Kalenin içine girince Şair Hüseyin Yurttaş’ın dizeleri karşıladı beni: “ O kutsal zeytinlerin yağı ve bulanık şarap/ İncir ve üzüm/ Öte yakasında bu maviliğin/ bu testiyi, bu testileri/ bu gemiyi, bu gemileri/ hep doldurdu/ hep dolduracak”
Sıra sıra dizilmiş amforalar. Kimi Kenanlılardan, kimisi Mısırlılardan kalma. Anadolu insanının kullandığı testinin iki kulplu olanı. Kenanlılardan kalma olanların çoğu mühürlü. Amforayı yapan ustanın bir de işareti var.
Amforalara dokunuyorum. Binlerce yıl öncesinin ustası belki de sanatçısıyla iletişim kurmanın zevki iliklerime dek işliyor. Onunla el şıkışmış gibi oluyorum. İçinde neler taşımamışlar neler: tuzlama balık, zeytinyağı, şarap, kuru üzüm, sumak... Homeros da Odysseia adlı destanında amforalardan iki kulplu testi diye söz eder: Şarabı iki kulplu testilere koydurt...
Şair İlhan Berk, bir yazısında Bodrum’dan, tarihte sürgün yeri olarak kullanıldığından söz eder. “ Şimdilerde, Bodrum’a hiç kimse sürgüne gönderilmiyor. Bodrum’da sürgünü yaşayanlar, fermanlarını kendileri imzalamışlar. Daha doğrusu ‘ Gönüllü Sürgün’lerle dolu Bodrum günleri ve geceleri şimdi. Öyle bir sürgün ki Bodrum; sevgilerin masmavi haritası düşlerin mavi gözlüsü ve mavi derinliklerin çiçeği gibi...”
Bodrum’a gidince sığınacağım, kendi sürgün cezamı vereceğim yer, ünlü kalesidir. Gürültüden, kalabalıktan uzak bir yer. Kalenin içindeki ağaçların altına oturur, dinlenmenin zevkini çıkarırım. Kale içinde çok eski çağlardan kalan insanların telaşlarını duyar gibi olurum. Sağa sola koşuşturan insanların sesleriyle çınlar kalenin içi. Duyumsarsınız ama ses duymazsınız.
Güneş ışınları, ağaçların dalları ve yapraklarıyla kıyasıya bir mücadeleye girmiştir. Şimdilik ağaçlar galip gelmiştir. Ağaçların gölgesinde, kitap ve gazete okumanın keyfi bir başkadır. Arada bir kanada kalkan güvercinlerin kanat sesleri sessizliğin fon müziğidir.
Kale içinde sığındığım en güzel yerler kulelerdir. Kuleden içeri adım atar atmaz, gün ışığı hükmünü yitirir. Mum ışığıyla karışık loş bir mutluluk karşılar sizi. Mutluluk, bir ezgi eşliğinde dalga dalga yayılır. Çalan ezginin Mozart, Weber, Çaykovski olması hiç de önemli değildir. O atmosfere uyum sağlamasın yeter.
Şansınız varsa demir parmaklı pencerelerin kıyısında yer bulursunuz. Demir parmakların ardındaki Bodrum ayağınızın altındadır. Demir parmaklıkların ardından bakınca gel de karar ver. Bodrum mu hüküm giymiş, bizler mi? Karşı penceye bakarsınız, meltem mavisine bürünmüş engin bir deniz uzanır. Çok uzaklarda bir sis tabakası, daha uzağı görmenizi engeller.
Pencereden Bodrum’u izliyorum. Dağ taş göz alabildiğine beyaz, bembeyaz beton ormanı. Her şey tuz rengidir. Gözüm başka renkler arıyor, geçmişe dalıyorum. Öğrencilik yıllarımın Bodrum’u, betonlar arasında yitip gitmiş. Nerede tarımla uğraşan insanlar, güzelim Bodrum evleri, begonvilyaların insana gülümsediği günler? Kulenin penceresinden dalıp gidiyorum. Ayağımın altındaki Bodrum’dan, eskilerden çok izler kalmış belleğimde. Benim için bir anılar mahzeni olarak çıkıyor karşıma. Elimdeki bardaktan her yudum alışta, anılar canlanıyor karşımda. Mahzene iniyorum kuşkusuz. Bir loşluk karşılıyor beni. Yıldızlar aydınlatıyor düşlerimi, anılarımı...
Deniz tarafındaki pencereden, meltem mavisi denizin sonsuzluğa uzandığı sanısına kapılıyorum. Pencereye bazen bir yelkenli yakalanıyor. İşte o an bir tablo uzanıyor önümde ressamı belli olmayan. Sis perdesinden Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu’nun çıkıp gelmesini bekliyorum. Mutlaka Mavi Yolculuk’tan geleceklerdir.
Görmeseniz bile hayallersiniz. Bodrum çarşısı yine capacanlıdır. İnsanlar, salkım saçaktır günün hangi saati olursa olsun. Kulenin penceresine çok yakın uçan bir martı sizlerden bir şeyler bekler. Düşündükçe içinizde binlerce kuşun kanada kalktığı kişiye selam
yollarsınız. O an bir gökkuşağı oluşur, çepeçevre sarar körfezi. Bodrum’un bir ucundan öte ucuna. Sevgi üzerine sözler söylemek istersiniz. Yine o dost martı görevini yapacaktır. Alır o sözü, gökkuşağında tatlı bir iz bırakarak hedefine yönelir…
Akşamın ölgün vaktidir artık. Güzel bir renk cümbüşünde yitmek üzeredir gün. İçerideki mumların saltanatı artmıştır. Akşam alacası Bodrum’un üzerine düşerken, yapay ışıltılar cümbüşü başlamıştır. Biraz sonra hava iyice kararacak. İnsanlar, daracık sokaklarda bir ileri, bir geri manevra yapacaklar. Yürümekte zorlanacaklar... Gece çılgınlıkları başlayacak, gökte yıldızlar göz kırparken. Sabaha dek sürecek gürültüye hazırdır Bodrum... Uyuşturucu kullanma yaşı on ikilere düşmüş, çok küçük yaştaki kızlar seks köleleri olmuş, diskolarda çılgınlık adı altında nice rezaletler yaşanıyormuş, kimin umurunda?
Kulenin içinden deniz tarafına bakıyorum. Sis bulutu içinden Hürriyet Teknesi görünüyor. Mavi Yolculuk ekibiyle Bodrum’a dönüyorlar. Hepsinin de yüzü asık. Yüzlerinden düşen bin parça…
Halikarnas Balıkçısı, ünlü merhaba’sını yolluyor. Ekibin öteki kişileri el sallıyorlar isteksizce. Tüm Bodrum bu sesle yankılanıyor. Kaç kişi görüyor teknedekileri, kaç kişi el sallıyor onlara?
Merak ediyorum, kaç kişi duyuyor Balıkçı’nın MERHABA’SINI...