* Bu yazı 29 Ara 2023 tarihinde "demokrat Kocaeli" gazetesinde yayımlanmıştır.
Bir gün Perşembe Pazarı’ndan çıkmış elimdeki poşetlerle evime yürüyordum. Önümdeki yaşlı teyzenin poşeti elinden kaydı, içindekiler yere yuvarlandı. Ben biraz uzaktaydım, yanından iki kişi geçiyordu. Biri görmesine rağmen ne eğildi, elini sürdü ne de bir duygu belirtisi gösterdi. Öylece geçti gitti, diğeri ise bütün yardımseverliğiyle yerdekilere eğildi. Tek tek toplayıp, teyzenin eline sağlam halde geri verdi dolu poşeti.
Yaşam bazı açılardan basittir, ya o dökülenlere yardım edersin ya da hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edersin. Yoluna devam eden benim için ‘kötü’ biri demiyorum ama daha kötüsü diyorum: ‘kayıtsız’, ben kayıtsızlardan nefret ediyorum. Dünyayı ve Türkiye ’yi daha kötüye götürenlerin ‘kötü’ insanlardan daha çok kayıtsızların olduğunu görüyorum. Kötüler ve iyiler azınlıkta, dünyayı sessizce yönetenler ‘kayıtsızlar’. Kayıtsızlığın çok avantajlı bir pozisyonu olduğu aşikâr. Açıkça bir taraf olmayı reddettiği için ne iyiliğin bedelini, ne de kötülüğün ağır yükünü taşımazlar onlar. Çalkantılı dönemlerde steril bir hayat sürebilirler, adeta bir film sahnesindeki cansız figürler gibidirler. Her şeyin ortasında, her türlü rezilliğin kıyısında dururlar fakat asla bulaşmazlar. Onlar orada durur, her şey yanlarından akar gider… Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar’da şöyle söylüyordu: “Seyirciler çağında yaşıyoruz albayım…”
Bir hikâyenin yazılması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir suça doğrudan karışmamış, hırsızlık yapmamış, birini öldürmemiş ve bu yüzden de çok temiz olduğunu düşünen birilerinin hikâyesi olmalı. Suç işlenirken devamlı suç mahallinde olan kalabalığın hikâyesi belki de bu. Susarak, karışmayarak, sessiz bir onayla her şeyi kabullenenlerin hikâyesi olmalı. Birey olarak değil, kabalıklarla dolaşanların, kayıtsızların hikâyesi. Aziz Augistunus’in söylediği söylenen bir söz var ki, ilk okuduğum andan itibaren kalbimin tam orasında durur, “Göz bir vicdan organıdır.” Evet göz bir vicdan organıdır, öyle olması umut edilir. Yazacağımız hikâye her şeyi gördüğü halde hiç görmemiş gibi davrananların hikâyesi olabilir. Dediğim gibi kayıtsızlardan nefret ediyorum. Görüp de müdahale etmediğimiz her şey vicdanımızı yok eder…
İyi biri olmak çaba gerektirir, bedel ve emek. İyi olduğunu söyleyenlere Bertolt Brecht “İyi Adama bir iki soru” şiirinde şöyle sesleniyordu, “Anladık iyisin, ama neden iyi?”(…) Ama dediğin ne? Doğrusun, söylersin düşündüğünü, Ama düşündüğün ne? Yüreklisin, Kime karşı? Akıllısın, Yararı kime? Gözetmezsin kendi çıkarını, Peki gözettiğin kimin ki?” Her soruyu kendinize de sorabilirsiniz, anladık iyiyim ama neden iyi? Kime karşı iyisin? Patrona, iktidara, güçlüye, avantajlı olana, çıkarın olana karşı mı? Yoksa aşağıda olana, ezilene, dezavantajı olana, el uzatıp kaldıracağına mı?
Şimdikinden daha iyi bir dünya kurmak istiyorsak kayıtsız değil taraf olmalıyız. İyiye, güzele, estetiğe, dayanışmaya, birlikte yürümeye, temel insan haklarına… Antonio Gramsci de böyle düşünüyordu;
“Kayıtsızlardan nefret ediyorum. Frederich Hebbel’in dediği gibi ‘yaşamak taraf tutmaktır’ bana kalırsa. Bir insan, şehrin dışında ve sadece insan olarak var olamaz. Gerçekten yaşamak yurttaş olmaktır, taraflı olmaktır. Kayıtsızlık irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsız olmak yaşamamaktır. Kayıtsızlardan bu yüzden nefret ediyorum.”