2 dakika okundu
Kişisel Olanın Politik Olduğu Bir Anlatı: Türkân Hanım’ın Ölümü/Merve ÇOPUROĞLU

Türkân Hanım’ın Ölümü Selçuk Baran’ın Kış Yolculuğu(1984) kitabının ilk öyküsü. Aynı zamanda, Selçuk Baran’ın bu öyküden yola çıkarak yazdığı üç perdelik oyun Türkân Hanım adıyla 1990-1991 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosunda oynanmış. Hem oyun hem de öykü 2020 yılında Bahanur Garan Gökşen tarafından yayına hazırlanıp kitaplaştırılmış. (1)

Oyun ve öykü, adından da anlaşılabileceği gibi Türkân Hanım’ın ölümünü konu ediniyor ve kendi hayatına son vermesinin etrafında şekilleniyor. İki metnin konusu aynı olsa da öyküde Türkân Hanım’ın ölümünün ardından çevresi tarafından konuşulanlar aktarılırken oyunda Türkân Hanım’ı ölüme sürükleyen olayların gelişimini ve günlük hayatını takip ediyoruz. Bir başka deyişle, öyküde toplum Türkân Hanım’ın bu dünyadaki öznel varlığını göz ardı ederek onun hakkında konuşurken, oyunda Türkân Hanım’ın kendi hayatını onu şekillendiren detaylar ve kendi söylemleri üzerinden inceleyebilme fırsatı buluyoruz. Ben bu yazıda Selçuk Baran’ın kendine has dili ile ördüğü bu iki metni beraber okumaya ve Türkân Hanım’ın ilk bakışta kişisel bir anlatı olarak görünen ölümünün, erkek egemen toplumdaki kolektif kadınlık deneyimi ile nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu anlamaya çalışacağım.

Kitaba geçmeden önce Türkân Hanım’ın oldukça şahsi bir mesele gibi görünen ölümünün arkasında yatan gerçeklikleri daha iyi görebilmek adına toplumsal cinsiyet kavramının gündelik hayatta kendisini nasıl gösterdiğinin üzerinde durmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet, bireylerin sahip oldukları biyolojik cinsiyetten kaynaklı olarak toplumsal hayatta sahip oldukları kimliği, sorumlulukları, rolleri ve sınırlılıkları ifade eden bir kavramdır. Kadınların ve erkeklerin doğuştan gelen özelliklerine göre ayrıştırılması, bu kimlikler aracılığıyla kadın ve erkek bireyler için rollerin belirlenmesi toplumsal cinsiyet kalıpları aracılığıyla gerçekleşir. Toplumsal cinsiyet kalıp yargıları kadınların ve erkeklerin sergilemeleri gereken rolleri belirlerken yarattığı mekânsal ayrışma ile kamusal ve özel alanları ayırıp bu alanları kullanması gereken cinsiyetleri sınırlar.


Kadınların ve erkeklerin “ait oldukları” mekanların toplumsal cinsiyete göre ayrışmasının sonucu olarak ev içi özel alan kadınlara ait, kamusal alan ise erkeklere ait hale gelir. Kadınların doğuştan gelen biyolojik özellikleriyle doğurganlık ve annelik ile ilişkilendirilmeleri sonucu ev içinde vakit geçirip aileleri ile ilgilenmeleri beklenir. Dış dünya, yani kamusal alan, kadınlar için  “güvensiz bir alan” haline gelerek kadınların toplumsal cinsiyet kimliklerine ait rolleri sergileyebilecekleri tek alan ev içiyle sınırlandırılır. Kadınlar ev içinde hem toplumsal cinsiyet kimlikleri için tanımlanmış rollerini sergilerler hem de bu mekânsal ayrışma ile toplumsal cinsiyete dayalı iktidar ilişkileri yeniden üretilmiş olur.

Türkân Hanım oyunda kendisine tüm gün evde mi oturduğu sorulduğunda “Bütün kötülükler, çirkinlikler dışarda. Evimin içi ise korunmalı ve rahat. ... Evimin duvarları beni hep korur” diyerek dış dünyayı ne kadar güvensiz bulduğundan bahseder (s. 19). Kendisine sağlığını korumak için ve arada bir değişiklik olması için yürüyüş yapmasını tavsiye eden doktora değişiklikten hoşlanmadığını, evinin duvarlarının kendisini koruduğunu söyler. Türkân Hanım toplumsal kalıpların belirlediği sınırları o kadar benimsemiş ve doğallaştırmıştır ki bu sınırların dışına çıkmak ona rahatsız edici gelir. Bunu da “Ben sınırsız yaşayamam. Başka yerde ölebilirim” diyerek doğrular (s. 21).

Türkân Hanım zamanını evin içinde geçirdiğinden, evin içinde barındırdığı çoğu eşya onun için bir eşya olmanın ötesinde hayatına anlam katan parçalardır. Örneğin antika koleksiyonu yapar. Fakat bu koleksiyon bir takıntıya dönüşmüştür: “Antika merakı da bir tür saplantı işte. Adına geçmişi korumak, değerlendirmek dense de aldırmayın siz” diyerek bu koleksiyonun onun için geçmişi korumaktan çok daha fazlası olduğunu vurgular (s. 36). Türkân Hanım evin dışındaki dünyayı güvensiz bulduğundan evinin, sınırlarla belirlenmiş güvenli alanının içinde kendisine ait yeni bir dünya inşa etmeye çalışır.

Öyküde ise konuşan Türkân Hanım değildir, onun ölümünün ardından bu konudaki fikirlerini ifade eden insanlardır. Oyun Türkân Hanım’ı ölüme sürükleyen koşulları, öykü ise Türkân Hanım’ın ölümünün ardından konuşulanları aktarma amacı taşıyor olsa da öyküde Türkân Hanım’ın kendisinin ve kendi düşüncelerinin yer almayışının sembolik bir önemi vardır. Türkân Hanım hakkında kendisi dışında birçok kişinin fikrini okuyup Türkân Hanım’ın kendisi hakkında ne düşündüğünü bilmiyor oluşumuz toplumda kadınların sesinin olmayışına benzer. Türkân Hanım da ataerkil toplumda yaşam mücadelesi vermiş bir kadın olarak sessiz bırakılır, hakkında kendisi dışındaki herkes bir şeyler söyler ancak tüm bunlar olurken Türkân Hanım’ın kişisel deneyimine yer verilmez.

Öykü farklı insanların düşüncelerinin olduğu kısımlara ayrılmıştır. Herkes tek tek bu ölüm hakkında ne düşündüğünü açıklar ancak belki de bunlardan en önemlisi Türkân Hanım’ın asıl ölüm nedenini açıklığa kavuşturan Fahir Duran isimli karakterdir: “Bence kadın için intihar başka bir  anlam taşır: Kadınlar yorulunca intihar ederler. Bir kadının yorulması korkunç bir şeydir. Çamurlu alanlarda yapılan talimlere filan benzemez. Bunu sen anlayamazsın, bir erkek anlayamaz” sözleriyle toplumsal cinsiyet kimliğinin kadınlara getirdiği ağır yükten bahseder (s. 87). Bu kısa alıntıdan da anlaşılabileceği gibi Türkân Hanım’ın ölüm sebebi üzerinde ne kadar konuşulursa konuşulsun rahatça anlaşılacak bir durum değildir, bunu anlayabilmek için kadın olmanın ne demek olduğunu bilmek ve bu yükleri deneyimlemek gerekir.

Sonuç olarak, edebiyat toplumsal gerçekliği yeniden üreten bir araç olarak kadınları evin içine hapseden erkek egemen yapıyı okuyuculara yansıtır. Türkân Hanım’ın erkek egemen toplumdaki deneyimi, onu bunaltarak evin içine hapseden normatif yapı, evin dışındaki sosyal hayatın Türkân Hanım’a güvensiz gelme nedenleri ilk bakışta biricik ve yalnızca Türkân Hanım’a ait bir toplumsal gerçeklikmiş gibi görünse de içinde yaşadığımız ataerkil kurgu tüm kadınlar için ortaklaşan bir ezilmişlik deneyimi yaratır. Türkân Hanım da kendi kişisel gerçekliğinin arkasında yatan toplumsal eşitsizliklerden kaynaklanan yorgunluktan ve sıkışmışlıktan dolayı bu anlatıda hayatına son vermiştir. Dolayısıyla feminist edebiyat hem kadınların kolektif gerçekliğini aktaran bir araç olarak hem de kişisel anlatıların aslında ne kadar politik olduğunu gösteren bir anımsatıcı olarak toplumsal hayattan dışlanan öznelerin yolunu aydınlatmaya, görmezden gelinen gerçeklikleri görünür hale getirmeye devam etmektedir.

(1 ) Türkân Hanım’ın Ölümü, 2020, Yapı Kredi Yayınları.