*Berger'in "Sanatla Direniş"inin hatırlattıkları
Bir süredir kendime döndüğümün farkındayım. Daha çok kendimi sağaltıcı eylemler peşindeyim çünkü. Ama bencillik etmiyorum gördüğünüz gibi, “bana iyi gelen sana da iyi gelsin” diyor ve deneyimlerimi paylaşıyorum. Çoğunuz fark etmiyorsunuzdur ancak zor bir sürecin içerisinden tek başıma geçiyorum. Çoğu zaman tek başına. Böyle söyleyerek yanımda olanlara haksızlık ettiğimi düşünüyorum bazen. Ancak etrafımdakilerin bana yalnızlığımı daha çok hatırlattığı anlar yaşıyorum. Olmasaydınız daha iyi olurdum diyeceğim insanlarımın olduğunu fark ettiğimde hele…
Bu hissi yaşadığımda çok acıdı canım. Sonra, acılar tanıdık olduğunda yani, eskisi gibi, daha doğrusu ilkinde olduğu gibi acıtmıyor biliyor musunuz… Elbette hepsi bu kategoride değil, bazıları kabuk bağlamasına dahi izin vermeyen hırçınlıkla yaklaşıyor, bazıları ise yaranın başucunda oturuyor ve tam kapandı diyecekken kaldırıp kanırtıyor yeniden. Bunlar bile çoklu hisler yaşatıyor insana. Nasıl mı? Hani çocukken annenizin hiç acımayacak deyip de tamamen haylazlığınızın sebebi olan dizinizdeki yaranın kurumuş kanıyla bütünleşmiş yara bandını bir anda çekişi var ya, o nun acısına benziyor. Tek suçlusu olmayan, sizin de el attığınız yaraların acıları…
John Berger okuyorum bir süredir. “Sanatla Direniş” başlıklı kitabında tam da yaşadıklarımı isimlendirebileceğim türden denemelerini derlemiş. İyi ki edebiyat var, iyi ki sanat… Ve gerçekten de Berger’in söylediği gibi, “Cehennem, içeriden geçersiz ilan edildiğinde, cehennemliği son bulur.” Ben de öyle yapıyorum, yarattığım kendi cehennemimden çıkıp eskiden başkalarından beklediğim ilgiyi kendime gösterip, bütün yaralarıma üflüyorum. “Üzülme, yakında hepsi son bulacak!” diyorum. Öyle de oluyor.
Zamanla, zaman gibi geçip gidiyor bütün acılar. İzi kalıyor elbet ama onun da çaresi var. Kitaplar en iyi merhem bence. Okuyunca yalnız olmadığınızı keşfediyorsunuz. Asırlar önce, kıtalar ötesinde yaşayan birinin hayat hikayesini okuduğunuzda iyileşmeye başlıyorsunuz.