*Kurtuluş Savaşı ve Bağımsızlık Mücadelesi'ne ithafen kaleme alınmıştır.
Cumhuriyet romancılığının temelleri kuşkusuz Kurtuluş Savaşı ‘nın siyasal ve toplumsal izleğini metnin tematik öğesi olarak belirleyen dönem yazarları tarafından atılmıştır. Bu bağlamda tarih-roman bağlamını irdelediğimizde karşımıza hem tarihsel belgeciliğin izlerini romanına yansıtan hem de kendi kurgu dünyasında siyasal tavırlarını yansıtmayı gerekli bulan iki yazarın adını anmak gerekir. Bunlardan ilki Yakup Kadri, diğeri ise kuşkusuz Halide Edip ‘tir. Halide Edip romanımızda kendi siyasal gelgitleri kadar, kadının özneleştiği metinlerinde adeta kendi öncüllüğünü de ortaya koymaya çalışmıştır.Bu öncüllük Süleymaniye Mitingi ‘nin cesur hitabetçisi olarak karşımıza çıkmasıyla çok daha somutlaşmaktır. Halide Edip ‘in aslında tüm metinlerinde kadın kahramanının ta kendisi olarak görmek de mümkün. Ateşten Gömlek ‘in Ayşe ‘si, Sinekli Bakkal ‘ın Rabia ‘sı, Vurun Kahpeye‘nin Aliye ‘si tam da Osmanlı geleneğiyle batılı aydın arasında ‘araf ‘ta olduğu kadar aydınlanmacı sayılması gereken Halide Edip ‘in kişilik unsurlarını bize göstermektedir. Gerici ve muhafazakar olana karşı, geleneği reddetmeyen bu batılı tutum, bu metinlerin ana söylemini de oluşturmadır böylece.
Türk romancılığının Osmanlı aydınlanmasıyla başlayan gelişim çizgisinde batıcıl tavır her ne kadar Tanzimat ‘tan itibaren kadının kimliğini toplumsal algının dışında vermeyip, kadını gelenekçi çizgiyle birleştirmiş, Ahmet Mithat gibi ‘namus, etik ve mağduriyet ‘ paradoksu içinde kadına bir yer biçmiştir. Bu çizginin kırıldığı nokta kuşkusuz ki Halit Ziya ‘nın Aşk-ı Memnu ‘sundaki Bihter olmuştur. Yazar tarafından yargılanmayan, ölümü Anna Karaninavari bir trajediyle belirlenen bu tip Halide Edip ‘teki ana karakterler gibi kendi yazgılarını belirleyemez kuşkusuz: ancak Tanzimat ‘ın ilk dönem romanlarındaki töresel yaklaşım da yıkılmıştır Hait Ziya ‘nın metinleriyle. Elbette Osmanlı kültürünün romana biçtiği saray, konak ve mahalle arasındaki seyir cumhuriyet romancılığında da mekansal değişimleri beraberinde getirecektir. Anadoluculuk kadar roman adına Osmanlıyla hesplaşma çabası hem Yakup Kadri hem de Halide Edip romancılığı için geçerlidir. Halide Edip ‘in batılı eğitim eğitim modeliyle yetişen farklı bir Osmanlı kadını çizgisi çizmesi, gelenekçi modelle batıcı model arasında gel-gitler yaşamış olması kuşkusuz en iyi örneğini Sinekli Bakkal ‘daki Rabia ‘yla çizecek bir kadın modelini de inşa edecektir. Seviye Talib (1910), Refik’in Annesi (1910), Handan (1912) gibi duygusal yönü ağır basan İlk romanlarında, aşk ve evlilik İlişkileri çerçevesinde, iyi eğitim görmüş kadınların psikolojik sorunlarına eğilir, ‘Vurun Kahpeye ‘(1926) ise onun bireysel sorunlardan toplumsal başlıklara evrildiği romancılığına geçişi ortaya koymaktadır.
Ulusal Mücadelenin savunmasını yapmak konusunda bir tereddüt yaşamayan Halide Edip, cumhuriyetin ilk yıllarında yeni rejimin siyasal tutumuyla yer yer çelişkiler yaşar. Bu savruluş Kurtuluş Savaşı sürecinde bir dönem ‘Amerikan mandası nı savunmasını da beraberinde getirmektedir.
Tanzimat romanında ‘kadın ‘ı köşk, yalı ve mahallerin dar hayatlarında nesneleştiren yazarların tersine Halide Edip ‘te kadının yeri bire bir savaşta, hayatın içinde özne olmayı zorunlu kılar. Anadolu kasabasında ölümü göze alan Aliye ‘nin öyküsünden yansıyanlar da bu saptamayı doğrulamaktadır. Bu bağlamda çözülen Osmanlı siyasal yapısının gelenekçi savunusuna karşı Kuvayi Millliyeci bir aydın tipi Aliye ‘de tam anlamıyla somutlaşır. Sinekli Bakkal ‘ın Rabia ‘sının da dinsel gelenekler içinden gelip mahallenin kapalı dünyasından çıkmayı yeğlemesi, batılı tip Peregrini ile aslında hiç de kolay bir kabulle gerçekleşmeyen evliliği tam da sözünü etmemiz gereken senteze işaret eder. Doğulu ama batıyla uzlaşmış, gelişkin insan modeli. Doğu- Batı çatışmasının yerini alan bir uzlaşma önerisidir bu evlilik adeta: Piyanoyla neyin, pozitivizmle tasavvufun uzlaşması.
Üsküdar Amerikan Lisesinden başlayan Batılı eğitim serüveni, Osmanlı ‘nın ikili kültürel yapısı, Ulusal Mücadele ardından yeni devletin ideolojik refleksleri arasında yer yer bocalamalar yaşamış olan Halide Edip'te aydının her dönem yaşadığı ‘araftakiler ‘ sorunsalını yaşatmışsa da Osmanlıcı bir yazar modeli çizen Peyami Safa ‘nın düştüğü doğuculuk çizgisine yine de kaymayı yeğlemez. Yeni Turan ‘da II. Meşrutiyet ‘te geçen olaylara dair ütopik roman kurgusuyla Yeni Türkiye ‘nin ideolojik önermelerini yapmaya çalışırken, yurtsever kadının idealist görüntüleri savaşı merkeze alan romanlarında daha yoğun bir biçimde karşımıza çıkar. Bu kadınlar dönemin ‘asri ‘ kadınları gibi köklerinden kopmamış, ulusallık, gelenek ve güçlü kadın imajlarının sentezini içlerinde barındırabilmişlerdir. İstanbul romanları bu anlamda orta halli mahallelerin yerli tipleri üzerine gözlemlerle bu ideali yansıtır. Halide Edip ‘in aslında kendi içinde yaşadığı dönemsel çelişkiler ve çatışmalar bu açıdan romanlarına gözlemci tutumuyla yansımaktadır. Aslında her romanı biraz da Halide Edip ‘in yaşam öyküsünden kesitleri barındırır bu açıdan bakıldığında. Ulusal mücadeleye ilişkin yazdığı “Türk’ün Ateşle İmtihanı”, “Ateşten Gömlek”, “Vurun Kahpeye” gibi eserlerini de bu tanıklıklar dahilinde okumak ez cümle okur adına daha yol gösterici olacaktır.