2 dakika okundu
Sır, Kendini Ele Vermeye Teşnedir/Mahmut Şenol*

*Bu yazı daha önce mesele e-dergi'de yayımlanmış ve yazarın isteğiyle kolektif sayfalarında yer almıştır.

Sır, iki kişi arasındadır ama hiç uslu durmaz! Hep kendisini ele vermeye isteklidir. O yüzden iki kişiden birisi bu dünyadan elini eteğini çekmeden sır sessizliğe gömülmez.  Gerçi tek kişinin bildiği sır da sessiz kalmaz, bir fırsatını bulunca, dilin kemiği yok ya, ortaya çıkıverir.

Tiyatromuzun kadim ve kurucu isimlerinden rahmetli Güngör Dilmen ’in 1959 tarihli Midas’ın Kulakları adlı eserinden bunu biliyoruz; tiyatro en iyi öğretmendir:

Frigya Kralı Midas’ın herkesten, hani şu Fransız İhtilali sembolleri arasındaki Frigya şapkasını giyerek sakladığı kulakları eşek kulağıdır; zira evvelden, tanrılar onu eşek kulağı takarak cezalandırmıştır.

Sadece berberi onun kulaklarını görür ama kimselere söylemesi ne mümkündür.

Sır onu rahatsız eder, dürtükler, ince ince iğne batırır, haydi beni söylesene, haydi durmasana der ve bir gün berber ıssızlığın ortasında bir kuyunun kapağını kaldırıp içeriye defalarca seslenir:

“Midas’ın kulakları, eşek kulakları…” 

Kahkahasını da basar, berbercik…


Kuyu bu sırrı yankılatır, dışarı kaçırır, dışarıdaki sazlıklarda kamışlar bu sözleri şehre kadar taşır. Herkes işitir…

Sonra mı, sonrası mâlum; berberin kelle sepete düşer…

Sırrın ikiden fazla sahibi olunca durum daha da vahimleşecektir. 

Bir tarafından yırtık perde gibi eprimiş kumaş dikiş tutmaz, öyle ya da böyle gerçek ben buradayım diye çalım satarak meydana çıkar. 

Hele aile sırları hiç örtbas etmeye gelmez; kuzen değilse yeğen, hala değilse teyze, amca değilse içgüveyi bacanaklardan birisi fısıldayıverir.

Bilmez değilsiniz, haydi saklamayalım birbirimizden, ailelerde ne tacizler ne tecavüzler, neler yaşanır da kol kırılır yen içinde kalır diye sus pus olurlar. 

Ensest ilişkilerin bir istatistiği var mı, bu da bilinmez! 

Bunların üzerine cesaretle gidecek kimse yok mudur, vardır, merak etmeyin: Edebiyatçılar ve tiyatrocular bu işi ustalıkla yapar, onlar cesur yürekleriyle bu karanlık tarafı faş etmeyi gayet iyi becerir.

Bir tiyatro adamı, Tunç Şahin bir aile sırrının peşine düşüp oyununu yazmış, üstelik yönetmiş, ortaya CANAVAR başlıklı bir oyun çıkarmıştır; herkesin kirli çamaşırını sakladığı yerde o tertemiz yıkanıp havalandırmaya asılmış iç çamaşırları ve elbiseler gibi gözümüze göstere göstere, bir yaraya parmak basmaya cesaret etmiştir.

Tek perdelik, 80 dakikalık oyunda bir ailenin hayatta kalmış kuzenleri bir araya gelip geçmişte yaşanan bir tacizi, tecavüzü, üstü aile büyüklerince örtülen bir karanlık tarihçeyi ortaya çıkaracaklar; tiyatro izleyicisinin önünde hesaplaşacaklardır.

Tunç Şahin oyuna bir hafif komediyle başlıyor, taşra kentlerinden birisinde birlikte yaşayan kuzenleri iki kız kardeşin evine konuk gelen dayı oğlu, ünlü yazar Kemal Sönmez’in ziyaretiyle olay sarmalı tırmanıyor. 


Kemal Sönmez yeni romanının başlığını çoktan koymuştur: Canavar!

Zira ailelerinde bir vakitler bir canavar dolaşmıştır, yeğen-kuzen demeden bütün çocukları taciz etmiştir.

Romancı Kemal yeni romanı için ailede duyduğu kimi söylentilerin peşindedir ve bunları yavaş yavaş ortaya açıp iki kadın kuzeninin de enişteleri tarafından tecavüze uğradığını onlara söyletmeye çalışıyor; tepki alıyor haliyle…

Sonra gömlek tersine dönüyor ve anlaşılıyor ki aslında roman yazarı Kemal… 

Neyse, buradan sonrasını söylememeli…

Kemal Sönmez’i canlandıran Hakan Emre Ünal’ın muhteşem oyununa, kuzenleri rollerinde kız kardeşler Aslı -Tülin Özen- ve Derya -Gülçin Kültür Şahin- eşlik ediyor. 

Derya’nın zeki karakterine, ablası Aslı’nın otoriter ve dikte edici müdahaleleriyle oyunun neşesi yerine geliyor, yoksa geçmişte ailenin çocuklarına evin odalarının karanlık köşelerinde, SUS sesini çıkarma diyen ve artık hayatta olmadığı için hesap da sorulamayacak o kirli enişteyle baş başa kalınması ne fena! 

Tunç Şahin her şey ortaya çıkıp anlaşıldıktan ve seyirci de bir Katharsis’e uğradıktan sonra, oyununu birden ustaca yumuşatıp, tatlı bir finalle bitiriveriyor.

Kuzenler hep beraber bir sofraya oturup, Aslı’nın oyun başlarken fırına attığı KAPAMA yemeğiyle bir güzel taam ediyorlar, karınlarını doyuruyorlar.

Ne de olsa hayat devam ediyor, bunun acıkması da var susaması da…

Romancı Kemal, “Midas’ın Kulakları Eşek Kulakları” demiş bulundu bir kere, biz seyirciler orada hepsini öğrendik. 

Sır iki kişiliktir ama bir gün birisi ağzından kaçırıverir; hele üç kişilikse, eyvah eyvah…