3 dakika okundu
Düşünmeler, Denemeler/Emin Salman


Zamanın Zincirleri, Sözcüklerin Tutsaklığı 2



İnsanlık karanlık, bugün karanlık, gelecek için de iyimserlik yok. Toplumsal bir varlığa dönüştüğünden itibaren geçen binlerce yılın sadece yüzde üçünü şiddetsiz, kansız, ölümsüz, savaşsız geçirmiş bir gözü dönmüşlükten söz ediyoruz. Ölüm makinelerini; denemelerle her geçen yıl, her geçen yüz yıl korkunç denilen boyutta geliştiren ve uygulamaktan çekinmeyen acımasız, vahşi bir varlıktan söz ediyoruz. Birbirini boğazlamak için pusuda bekleyen, “kutsal değerler” masallarıyla kirletilmiş ruhları okşanan yığınlar zalimleşiyor. Zamanın mirasına bırakılan her değeri de yok etmekten çekinmiyor. Dilleri, sözcükleri, uygarlıkları, kentleri kısacası kültür mirasını, zamanın zulmüne, zalimlere karşı direnen her değeri… Acılar “ötekilerin”, “lanetlenmişlerin” kaderi olarak bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor. Bu insanların yaşamı ve dramı acılar toplamıdır. İnsanın yaşadığı ve hissettiği gezegenin her yerinde ve zaman tünelinin yolculuğunda benzerlikler gösterir.

Zamanı zincirlenmiş, sözcükleri tutsak edilmiş insanlığın en eşitlikçi –dikkatinizi çekerim özgür demiyorum—olduğu an yaşadığı acılardır. Acıların, dili, dini, rengi, cinsiyeti, yaşı v.s… önemsemeden benzerlikler gösteriyor. Ağlamanın, haykırışın, çığlıkların, yalvarışların, yakarışların, bedduaların, aşağılanmaların, horlamaların v.s… Belki de çıkan her karşı ses değişik ton ve renkteki direnmenin, dayanmanın çaresizliğidir. Zamanın zincirlenmesine sözcüklerin tutsaklığına tepkidir.

Sorunun temelinde; insanın bitmez tükenmez ihtirasları, dürtüleri, acımasızlıkları, hâkimiyet duygusu ve bencillikleri yatmaktadır. Yok etmenin marifetiyle hayatta kalabilenlere zindanlaşan bir yaşamı reva görmekten çekinmiyor. Bunun için; insanların emeğini sömürmek, enerjilerini tüketmek sıradanlaşıyor. Acımasızlık girdabına sürüklediklerini kontrol etmek için her türden zor, şiddet olağanlaşıyor. Bu olağanlığı kendisine uygun kurallarla biçimlendiriyor.

İnsanlık zincirlenmişken, zamanın zincirlerinden kurtulmanın çarelerini bulmak zorundayız. Ancak; zamana inat edercesine zincirler her yıl, her yüz yıl çelikleşiyor. Aşındırmaya çalıştığımız her halka zamana inat edercesine direnç gösteriyor. Zamana inat, kötülüklere inat zincirleri kırmanın, sözcükleri tutsaklıktan kurtarmanın bir yolu bulunacaktır. Geleceğe taşıdığımız her umut; düşlerimizde, ütopyalarımızda gizlidir.


Zamanın zincirlenmesine, sözcüklerin tutsaklığına ahlaki bir sorumluluk, insani bir duyarlılıkla yaklaşmak zorundayız. Bu bizim için bir külfet, baskı, böbürlenme, bir görev… değil, insani bir zorunluluktur. Zaman kendi mecrasında serbestçe, sözcükler özgürce akmalıdır. Zamanın sınırsızlığında bize ait olmayan her sözcük özgürce dolaştığında yeni kapılar açacak farklı yeni zenginliklerle bizi buluşturacaktır. Ruhumuzun derinliklerine işledikçe sözlerini anlamadığımız halde tat bırakan müziğin melodileri eşliğinde yüreğimize işleyecektir. Bize ait olmayan sözcükler bizim bir parçamıza dönüşecek. Çok kültürlülük insanlığa zenginlik katacaktır. Giderek küçülen dünyamızın büyümesine ve yaşanılır bir mekâna dönüşmesine katkı sunacaktır.

Zamanın zincirleriyle tutsaklaştırdığımız her sözcük prangalarından kurtuldukça, özgürleştikçe bize hayatın naif, güzel yüzünü gösterecektir. Her tutsaklaştırdığımız sözcük bize tutsaklık ve tükenmez acılarla dönecektir. Bırakalım sözcükleri; istedikleri gibi raks etsinler, dansa dursunlar. Gezegenimizin solgun, bitkin, yorgun, acımasız yaşamına, kültür mirasına katkı sunsunlar.

İnsanlığın yaşadığı acıları unutarak onlardan kurtulamayız. Geçmişin acılarını belleğimizde canlı tutarak zamanın zincirlerini parçalayabiliriz. Unutmak; yitirmektir. Hafızanın yitirilmesidir. Kaydettiğimiz her kötülük, yeni kötülüklerin yaşanmaması için zorunludur. İntikam, kin, yıkım amaçlı değildir, kayıtlarımız. Yeni acıların yaşanmaması içindir.

İnsanlığın en trajik olaylarından biri de; bir mazlumun kurtulduktan sonra yeni “ötekiler” , “lanetlenmişler” oluşturup reva gördüğü kötülüklerdir. Siz bu kötülüklerin muhtevasını ve biçimini kendinizce anlamlandırıp isimlendirebilirsiniz. Hafifletip, ağırlaştırabilirsiniz. Gerekçeler yaratıp üretip haklı olduğunuzu iddia edebilirsiniz. Sorunumuz bu zulmün realitesini ortadan kaldırmaz ve utancımızı gizleyemez.

İnsan ve insanlık bitmeden tarih biter mi?...Kötülükler sona erip,zincirsiz bir zaman ve sözcükler tutsaklıktan kurtulabilir mi?...

İnsan tarihin öznesiyken nesli tükenmeden bu acımasızlık, vahşet, zulümler son bulur mu?...

Zaman; bize “şanlı tarih “ masallarının acıyla, kanla beslendiğini ve başka kavimlerin göz yaşları üzerine inşa edildiğini söylüyor. Belki de zamanın zincirlenmesinin en önemli nedenlerinden biri de bu karanlık geçmiş gerçeğini örtbas etmek içindir. Sözcüklerde bunun için tutsak edilir. Geçmişin karanlık, kanlı, acımasız gerçeğiyle yüzleşmeyen hiçbir toplum bugünü huzurlu, geleceği aydınlık yaşayamaz. Yalanların toplamı olan resmi tarih zamanı zincirleyerek, sözcükleri tutsaklaştırarak gerçeği yok sayar, gizler.

Zamanı zincirlemenin en önemli nedenlerinden biri de; tahammülsüzlük, kanlı rekabet ve gücünü pekiştirme arzusu… Bu tarihi zorbalıktan geriye bize kalan miras nedir pekiyi? Yok oluşları… Zaman zincirlerini parçaladı, sözcükler tutsaklıktan kurtuldu bir süreliğine… yeni zorbalar ortaya çıkıp aynı acıları yaşatmaya başlayana kadar. Hafızalara kazınan ve yeni nesillere aktarılan acılar, kanlar, ölümler sonrakiler için öfke, kin, intikam duygularını beslemekten başka neye yarıyor.

Tarih sözdür. Söz tarihtir. İnsanın eseri olan söz ve tarihi zincirlemek, tutsaklaştırmak kültüre karşı en büyük acımasızlıktır. Kültürel mirasın kesintiye uğratılma çabası baskıya, zora inat kendisine bir kanal bulup sonraki kuşaklara, kavimlere, topluluklara ulaşıyor. Kökünü kuruttuğunuz, sözcüklerini tutsak ettiğiniz toplulukların enkaz altındaki hazineleri asırlar sonra karşınıza ışıldayarak çıkıveriyor.

Söz insanla başlar ve sürer. Zaman onu kesintiye uğratsa da, her yeni söz eskinin rahminden doğar, gelişir ve yükselir. Zamanı zincirleseniz de sözün akışını kesemezsiniz. Bu kültür mirası harabelerin, yıkıntıların altında kalsa da asırlar sonra bir şekilde ortaya çıkar. İnsan ruhunu besleyen bu sözler; bazen kutsal kitaplara, bazen çilekeş seyyahlara, bazen umutlu yazarlara ilham kaynağı olur. “İnsanın köleleştirilmesi, sözün köleleştirilmesiyle başlıyor. Sözün gücü her güçten daha derin ve kalıcıdır.” Harabeye çevirdiğimiz, zamanın zincirlerine hapis ettiğimiz, tutsaklığa mahkûm ettiğimiz söze inat kaybolmuyor. Bütün despot, gaddar, acımasız hanlara, sultanlara, krallara, imparatorlara, beylere, ağalara inat zaman ve söz toprağın altında ölüme terk edilmelerine rağmen inatla ortaya çıkıyorlar. Asırların kaba gücünün, hoyratlığının, soy kırımının, inkarının, imhasının bütün çabaları sonuçsuz kalıyor. Onun için zamanın zincirleri, sözcüklerin tutsaklığı beyhude bir çabadır.

Zaman izafî, söz sahicidir. Her ikisinin de prangalaşması düşünülemez. Sözcüklerin diliyle söyleyecek olursak zamanın akışını durduramayacağımıza göre sözcüklerin ritmini, akıcılığını, ezgilerini, çığlıklarını, haykırışlarını, içinde barındırdığı hiçbir şeyi… Sözcükler zamanın ahengi içerisinde kendisini özgürleştirir. Özgürleşemeyen sözcüklerin tarihsel akış içerisinde varlıklarını sürdürme olanağı kalmaz. Elbette bir başka zincirlenmemiş zamanda başka biçimde yeniden karşımıza çıkabilir. Ancak; ortaya çıktığı yeni biçimde eskiye ait çok az şeyi barındırır. Biçimi, ritmi, söyleyişi, söylemi değişmiştir. Bu değişim sancılıdır, acılarla yüklüdür.

Çok karamsar hükümler ve yargılarla yola çıktığımı ve düşündüğümü söyleyebilirsiniz. Ancak; zamana geçmişin aynasından bakıyorum. O ayna, sisli, puslu, karanlık… Kirlerle ve kanlarla kaplı…”Ötekilerin”, “lanetlilerin” cesetleri üzerine inşa edilmiş. Talanların, yağmaların, yıkımların, imhaların boyunduruğundan kurtulabilmiş bir avuç vicdanlı merhametli, iyi yürekli insanın omuzlarındaki ağırlıkla ayakta kalmaya çalışıyor.

Aslında çok merak ediyorum; bu kadar şiddetli yok oluşlara uğrayan, zulümlerin çetelesini tutmaktan yorulan insanlık, bir yönüyle halen varlığını sürdürüyorsa sırrı nedir diye? İmdadıma çok sevdiğim yazar Mehmed Uzun yetişti; acıma, hoş görü, sadakat…

İnsanın en güzel erdemlerinden biri dayanma ve direnme gücüdür. “Ötekilerin” ve “ lanetlilerin” zamana ve tutsaklığa direnmesinin altında da bu inanç olsa gerek. Sabır… Ve sabrı besleyen dayanma ve direnme… Korumasızlık cenderesi içerisinde boğuşan ve ayakta kalabilmek için bütün kötülüklere direnen “lanetlenmişler” elbette bir çıkış yolu bulacaklardır. Öncelikle zamanın zincirlerinden, sözcüklerin tutsaklığından kurtulması gerekir.

Zamanın zincirlerini çelikleştirmeyi, sözcüklerin tutsaklığını pekiştirmeyi amaçlayan otoriter, inkarcı, imhacı, baskıcı, yıkıcı zihniyetler, ideolojiler, inançlar kendi sonlarını hazırlamaktadırlar.

İnsanlığın bu kötülük kıskacından, zamanın zincirlerinden, sözcüklerin tutsaklıktan kurtula bilmesi için; bireysel özgürlük ve toplumsal eşitlik idealini gerçekleştirmesi gerekir. Kilit; özgürlük ve eşitlikte gizlidir. 

İnsanî söz ve düşüncenin özgürlüğü tüm insanlığın sorunudur. Nerede, kim olursak olalım insanım diyen herkesin sözcüklerin tutsaklığına şiddetle karşı çıkması gerekir. Hiçbir ideoloji, inanç, güç sözün kelamını kesemez, tutsak edemez.