Röportaj: Erinç Büyükaşık, Oğuz KARTAL
1. Öncelikle size ait bir ifadeyle söyleşimizi başlatmak isteriz. “Öyküyü Okumak” başlıklı kitabınızda “Öykü yumuşak yumuşak okşamaz; başında ya da sonunda sarsar okuru. Bir tümceyle, bir ünlemle, bir sözcükle; kimi zaman susarak…” cümleleri yer alıyor. Öykü yazarları ve okurları için bu ifadelerinizi biraz açabilir misiniz?
FH: Öykünün şaşırtıcı bir yanı olmalı demek istiyorum. Yanılmıyorsam Cortazar’dı, benden daha etkili biçimde, “Roman sayıyla, öykü nakavtla kazanır,” diye söylemişti bunu. Dümdüz anlatıp geçtiğimiz bir olay, içtenlikle yansıttığımız bir durum, kolay kolay öykü olmuyor. Diyelim futbolda futbolcu, topu ortalarda dolaştırarak, çok güzel paslar atarak seyirciye kendisini beğendirebilir ama gelen şutu bir türlü gole çeviremeden maçı bitirdiğinde nasıl alkış ve puan kazanamazsa yazarın da öyküsünü beğendirmek için bir gol pozisyonu yaratabilmesi ve o golü atması gerek. Başka bir spor, diyelim güreşte, nasıl arkadan dolanarak puan kazanmak değil, rakibini kündeye getirmek peşindeyse güreşçi, yazar da öyle davranmak zorunda. Çarpıcı olmalı öyküsü, etkileyici olmalı, akılda kalmalı, yeniden yeniden okuma isteği uyandırmalı. Bunları demek istedim. (Bu arada örnekleri futboldan ve güreşten verdiğime inanamıyorum!)
2. Buna bağlı olarak “Arada Aşk Var” başlıklı öykü kitabınız üzerine konuşalım isterseniz. Kasaba öyküleri başlığıyla okuyabileceğimiz bu öykülerin Ayvalık ekseninde yansımaları ve dışavurumları var mı?
FH: Bunu Ayvalıklılara sormak gerek. Ama zaten Ayvalık ekseninde yansımaları olsun diye yazılmadı o öyküler; Ayvalık’tan, daha doğrusu çocukluğumdan, gözlediğim yaşamlardan alınan esinle yazıldı. Hem kasabada yaşamların nasıl hep birbirinin içinden geçtiğini, birbirine değdiğini hem de “Köyün, kentin öyküsü olur, kasabanın olmaz,” diyenlere yanıldıklarını göstermek için yazıldı. Niye olmazmış! Kasabalı da aşklar yaşamıyor mu, sevinmiyor, acı çekmiyor, mutluluğun peşinde perişan olmuyor mu? İnsanın, hatta insan olmasa bile, yaşamın olduğu her yerde öykü yok mu zaten? Kısacası, Ayvalıklı olmaktan doğdu ama kasabalının ve kasaba yaşamının öyküleri olarak Ayvalıklı olmayanlara sunuldu. Ayvalıklı okusa da olur okumasa da. “İnsanın anayurdu çocukluğudur, diyen Amado’ya da bir selam göndermiş olalım. Yalnızca öykülerimde ve romanlarımda değil, denemelerde, günlüklerde ve yazdığım bütün türlerde, başka bir deyişle çocukluğumun ve kişiliğimin izlerinin yansıdığı her yerde Ayvalık var zaten. Çoğu zaman bugünkü Ayvalık ile hiçbir benzerliği olmayan, belki de hiçbir zaman gerçek olmayan, yalnızca adı Ayvalık olan bir Ayvalık...
3.Çocuk edebiyatı üzerine de düşüncelerinizi almak istiyoruz. “Ezber Bozan Hatice Teyze”,”Kara Kargalar ile Ak Martılar” gibi kitaplarınızda çocuklara yazar olarak hangi pedagojik ve etik bağlamlar içinde seslenmeyi yeğliyorsunuz?
FH: Andığınız ilk kitabın adından da anlaşılacağı gibi kendilerine sunulan ezber bilgileri sorgulamalarını isterim çocukların. Martıya şiirler yazılırken karganın “leş kargası diye aşağılanmasına karşı çıksınlar sözgelimi; prensesler için güzelliğin şart olmadığını, kimilerinin “Çirkin Prenses” olabileceğini düşünsünler. Asıl sihrin emek karşılığı sağlanabileceğini , bir kuşun uğursuz sayılmasının anlamsızlığını (Bay Baykuş ile Bilge Kuş), bütün canlıların sevgiye muhtaç olduğunu (Sevilmek İsteyen Köpekbalığı), bir çakırdikenin de bir gül kadar anlamlı bir güzellik taşıdığını (En Güzel Kim?) fark etsinler istedim. Çocukların her şeyi ama her şeyi sorgulamalarını istiyorum çünkü. Hiçbir şeye körü körüne inanmamalarını... Yaşam döngüsünü de (Beyaz Gülün Öyküsü), kimi korkularının anlamsızlığını da (Kim Korkar Karanlıktan?), vücutlarının nasıl çalıştığını da (Küçülme Oyunu), kaynakların eşit kullanılması gerektiğini de (İnsanları da Küçültebilir misin?), iklim krizini de (Dünyayı Çocuklar Kurtaracak) bilsinler. Türkülerin dünyasına da girsinler, harflerin, rakamların, noktalama işaretlerinin dünyasına da. Ülkelerini de tanısınlar, mektup diye bir iletişim aracı olduğunu da öğrensinler.
Dillerine de özen göstersinler, kültürel mirasın biricik sahibi olduklarının bilincine de varsınlar.
4.Türkçe Off’ta aktardığınız ve haylice ilginç bir ifade var: Pop-Yazar. Bu ifadeyi biraz açabilir misiz?
FH:Yalnızca popüler olmak amacıyla yazanları kastediyorum “pop-yazar” ifadesiyle. Türkiye’de, yazarak popüler olmanın sanıldığı kadar zor olmadığını, popüler olmanın kolay yolları olduğunu söylediğim, hatta bu yolları gösterdiğim bir kitabım da var: Yeni basımı “Tek Kitapla Şöhret Olma Yolları” adıyla yayımlandı ama ilk baskıdaki adı tam da buydu: “Nasıl Pop-Yazar Olunur?” Yazarlığı şöhrete giden kolay, en zahmetsiz yol olarak görenlerle bir anlamda dalga geçtiğim bir kitap... Böyle davrananların edebiyata ihanet içinde olduğunu düşünüyorum çünkü. Yazarlığın ilk hedefi ünlenmek ya da çok para kazanmak olabilir mi hiç? Ün de para da gösterilen çabanın, harcanan emeğin karşılığı olarak sonradan gelebilir ama gelmeyebilir de. İlle de ünlü olmak ve çok para kazanmak isteyenler için edebiyattan çok daha farklı ve çok daha kolay yollar var. İlkokulu bitirmenin yazma becerisine kavuşmak için yeterli olduğu varsayılarak yazabilen herkesin yazar olacağı öngörülüyor. Oysa yazarlık yalnızca yazmakla sağlanan bir sıfat değildir; insanın toplumuyla ve kendisiyle yaptığı acımasız bir kavganın sonunda ulaşabildiği bir basamaktır ve bir şampiyonluk kürsüsü değil, yalnızca bir basamaktır. Mükemmel olmasa bile daha kusursuz, daha yetkin, daha görkemli olana ulaşmak için tırmanılması gereken merdivenin herhangi bir basamağı...
5.Son olarak dil bilinci ve yazarlık arasındaki olmazsa olmaz bağı bize aktarabilir misiniz? Dili bilmeyen yazar iyi anlatabilme olacağına sahip midir sizce?
FH: Ne güzel söylediniz: Olmazsa olmaz bağ! Dili iyi bilmeyenden yazar olur mu hiç? Nasıl sesleri tanımayandan müzisyen, çizgiyi bilmeyenden ressam olmazsa dili bilmeyenden de yazar olmaz. Edebiyat dille yapılan bir sanattır. Dil, rastgele biçimler oluşturacağımız bir kil çamuru değil, yontacağımız heykelin mermeridir. Bir heykeltıraş mermerin hangi noktasına, hangi hızla vurursa nasıl bir biçim elde edeceğini bilmeden çekici, keskiyi eline almaz. Bir yazar da hangi sözcüğü nasıl bir bağlam içinde kullanırsa istediği etkiyi yarabileceğini bilmeli, en azından sezmelidir.
Sorularımızı yanıtladığınız için +edebiyatkollektifi olarak çok teşekkür ederiz. Yazı yaşamınızda nice yıllara diyoruz.
FH: Ben de çok teşekkür ederim.