3 dakika okundu
Mitin, Masalın ve Coğrafyanın İzinde Cevat Şakir'i Okumak/						Erinç BÜYÜKAŞIK

Bu yazı aynı zamanda Papirüs dergisinde dosya dahilinde yayımlanmıştır.

Halikarnas Balıkçısı'nın dil ve anlatım bağlamında ele alındığında yazarı kuşkusuz temsil eden kavramın şiirsel ve lirik bir söylem olduğunu söylemek mümkündür. Yazar, yapıtlarında genellikle deniz, Ege kıyılarının kasaba ve taşrasını insanları ve kültürüyle konu edinmiştir. Balıkçı’nın metinlerindeki söz konusu şiirsel dil, güçlü bir gözlem gücüyle şekillenmiştir kuşkusuz. Halikarnas Balıkçısı'nın dili, zengin ve renkli bir dildir. Yazar, roman ve öykülerinde Anadolu’ya özgü ve özellikle Ege coğrafyasının yerel söyleyişlerini de yansıtan birçok sözcük ve deyimden yararlandığını da söylemek mümkündür... Onun yazınsal dili ve izleğini belirleyen biçemi, okuyuculara denizin, Ege kıyılarının ve Ege insanının birçok “çatışmasını” da besleyen doğa-insan ilişkisi ve denizle mücadeleyle de içkindir kuşkusuz.

Söz konusu lirik ve şiirsel bir anlatım yer yer masalsı bir anlatımla da zenginleşirken kuyuculara denizin, Ege kıyılarının ve Ege insanının masalsı bir atmosferini sunmaktadır. Halikarnas Balıkçısı'nın dili ve anlatımı, eserlerine özgün bir karakter kazandırmıştır. Yazarın dili ve anlatımı, okuyuculara denizin, Ege kıyılarının ve Ege insanının güzelliğini ve masalsı atmosferini sunmaktadır.

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Türk edebiyatının en önemli öykücülerinden biridir. Öykülerinde, genellikle deniz, Ege kıyılarının insanları ve kültürünü konu edinmiştir. Öyküleri, şiirsel bir dil ve güçlü bir gözlem gücü ile yazılmıştır.

Halikarnas Balıkçısı'nın öykülerinde denizin dinginliği, huzuru çoğunlukla yerini hırçınlığı ve “deniz yolculukları”ndan dönemeyen baba ve oğul figürlerine dönüşürken geleneğin, taşradaki sıkışmışlığının, kültürel ve geleneksel kodların bir hayli baskın ve güçlü olduğu da görülebilir kuşkusuz. Bu noktada Halikarnas Balıkçısı'nın "Anadolu Efsaneleri" kitabında yer alan karakterleri kaydetmek yerinde olacaktır elbette. Mitikleşen ve Anadolu mitolojisiyle ilişkilenen söz konusu “deniz insanları” ve Ege kasabaları üzerine yazarın temel yaklaşımı şunlar olagelmiştir.

  • Denizciler: Denizciler, kitabın en önemli karakterlerinden biridir. Denizcileri, Ege kıyılarında yaşayan ve denizle iç içe yaşayan insanlardır. Denizciler, güçlü, cesur ve çalışkan insanlardır. Denize olan sevgileri büyüktür.
  • Balıkçılar: Balıkçılar, denizciler kadar önemli bir karakterdir. Balıkçılar, denizcilerle birlikte yaşayan ve denizle geçimini sağlayan insanlardır. Balıkçılar, denizciler kadar güçlü ve cesur değildirler, ancak denizin inceliklerini çok iyi bilirler.
  • Köylüler: Köylüler, denizciler ve balıkçılardan farklı olarak denizle iç içe yaşamazlar. Köylüler, Ege kıyılarında yaşayan ve dağlarda yaşayan insanlardır. Köylüler, denizcilerden ve balıkçılardan daha sakin ve huzurlu insanlardır.
  • Efsaneler: Efsaneler, kitabın en önemli unsurlarından biridir. Efsaneler, denizciler, balıkçılar ve köylüler tarafından anlatılan hikayelerdir. Efsaneler, denizin, Ege kıyılarının ve Ege insanının öyküleridir.

Mavi Anadoluculuğun etkisiyle tarih, mitoloji ve Anadolu perspektifiyle şekillenen Halikarnas Balıkçısı metinlerinde “tarih” algısı çocukluğundan başlayarak yazarın tarihe merakıyla da ilgilidir. tarihçi ve yazar Şakir Paşa’nın oğlu olan ve bu iki önemli zâtın da isimlerini taşıyan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın tarihe merak duyması şaşırtıcı bir durum değildir. Oxford Üniversitesi Yakın Çağlar Tarihi bölümünde eğitim almayı ailesinin isteği nedeniyle kabul etmiş olsa da ilerleyen dönemlerde en büyük aşkı deniz ile tarih disiplinini buluşturmayı başaran Halikarnas Balıkçısı, ortaya koyduğu pek çok araştırma yazısı ile bugün bile ülkemizin önemli Akdeniz havzası tarihçilerinden biri olarak var sayılmıştır. Duygusal bir milliyetçilik örüntüsüyle Türk Tarih Tezi’ni birçok noktada tartışan ve onaylamayan Mavi Anadolucular için (Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat çevresinde toplanan) Türk Tarih Tezi’nin bilimsel açıdan tartışmalı olan bazı kabullerini de sahiplenerek Türk kimliğinin batı ile olan ilişkisine yeni bir anlam katmayı yeğlemişlerdir. Bu Öncelikle batıya uygarlığı götüren Orta Asya’dan göç eden Türk boyları değildir, fakat Avrupa medeniyetinin kökeni sayılan Yunan uygarlığının beşiği Anadolu’dur. Mutlaka dâhil olunması gereken Batı uygarlık kaynağının Yunan’da değil, her anlamda Anadolu’da doğup geliştiğini kanıtlamaya çalışmışlardır. Bu üçüncü dalga Anadoluculuk’ta etnik tarihe karşı toprağın erdemi düşüncesiyle beslenen duygusal bir milliyetçiliği okumak mümkündür. Bu anlamda Halikarnas Balıkçısı’nın “Turgut Reis”i hem söz konusu ideolojik referans üzerinden hem de Ege’nin “deniz” miti çerçevesinde irdelenebilir üstelik. Büyük Türk denizcisi Turgut Reis bir roman kahramanı olarak ortaya çıkarılırken Halikarnas Balıkçısı’nın tarihî bilgi ve belgelerden yararlandığı görülür. Zaten II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman dönemlerinde yaşayan Turgut Reis’in başından geçen olaylar romanda da kronolojik olarak yer alır.

Balıkçı, “Turgut Reis'in hayatına dair bilinenleri, doğduğu, yaşadığı bölgeyi iyi bilen bir yazar olarak, kurgulama gücüyle birleştirir. Bu bağlamda Turgutca’ nın doğumu ve isim alma töreni yazarın geleneğe dayalı yaşama biçimini tarihsel veriler ve belgeler ışığında tüm yönleriyle yansıtır okura.” Çocukluğu iki eski korsan olan Kör Ali ile Tahtabacak’ın (Hüsam Kaptan) denizlerdeki maceralarını dinleyerek geçen Turgutca, anne ve babasının beklentilerinin aksine yaşamını bu köyde bir sürü başında çobanlık ederek değil, açık denizlerde hür bir korsan olarak geçirmek niyetindedir. Söz konusu tarihsel romanda yazar denizin belirlediği kahramanın yazgısından söz açarken Turgut Reis’in tarihsel kişiliği çerçevesinde yine “deniz insanları”nın “deniz”le iç içe yol öyküleri karşımıza çıkar. Romandaki “deniz” tahakkümünün en somut kanıtı Kanunî Sultan Süleyman’ın bile buyruğuna girmeyi reddeden Turgut Reis’e eser boyunca tahakküm edebilen tek gücün deniz oluşuyla ortaya çıkmaktadır. Turgut Reis de ömrü boyunca denizi dizginlemeye çalışmıştır. Bu hem bir çatışma hem de bir bütünleşme hâli olarak belirir. Yapıtta bu durum Turgut Reis ağzından şu şekilde aktarılmaktadır.

“Ben senin ve fırtınanın çocuğu değil miyim?... Gözlerim senin köpüklerine açılmamış mıydı? O andan itibaren seni yurdum saymamış mıydım? Düşünceli sessizliğimin dev arkadaşı sen değildin de kimdi?”

(Halikarnas Balıkçısı, 2011:228).

Akdenizlilik teziyle ilişkili olan yazarın tüm metinleri adına şu ifadeleri kullanmak uygun olacaktır.. Yazarın sözü geçen kavram ve izlekleri bütünüyle ele aldığı ve Şadan Gökovalı’nın büyük bir emekle hazırladığı Altıncı Kıta Akdeniz adlı  kitabına değinilmelidir. Kitapta özellikle Balıkçı’nın Louis Bayle’e yazmış olduğu mektubu ve “Akdeniz’ in  Ebedî Gençliği” adlı yazısı, üzerinde durmak gerekir. Bunun yanı sıra otobiyografik özellikteki  Mavi Sürgün’de bu konuların ele alınıp değerlendirilmesinde öne çıkan diğer bir yapıt olarak incelemeye dâhil edilmiştir.  Bu metinlerde Balıkçı’nın nasıl bir kimlik kurguladığı, dünyadakiAkdeniz  çalışmaları literatürünün eleştirel bir değerlendirmesi ve bu çalışmaların Türk edebiyatındaki tarihsel alımlanışı ışığında ele alınmıştır. Yahya Kemal Beyatlı ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ nun 20. yüzyıl başlarındaki Nev Yunanîlik teziyle de yakınlık barındırsa da Balıkçı’nın içinde bulunduğu Mavi Anadoluculuk hareketinin Akdeniz’in estetize edilmiş ve içselleştirilmiş bir mekân olduğu düşüncesine dayandığı söylenebilir.

Balıkçı’nın Akdenizlilik tezi çerçevesinde merkezîleştirdiği ve hatta idealize ettiği söz konusu Ege ve Akdeniz coğrafyası, bir ışık metaforu etrafında Akdeniz havzasını aydınlatarak şiirsel bir imgenin kurucusu olmaktadır. Dolayısıyla Halikarnas Balıkçısı’nın Akdenizli olmanın ve bir  kimlik  bağlamında Akdenizlilik düşüncesinin âdeta poetikasını şekillendirir.

Elbette Balıkçı’nın metinlerindeki mitolojiye başvurma halinin arka planında yine 1912’de Yahya Kemal’in Fransa’ dan dönüşü ve Yakup Kadri ile tanışmaları edebiyatta Nev-Yunanilik adı verilen yeni bir akımı başlatması etkili olmuştur. Her iki yazar da Yunan mitlerine başvurulması ve edebî eserlerin oluşumunda bunları model almamız gerektiği yönünde düşüncelerini ortaya koyarlar. Mavi Anadolucular, Yunan Mitolojisinin Anadolu’dan doğduğunu ileri süren bir tezle ortaya çıkarlar. Bu girişim Mavi Yolculuk, Mavi Hümanizma olarak da adlandırılır. Vedat Günyol Mavi Yolculuk’u şu şekilde tanımlıyor:

“Mavi yolculuk, Anadolu ’nun Ege denizi ve Akdeniz kıyılarında yeşermiş ilkçağ kültürlerinin mirasını özümsemiş bir avuç ilerici aydınımızın, bu mirası Türkiyeli insanlarımıza kısa yoldan benimsetmek amacıyla kıyılardan başlayıp içerilere doğru yaptıkları yolculuğun adıdır.”

Günyol, Mavi Yolculuk’un Halikarnas Balıkçısı’nın önderliğinde başladığını belirtirken Yunan mitolojisi olarak görülen kültürün Anadolu’ya ait olduğu ve Yunanlı olarak görülen ozanların Anadolulu olduğu tezini de vurgular. Anadolu’nun güzelliğinden, geçmişinden ve kültüründen söz açarken Beşir Ayvazoğlu’nun da ifadesiyle “Halikarnas Balıkçısı, Osmanlı düşmanlarının Hellenizm bayrağı altında birleştiklerini bilmektedir. Bunun için, Yunanlılara mal edilen medeniyetin aslında onlarla hiçbir ilgisi bulunmadığını ve doğrudan doğruya İyonya’nın malı olduğunu ispat etmek için Anadolu’nun Sesi (1971), ve Hey Koca Yurt (1972) adlı kitapları yazarak” Tanzimat’la beraber aydınlarda oluşan Avrupa merkezli bakış açısına karşı çıkar ve Batı romantizminin kökeninde dinsel bağnazlığın bulunduğunu savunur. Bu bağlamda Cevat Şakir, tüm metinlerinde Akdeniz ve çevresini tarihsel ve mitsel ögeleriyle işlemeyi yeğler. Yunan mitolojisi ile Anadolu’da var olmuş kültürler arasında bağlantı kurarak tezini örneklemeye çalışan yazar, Sümerler’in Gılgamış Destanı ile Homeros’un Odysseia destanı arasındaki benzerliklere dikkat çektiği gibi Zeybekler ve Bakkhos arasındaki ilişkiyi de incelemeyi yeğlemiştir.

Mitle kurulan ve “deniz”in ana kahraman olduğu Cevat Şakir metinlerinde Ege ve Yunan mitolojisinin oldukça Anadolulu kahramanları, tanrıları ve tanrıçaları Afrodit, Apis, Ares, Artemis , Athena, Dionysos gibi hem Egeli hem de Akdeniz’li mitik figürler, tanrılar ve tanrıçalarla Halikarnas Balıkçısı’nın birçok eserinin “şimdiki zamanı”na taşınır. Yazarın tüm varlığı bu noktadan sonra Ege ve Akdeniz coğrafyasının mitleri, tarihi, arkeolojisi ve eserlerindeki yansımaları olagelmiştir. Bu noktada Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) ve üyesi olduğu Şakir Paşa ailesinin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzayan şaşırtıcı hikâyesi üzerinden başlayan yazarın yazı yolculuğunu konaklardan yoksulluğa, iktidardan esarete uzanan bir yaşam çizgisi üzerinden izlemek gerekir. Bodrum’un yeşilini oluşturan ağaçların gizemini, mitoloji, tarih, felsefe günlerini, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat’lı yılları, yazarın aşklarını, kavgalarını ve her şeye karşın şiir tadındaki coşkulu bir yaşam öyküsü bu çerçevede ele almak mümkündür.

Karanlığa inat çıkılan mavi yolculuklar tam da Ege ve Akdeniz’in hazine değerindeki öyküleri, mitleri, masal ve efsanelerine de kapı açar.