Distopyalara dair yanlış algının sebebi, distopik eserlerin asıl amacının geleceği tahmin etme çabası olduğu yönündeki fikirdedir. Kıyamet tellalı olarak görülen yazarların haliyle olumsuz bir intiba bırakması da kaçınılmazdır. Ancak bu bir yanılgıdır elbette.
Distopik yazarların tıpkı diğer bilimkurgu yazarlarında görüldüğü üzere geleceği öngörme gayreti taşıdığı bir gerçektir. Ancak prizmatik bir bakışla incelersek, bir diğer gerçek de tahminin gerçekleşmesi muhtemel senaryoları ortaya koyarak önleme imkânı tanımasıdır. Yani, su sorununun gıda krizine yol açacağı ve bunun üzerine bölgesel savaşların başlayacağını düşünürsek; böylesi bir kurgunun korkunç bir atmosfer sunmaktan ziyade bundan kaçınmak için gerekecek motivasyonu da sağlayabileceğini görmek gerekir. Dolayısıyla distopyaları bu gözle okumak faydalı olacaktır. Gelelim eserimize.
“Bu kadar bunca yakışıklı varlık varıp gelmiş buraya
Ne güzel şeymiş meğer insanlık
Böyle dünyalıları olan
Yaşasın bu yaman, bu cesur yeni dünya”
William Shakespeare’in Fırtına adlı oyunundan alınan bu pasaj, Aldous Huxley’nin 1931 yılında yayımlanan ünlü eserine esin vermiştir. O dingin, huzurlu tablonun ardındaki fırtınayı tanımlamakta nokta atışı katkıda bulunmuştur. Cesur Yeni Dünya ismi doğru bir kullanım olmayabilir, çünkü Shakespeare’in döneminde “brave” kelimesinin güzel anlamına geldiği söylenir. Haliyle “güzel” ya da “cesur” kelimesini kullanmak her halükârda ironik bir tavır sağlayacaktı. Nitekim Huxley’nin niyeti de bu yöndeydi.
Bir Parodiden Çok Daha Fazlası
Huxley’in öngörüleri, dünya görüşü ve bu bağlamda şekillendirdiği kurgulardan nefret etmekteydi. Cesur Yeni Dünya, bu eserleri yermek amacıyla inşa ettiği bir parodiydi. Bütün gelecek tasviri, bilimsel tasarımları ve toplumsal eleştirileri bu eksende şekillenmişti. Ancak parodinin arkasındaki yetkin kurmaca, metnin niteliğini oldukça arttırmıştı.
Cesur Yeni Dünya, toplumun sınıflara ayrılarak her sınıfın belirli bir işlevi olduğu bir sistemde geçer. Huxley, geleceğe ilişkin öngörüsünde tarih boyunca görülen hiyerarşik yapıların ya da doğrudan deyişle kastların derinliğini yakalamış ve akıllıca geliştirmiştir. Bu doğrultuda Zamyatin’in Biz romanından faydalanan yazar, genetik mühendisliğinin geleceğine dair yaptığı isabetli tahminlerle kurgulamış, ayrıca insanın arayışları ve çıkmazlarını da ustalıkla işlemiştir.
Romanın ana karakteri Bernard Marx, dünyayı keşfetmek için bir grup insanla birlikte vahşi bir bölgeye seyahat eder. Bu bölgede, doğal bir yaşam tarzına sahip insanlar yaşarlar ve toplumun kontrolünden uzaktadırlar. Bernard, bu insanların dünyasına hayran kalır ve onların yaşam tarzını takdir eder. Bu takdir zamanla bir çatışma unsuru halini alır. Çünkü Cesur Yeni Dünya’da toplumun geri kalanı, insanların doğal dürtülerini bastıran bir dizi teknolojik araçlarla kontrol altında tutulur. Bu araçlar, insanların davranışlarını kontrol eder ve herkesin mutlu olmasını sağlar. Fakat bu mutluluk, insanların gerçek hislerini bastırarak yaşamlarını anlamsız bir devinim halini getirmekte, haliyle yapay bir tatminle uyuşturmaktadır.
Huxley’in kurgusal dünyası, George Orwell ile şahane bir zıtlık yakalamaktadır. Bu uyumun sebebi totalitarizmin genel hatlarını yakalamalarıdır. Aslında 1984’te karşımıza çıkan görüntüyle Cesur Yeni Dünya’nın temelde aynı olduklarını söyleyebiliriz, nihayetinde ikisi de sahtedir, çürümüştür. Farklılık ise uygulamadadır.
Orwell’ın evreni sefalet, baskı, zorbalık ve sınırlar içerirken Huxley bu konuda daha akılcı ve pratik olduğuna inandığı bir yol seçmişti. 1984’ün bir kopyasını hediye gönderen Orwell’a bunca çabanın gereksiz olduğunu söylemiş ve asıl gerekenin “insanlara köleliklerini sevmeyi öğretmek” olduğunu öne sürmüştür. Bunun dayanağı da eserde rahatlıkla karşımıza çıkmaktadır. Özgürlüğü yasaklamak ona dair arzuyu tetikler; oysa sahte özgürlük gemler.
Cesur Yeni Dünya, hazzın doruklarından düşüşün eşsiz bir gösterisidir.