir güneş imparatorluğu gibi bugüne ladin ormanlarının arasından bakmaya devam ediyor hatta. Güçlü sulama sistemlerinin, tarım ve ticaretin, resim yazının bugüne aktardığı mitlerin gösterdiği bu çok tanrılı paganist miras her ne kadar Kolomb ardılı asimilasyona rağmen toprağın altından gün ışığına çıkıyor bugün. Avrupa'dan getirilmiş çiçek hastalığıyla nüfusu iyice azalmış yerli halkın belki de bugün Latin Amerika'da daha görünür olma çabası dünün ve kültürel mirasın yok edilmesinin mümkün olmadığının da kanıtı gibi.