Toplumcu gerçekçilik, Fransızca’daki “realisme socialiste” terimi sosyalist realizm olarak çevrilmektedir. Kolektivizm, yoktan var edilmiş bir akım değildir.Toplumcu gerçekçilik, akımında sanatın toplum açısından işlevsel olması gerektiği düşünülür. Toplumcu edebiyat ile toplumsal edebiyat arasında bariz farklar vardır. Toplumcu edebiyat Marksizm’i katı şekilde benimseyen Marksist bir edebiyat olup toplumsal edebiyat ise Marksist değil toplumsal sorunlara yönelen kısmi Marksist bir edebiyattır. Kültür ve sanatın eşdeğerliği bağlamında Suat Derviş'in bu metni bugünün kadınlık algısı ve kimi 'genel ahlak' bağlamlı tartışmalara da yol gösterici olabileceği aşikardır.
Fosforlu, annesi ve babası belli olmayan sokak çocuğu olarak büyümüş yaşamının ilk yıllarını olağan şekilde geçirmiş ancak daha sonraları bulunduğu şartlar onu hayat kadınlığına yöneltmiştir. Bir gün eserde adı verilmeyen O karakteri ile tanışmış Galata’ya gitmek için para bulamayınca sandalda uyuya kalmıştır. Sabahın erken saatlerinde O karakteri Fosforlu’yu sandalda görür ve Fosforlu’da gayrı meşru çocuğunu daha yeni aldırdığı için O’nun kollarına yığılır. O, Fosforlu’yu evine götürür ve bir hafta ona bakar. Üstelik Fosforlu’yu hiç yargılamaz. Onu yargılamadan siz diye hitap eden ilk kişi O ‘dur. O karakteri de kaçakçı ve idam mahkumudur.Kibar ve insancıl biridir ve Fosforlu’yu hiçbir zaman kötü amaçla kullanmamış hatta kendi yakalanma korkusu ve zor anında bile Fosforlu’yu iyileştirmek için elinden gelenin fazlasını yapmıştır. Hiçbir zaman diğerleri gibi davranmamış onu hayat kadını olgusunda değerlendirmemiştir. Bu nedenle de Fosforlu O’na hayranlık daha sonraları da aşk duygusu beslemiştir.Onun yanında olduğu zamanlarda kendini bir kadın gibi hatta en önemlisi namuslu bir kadın gibi hisseder ancak diğer zamanlarda da hayat kadınlığına devam eder.O ‘nun yanında hayat kadınlığından sıyrılması sokak kültüründen arınması ancak sevdiği adamın yanından ayrıldıktan sonra tekrar eski hayatına geri dönmesi gerçek hayatla hayat kadınlığı karşıtlığını göstermektedir. Fosforlu, eserde güzel bir kadın olarak nitelendirilmiş ancak gayet hazır cevap ve korkusuz, rahat birisidir. Buradan da yazarın sokak ağzını ve argo kelimeleri kullandığını gözlem yeteneğinin olduğunu anlayabiliriz.
Kadınlığa ilişkin hayalleri ve sokak kızı olması Fosforlu’yu romanın ana karakter yapmaktadır. Tüm olumsuzluklara rağmen toplumun baskıcı yapısına karşı bağımsız ve kendine göre ahlakı olan biridir. İnsanları, yaşamayı ve kendisini sever ancak deniz ve yıldızlı gökyüzü onun için bambaşka kapılar açar. Yazar romanda insanlık anlayışını ve insanlığa yönelik kendi dünyasını ortaya koyar. Sevmesini çok iyi bilen ve esirgemeden sevgisini gösteren Fosforlu özgürlüğünden asla ödün vermez. Gerçek dünyada inanılmayacak bir karakterdir. Sadece yaşamının üç dört ayını O karakteriyle geçiren Fosforlu utanma duygusunu insan olmanın etik değerlerini onun yanında yaşadığı için kendini gerçekten insan olarak iffetli biri gibi hissetmiştir. Fosforlu aslında iffetlidir.Kader denilen şey onu bu noktaya getirmiştir. Bu sırada da karşımıza iyilik kötülük kavramları ortaya çıkmaktadır ve ister istemez sorgulamaya sebebiyet vermektedir. Eğer Tanrı isteseydi onu iffetli bir kadın olarak var etmez miydi? Yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen insanlığını içindeki hümanizmi canlı tutmuştur. Adeta O karakteri Fosforlu’ya insan olmanın etik değerlerini hatırlatmış ve yaşatmıştır.
Eserde yer alan en dikkat çekici mekan karakoldur. Sokakta yaşayan insanların dramatize edilmesi, sık sık karakola götürülmek zorunda kalmalarından “ karakol “ mekan tasviri sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. “ Karakolda ayna var “ yargısı, Fosforlu’nun romanını okumayanlar için elbette bir anlam ifade etmez. “ Kız kolunda damga var damga var “ şeklinde devam eden yargı kolundaki damganın nedenini anlayınca bir anlam ifade etmektedir. Kolundaki damganın sevgilisine olan vefa borcundan olduğu ve bunu ayna da gördüğünde O’na olan acısını canlı tutmak için yaptırdığı ortaya çıkmaktadır. Mekan olarak İstanbul sokakları da eserde yer almaktadır. Beyoğlu, Tarlabaşı, Taksim Meydanı, Gümüşsuyu, Dolmabahçe, Harbiye… Çocukluğu Galata Köprüsünde geçen Fosforlu’nun olgunlaştıktan sonrada yaşadığı olaylar için köprü adeta buluşma noktası olmuştur. İstanbul bütün canlılığıyla anlatılmış kendini bildi bileli İstanbul’da yaşayan ve başka kentte yaşayamayacağını düşünen Fosforlu’ya göre bu kent onun baba evi gibidir.
Sonuç olarak yazar siyasi düşünce olarak kolektivizmi benimsemiş ancak romanlarına bunu tam olarak yansıtmamıştır. Roman, hayat kadını olgusunun topluma yansıtılmasıdır. Kimsesizlik, sahipsizlik duygusunun verdiği ızdırapla ve zor yaşam mücadelesiyle hayat kadınlığını tercih ettiğini ele alabiliriz. Sokak çocuğu, hayat kadını gibi söylemler iyi-kötü kavramlarıyla yaşadığı hayat içinde aktarılmıştır. Yazar, alt tabakada olan kesimi işlemiş hem de diğer kesimce anlaşılma amacı gütmüştür. Sahipsizlik olgusu trajedi biçimde okuyucuya açıkça vurgulanmıştır. Hayat kadınlığı kavramına olan toplumsal ön yargı yıkılmak istenmiş ve bireyin iç dünyasına inilmiştir. Fosforlu bencil bir karakter olmamış aksine hiçbir şey esirgememiş ve hayatın silsilesi içinde kaybolmuş kadınlar için bir umut olmuştur. Ancak biliyoruz ki bu dünyada kaybolmuş kadınlar için mutlu son yoktur. Sevdiği adama yardım etmek uğruna ölüme gitmiş çok sevdiği denize kavuşarak geriye de anlamlı dizeleri bırakmıştır.
…
“ Denizlerin kumuyum,
Balıkların puluyum
Aç koynunu, ben geldim Cevriyem
Ben de Allah kuluyum
Morye de Fosforlu
Ben de Allah kuluyum “