Peride Celal’in Melahat Hanımın Düzenli Yaşamı (1) isimli öykü kitabı ilk defa 1999 yılında basılmış. Peride Celal hayatta olduğu süre boyunca geçinebilmek için her gün öykü yazmış bir kadın yazar. Belki de özellikle bu yüzden, birazdan inceleyeceğimiz Melahat Hanımın Düzenli Yaşamı isimli öykü kitabındaki öyküler gündelik hayattan detaylar barındırıyor ve hayatın sıradan akışı içerisindeki görünmez gerçekleri gözler önüne seriyor. Elbette gündelik hayattan gelen deneyimler de yazarın kendi bakış açısından bize yansıyor. Bu bakış açısının kadın olmaktan gelen toplumsal cinsiyet kimliği ile şekillendiğini söylemekte fayda var.
Peride Celal bu kitaptaki öykülerinde kadınların gündelik hayatlarına bir mercek tutarak ufak alanlarda yaşadıkları pek görünür olmayan deneyimleri odağına alıyor. Bu deneyimler kadınların yaşadığı toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden kaynaklanan meselelerle şekilleniyor. Aslında bu yazıda daha çok kitaba ismini veren Melahat Hanımın Düzenli Yaşamı öyküsünü inceleyecek olsak da tüm öykülerdeki kadın karakterler hayatlarını evlerinin içine sıkıştırmış ve dışarıda vakit geçirmekten ziyade evlerinin içlerinde kurdukları düzeni çekip çeviriyorlar. Bu yönüyle bakıldığında tüm öykülerin kadın karakterleri benzer dertlerle uğraşıyor: her biri sıradan hayatlarının içerisindeki rutinlerini sürdürmeye çalışıyor.
Tabi ki bazen kadınların kendi kendilerine oluşturdukları bu rutinler başka insanlar tarafından bozulabiliyor. Nitekim bu kadınlar rutinlerini ve düzenlerini sürdürmeye çalışırken bir yandan da kendi hayatlarına dair kendi kararlarını alma mücadelesi veriyorlar. Kendilerinin hâkim olabileceğini ufak alanlarda bir özgürlüğe sahip olmak için uğraşıyorlar. Bu öykülerdeki kadınların asıl derdinin erkek merkezli bakış açısına sahip eşleri olduğunun altını çizmekte fayda var. Çünkü zaten evin içine hapsolmuş kadınların hayatı bir de eşlerine hizmet etmekle, kendileri istemese bile eşlerinin sevdiği yemekleri yapmakla geçiyor. Kitaptaki kadınlar, eşlerini çoğunlukla onları eleştiren ve kendi düzenli yaşamlarını bozan insanlar olarak görüyor. Hatta öyle ki kitaba ismini veren Melahat Hanım ancak eşi öldüğünde rahatlıyor!
Melahat Hanım kendi hayatını eşine o kadar adamış ki eşi öldükten sonra bile eşinin ölümün ardından ona olan ödevlerini titizlikle yerine getiriyor (s. 1). Melahat Hanım’ın kendi sözleriyle “bir sürü can sıkıcı iş” olarak tanımladığı ödevler gazetelere ölüm ilanı vermekten, kırkında mevlit okutmaktan, eşinin mezarını en iyi mermerden yaptırmaktan ve kumar borçlarını ödemekten oluşuyor. Bir başka deyişle, kadınların hayat boyu sergilediği ücretsiz ev içi emek, farklı formlara dönüşmekle beraber eşlerinin ölümünden sonra bile devam ediyor. Tüm bunlar bittikten sonra Melahat Hanım özgürlüğe kavuşuyor; hatta kocasının her seferinde yazarına “feminist kokona” diyerek alay ettiği gazetedeki feminist köşeyi bile rahatlıkla okumaya başlıyor (s.5). Gazetedeki bu köşede kadınlar devamlı ev işi yaptıklarından ve kendilerine zaman ayıramıyor oluşlarından yakınıyor. Melahat Hanım artık tüm bunlardan kurtulduğunu fark ederek gazeteyi okurken bir kez daha eşinin ölümüne şükrediyor.
Melahat Hanım hayatı boyunca eşiyle ilgilenmekten kurtulduğu için rahatlayıp, eski evinin tüm eşyalarını sattıktan sonra İzmir’den İstanbul’a taşınıyor ve buradaki evini tamamen kendi zevkine göre düzenliyor: “Mutluluğuna diyecek yoktu. Kurduğu düzeni kimse bozamazdı artık” (s. 3). Nasıl olsa kirletecek kimse yok diye halıları bile açık renk seçiyor, perdeleri hiç kırıştırmadan açıp kapatıyor, kitaplığa renkli ciltli kitaplar diziyor. Yıllarca kocasının sevdiği yemekleri yapmak için mutfağın boğucu sıcağından çıkamayan Melahat Hanım, kocasının ölümüyle birlikte yağlı yemekler yapmaktan, daha sonra kocasının gömleklerinden yağ lekelerini çıkarmaktan ve yıkadığı gömlekleri ütülemekten kurtulduğunu düşünüyor. Melahat Hanım artık tüm angaryalardan kurtulduğunu ve sadece kendi canı için yaşayacağını tahmin etse de hayatındaki bu düzenli akışa darbe indirecek bambaşka gelişmeler oluyor (s. 4). Şimdi de kocasının hayaleti Melahat Hanım’ın peşini bırakmıyor: “Kocasının ağır yemeklerinden kurtulalı midesi bayram ediyordu. Ama garip bir şey vardı: kimi zaman kocasının çok sevdiği sarımsak, soğan, balık, nohutlu yahni kokuları sarıyordu evi” (s. 7).
Etrafındaki insanlar Melahat Hanım’ın kocasının ölümünün ardından gençleşip güzelleştiğini düşünse de Melahat Hanım’ın bu kokuları duymaya başlamasıyla beraber içini bir huzursuzluk kaplıyor. Üstüne, bir gece de rüyasında kocasını görünce kendi elleriyle kurduğu bu düzenli yaşam bozulmaya başlıyor. Melahat Hanım bu huzursuzluktan kurtulmak için farklı farklı yöntemler deniyor: doktora gidiyor, uyku ilaçları almaya başlıyor, okuyup üflüyor ama hiçbiri derdine çare olmuyor. Melahat Hanım en sonunda <em>yakınıp durduğu huysuz, sarhoş, kaba saba bir adamdan kurtulup tam yaşamını düzene koyduğu bir sırada ölüyor ve arkasında pek çok söylenti bırakıyor (s. 13).
Melahat Hanım kocası yüzünden sıkıntı yaşayan tek kadın değil. Hatta bu kitabın içinde bile gündelik hayat deneyimi Melahat Hanım’a benzeyen ve kocasından kaynaklı sorunların yükünü omuzlamak zorunda kalan başka kadınlar da var. Kitabın ilerleyen sayfalarındaki Açık Oturum öyküsündeki Selviye Hanım da küfürbaz, sarhoş kocası yüzünden sıkıntıya düşüyor. Haftada birkaç güç hiç şikâyet etmeden para kazanabilmek için temizliğe gidip ailesine destek olmaya çalışıyor. Toz Duman öyküsünde ismi “Z” olarak geçen bir kadın, kadın olmanın getirdiği sorumlulukların herkesin belleğinde saklı korkular bıraktığını düşünüyor. Kadınların korkuları belleklere o kadar kazınıyor ki kadınlar istediklerini yapamadan yaşamın içinden geçip gidiyor. Karşılaşma isimli öyküde ise bu sefer ismini hiç bilmediğimiz bir kadın, kafasının içini temizlemek için durmadan şiir okuyor. Tıpkı kitapta olduğu gibi gerçek hayatta da ismini bilmediğimiz birçok kadın zaten tam olarak böyle dertlerden muzdarip.
Kitapta, kadınların bu kadar yorulmasının arkasında bambaşka nedenler yatsa da bu nedenlerin hepsi kadınları ezen ve sömüren ataerkil güç eşitsizliklerinden kaynaklanıyor. Kitaptaki öyküler boyunca erkek egemenliğinin hayatın her alanına sirayet edip kadınların hayatını zorlaştırdığını, onları kendi istedikleri biçimde yaşamaktan alıkoyduğunu ve kısıtladığını görüyoruz. Bu bakımdan değerlendirildiğinde toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle şekillenen gündelik hayat deneyiminin edebiyata yansıdığını söyleyebiliriz. Ataerkil toplum yapısının getirdiği eşitsizliklerle şekillenen hayatla mücadele etmenin yollarından bir tanesi de tabi ki edebiyat.
Edebiyat kadınlara hem hayatın bunaltıcı gerçekliğinden kaçmak için bir sığınak oluşturuyor hem de dile getirdiği problemlerle göze çarpmayan ve önemi yadsınan gerçekliklere ışık tutuyor. Kadın yazarlara gelirsek, Peride Celal gibi birçok kadın yazar hepimizin ve isimlerini bile bilmediğimiz birçok kadının her gün yaşadığı sorunları metinlerine taşıyor ve böylece anlatılan bizim hikayemiz oluyor.
(1) Peride Celal, Melahat Hanımın Düzenli Yaşamı, 2020, h2o kitap: İstanbul.