Savaş toplu intihardır. Savaş, dehşetin yarattığı vahşettir.
Savaş; insanlıktan uzaklaşmanın, insanlıktan vaz- geçmenin zirvesidir. Kendisini var etmek, sürdürmek isteyen insanlığın trajedisidir.
Savaş; insanlığın en tiksindirici, en iğrenç halidir. Hiçbir hayvanın hem cinsine uygulamadığını tasarlayarak, toplu insan öldürmenin ve öldürmeye ilişkin teknikler geliştirmenin ve bunun için enerji, emek, zaman harcamanın iğrençliği… Her savaş sözcüğünü duyduğumda haklılaştırmak için ahlâksız gerekçeler üreten baronların ve muktedirlerin aşağılık yüzlerini görüyorum. İnsan kanı üzerine inşa edilen, kurulan, kazanılan hiçbir zafer mutluluk getirmez, acılardan başka…
Savaşların kutsallığı hamaseti itici olmanın ötesinde anlamsız, boş bir avuntudan ibarettir. Can sıkıcı olduğu kadar kutsal insan yaşamına uzanan alçakça bir canilikten başka bir şey değildir. Saldıran içinde savunmak zorunda kalan içinde alçaltıcı bir durum. Her türden kötülüğün iç içe geçtiği, kutsallık adına meşrulaştırıldığı bu canilik, canavarlık insanın varlığına yapılabilecek en alçakça, ruhsal sapkınlıktır. İnsanlığın bittiği, tükendiği, bir avuç baronun rahat yaşamları uğruna toprağın kanla sulanmasının, isimsiz cesetlerinin çürümeye terk edildiği, insanlığın kaybolduğu manzarayı canlandırmakta zorlanıyorum. Hiçbir haklı gerekçe bu iğrenç, aşağılık, öldürücü, yok edici barbarlığın izahını yapamaz. Asırlardır kana, cesetlere doymayan sadistlerle, zorbalarla, haydutlarla birlikte yaşamak zorunda kalmanın ızdırabını tarif edemiyorum.
Erkekler birçok konuda olduğu gibi savaş konusunda da yalan söylemekten zevk alıyorlar. Çok sevdiklerini “kutsal“ birer varlık olduklarını iddia ettikleri annelerini, kız kardeşlerini, kız çocuklarını bu iğrençliğin sonunda kimsesiz bırakmaktan, kedere sürüklemekten çekinmiyorlar.
Çok sert, yargılayıcı sözcüklerle başladığımın farkındayım. Dramatik varlığımızın ve yaşananların masum sözcüklerle ifade edilmesinin güçlüğünü biliyorum. İnsanlık kötülük ürettikçe, kirlenirken sözcüklerin masum kalması düşünülemez.
Gezegeni ele geçiren muktedir güçler zamana ve mekâna göre sürekli el değiştiriyorlar. Ancak, birbirlerinden aldıkları ve titizlikle sürdürdükleri bir miras var; KÖTÜLÜK… Trajedi… Kötülüklerini, ölümcül teknolojilerini kutsal değerler masallarıyla süsleyerek, besleyerek geliştiriyorlar.
Gezegenin neresinde ve hangi kutsal amaç için olursa olsun bütün savaşlar ahlaksızlıktır, insanlıktan çıkma hâlidir, kabul edilemez, kutsanamaz.
Muktedirlerin bize söyledikleri her türden amaç ve gerekçe yalanlar toplamıdır. Tıpkı resmî tarihin yalanlar toplamı olması gibi…
Savaş; yaraların kanaması, derinleşmesidir. Kin, öfke, intikam duygularının asırlar sonrasına sarkmasına yol açar. Mirası devir alan yeni nesiller muktedir olduklarında geçmişin intikamını daha acımasız, gaddar, ölümcül almak için her türden hoyratlığı uygulamaktan çekinmezler. Sakın bunun bir kısır döngü olduğunu düşünmeyin. Yeni muktedir sahip olduğu gücün çekiciliğini, ayrıcalığını kalıcı hale getirmek için hiçbir sakınca görmez. Gezegeni ateş topuna çevirirken, kendi mezarının kazıyıcısı olduğunun farkında olmakla birlikte, yaşamıyla sınırlı olan iktidarını sürdürmek için kötülükten çekinmez. Çünkü kötülük onun var olmasının dayanağıdır. Eli temiz bir muktedir aramayın. Bütün muktedirlerin eli kanlıdır.
Bütün savaşların temelinde mülkiyet tutkusu ve ihtirası vardır. Habil’i yok eden Kabil’in ihtirası, sahiplenme duygusu, mülkiyet hırsı değil midir?...
Gücü pekiştirmenin ve kalıcılaştırmanın en önemli gerekçesi daha çok mülke sahip olduğuna inanılır. Daha geniş alanlara yayılma, hüküm etme, daha ayrıcalıklı bir yaşam… Başkalarının cesetleri üzerine inşa edilmesinin önemi yoktur. Çünkü o ötekiler gereksiz ayrıntılardır. Ötekilerin varlığının tek bir nedeni olabilir; muktedire itaat, biat ve hizmet…
İnsanlığın en karanlık, en acımasız, en vahşi, en dehşet yirminci yüz yılı yarattığı acılarıyla geride kaldı. Yeni yüz yılın yaşananlardan ders alınarak daha yaşanılır olacağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Kitlesel kıyımlar boyut değiştirerek bölgesel nitelikleriyle, bütün acımasızlığıyla, vahşetiyle sürmektedir.
Orta Çağ'ın karanlığından çıkamayan, çıkmak istemeyen insanlık geliştirdiği ve ürettiği modern teknolojiyle engizisyonu derinliğiyle sürdürmektedir. Ötekiler yaratıp, cezalandırmaktan çekinmeyen bir anlayışın engizisyondan farkını söyler misiniz?..