Yarattığı ‘’Şarlo’’ karakteriyle özdeşleşen Charlie Chaplin, 1889’da dünyaya geldiğinde o yıl dünyada bazı önemli gelişmeler yaşanıyordu. 1 Mayıs işçilerin ortak bayramı kabul ediliyor, Eyfel kulesi ziyaretçilere açılıyor, Ferdinand Von Zeppelin “Zeplin” adını verdiği balonun patentini alıyor, Thomas Alva Edison ilk hareketli resim gösterimini gerçekleştiriyor, Brezilya’da ise monarşi devrilip yerine cumhuriyet kuruluyordu.Londra’da doğup büyüyen Chaplin, sinemaya 1913 yılında Amerika’da başlıyor; bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, sürekli bastonunu çevirip sakar hareketleriyle gülünç bir tip olarak yarattığı ‘’Şarlo’’ karakterini, ikinci filmi olan Kid Auto Races İn Venice filmiyle dünyaya tanıtıyordu. Altmıştan fazla kısa film ve oynadığı uzun metrajlı filmlerle büyük bir şöhrete kavuşan Chaplin, komedi tarzının içinde sessizce seyirciye ulaştırdığı, bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye dair ağır eleştirileri bazı kesimler tarafından hoş karşılanmıyordu. Sinemaya Amerika’da başlamış olmasına rağmen Amerika’ya girmesi yasaklanıyordu. Bunun çeşitli sebepleri vardı ve son olarak ise ‘’Altına Hücum’’ filmindeki bazı sahnelerinin komünizm propagandası olarak yorumlanması oluyordu. Ardından İsviçre’ye yerleşen Chaplin, 1972 yılında Oscar Özel Ödülü’nü alıyor ve 1975 yılında yani ölümünden iki yıl önce, II. Elizabeth tarafında şövalye unvanına layık görülüyordu.
Filmlerinde her zaman sol görüşe sempati duyduğunu hissettiren Chaplin, kötü yönetim politikalarına göndermelerde bulunuyor, işçilerin ve fakir halkın kötü durumlarına dikkat çekiyordu. ‘’Büyük Diktatör’’ filmiyle ise, Nazi Almanya’sını çok sert bir biçimde eleştiriyordu. 1940 yapımı politik komedi tarzındaki film ayrıca Chaplin’in ilk sesli film olma özelliğini taşımaktadır. Charlie Chaplin tarafından Adolf Hitler’in sert bir biçimde eleştirildiği film, modern eleştirmenler tarafından şimdiye kadar yapılmış en büyük komedi filmlerinden biri övgüsüne mazhar olmuştur. ‘’Büyük Diktatör’’ filminin bitiş konuşması ise filmin en önemli sahnesidir. İnsanlığa, iyilik ve anlayışa muhtaç olduğumuzu, evrensel kardeşliğin inşasının gerekliliğine vurgu yapıldığı konuşmada, bilimin ve gelişmenin bütün insanlığa mutluluk getireceği aktarılıyordu.
Üzgünüm!
Ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu, benim işim değil. Kimseye hükmetmek ya da boyun eğdirmek istemiyorum. Elimden gelirse, herkese yardım etmek isterim: Yahudi olan, olmayan, zenci veya beyaz… Hepimiz karşımızdakine yardım etmek isteriz; insanların doğası budur. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, kötülüğü için değil. Birbirimizden nefret etmek, birbirimizi aşağılamak istemeyiz.
Bu dünyada herkese yetecek yer var. Ve toprak hepimizin ihtiyacını karşılayacak kadar bereketli. Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir ama biz onu yitirdik. Hırs ruhumuzu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı, hepimizi kaz adımlarıyla sefalete ve kana sürekledi. Hızımızı arttırdık ve bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı, zekamızı ise katı ve acımasız yaptı.
Çok fazla düşünüyor ama çok az hissediyoruz. Makineleşmeye değil, insanlığa muhtacız aslında. Zekaya değil, iyilik ve anlayışa… Bu değerler olmadan hayat korkunç olur, her şeyimizi yitiririz. Uçaklar ve radyo denen icat bizi birbirimize yakınlaştırdı. Bu buluşların varoluş nedeni, insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmak, evrensel kardeşliği inşa etmek ve birleşmemizi sağlamak. Şu anda bile sesim dünyadaki milyonlarca insana, acı çeken kadınlara, erkeklere ve çocuklara, suçsuz insanları hapse atıp işkence eden bir sistemin kurbanlarına bu sayede ulaşabiliyor.
eni işitenlere şunu söylemek istiyorum: “Umutsuzluğa kapılmayın.” Üstümüze çöken bela; vahşi bir hırsın, insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucu.
İnsanlardaki bu nefret duygusu geçecek, diktatörler ölecek. Ve halktan aldıkları güç, yine halkın eline geçecek. Son insan ölene kadar özgürlük.
Askerler!!! Kendinizi vahşilere teslim etmeyin. Sizleri hakir gören ve esir edenlere, hayatlarınızı yönetmeye çalışanlara, size ne yapmanız, ne düşünmeniz, ne hissetmeniz gerektiğini emredenlere, hepinizi hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürenlere boyun eğmeyin. Bu doğa dışı adamlara, bu makine kafalı, makine kalpli adamlara boyun eğmeyin.
Sizler birer makine değilsiniz! Sizler hayvan da değilsiniz! İnsansınız. Kalbiniz insanlık sevgisiyle dolup taşıyor. Nefret etmeyin! Yalnızca sevilmeyenler nefret eder… Sevilmeyenler ve doğaya aykırı olanlar.
Askerler! Kölelik adına savaşmayın, özgürlük için savaşın! St. Luke İncil’inin 17. bölümünde şunlar yazılıdır: “Cennet insanların içindedir. Tek bir insanın ya da belirli bir zümrenin değil, tüm insanların içinde, sizin içinizdedir.”
Siz insanlar güce sahipsiniz. Makineleri yapacak güce, mutluluğu yaratacak güce… Bu hayatı özgür ve güzel kılacak güce sahipsiniz. Hayatı olağanüstü bir maceraya çevirecek olan da yine sizlersiniz. Öyleyse, demokrasi adına haydi sahip olduğumuz bu gücü kullanalım. Birleşelim! Yeni bir dünya için savaşalım, insanca bir dünya için… Herkese çalışma şansı verecek, gençlere gelecek, yaşlılara güvenlik sağlyacak bir dünya için savaşalım…
Zalimler de böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama yalan söylediler! Sözlerini tutmuyorlar. Hiç bir zaman tutmayacaklar! Diktatörler sadece kendilerini özgürleştirir, insanlarıysa esarete mahkum ederler.
Haydi şimdi bu sözleri tutmak için savaşalım. Dünyayı özgürleştirmek için savaşalım. Uluslar arasındaki sınırlar olmadan yaşayabilmek, kendimizi hırstan nefretten ve hoşgörüsüzlükten arındırmak için… Sağduyulu bir dünya için… Bilimin ve gelişmenin bütün insanlığa mutluluk getireceği bir dünya için savaşalım.”
Charlie Chaplin, Büyük Diktatör filminden..