2 dakika okundu
“Theseus’un Gemisi” Paradoksu ve Kimlik Sorunu/Enver KARAHAN

‘’Kendini bilmek tüm bilgeliğin başlangıcıdır’’ der, Aristoteles. Kendini tanımak için sorulması gereken sorular vardır. Bu sorulardan biri de ‘’Ben kimim?’’ sorusudur.

Kişisel özdeşlik sorunu ‘’ben kimim?’’ sorusunun felsefi literatürdeki karşılığıdır. Değişim ve süreklilik kavramları üzerinden konuyu ele aldığımızda, daha farklı düşünceler üretmemize olanak sağlamaktadır. Bir paradoks üzerinden konuya farklı bir zenginlik kazandırmak istersek ‘’Theseus’un Gemisi’’ üzerinden ilerleyebiliriz.En bilinen paradokslardan biri olan Theseus’un Gemisi paradoksu, çeşitli filozoflarca incelenmiş ve yorumlanmıştır. Bir kısır döngü olarak adlandırdığımız paradokslar akıl yürüttüğümüz her durumda bir çelişkiye düşmemizi sağlar. Theseus’un Gemisi paradoksunu örneklendirmemizin nedeni, yorum getirmekten ziyade kimlik sorunu üzerinden konuya farklı bir yönden bakmaktır.

Theseus’un Gemisi 

Plutark tarafından anlatılan efsaneye göre Theseus, Girit adasındaki canavar Minetor’u tek başına öldürdükten sonra gemisiyle geri döner. Atinalılar Theseus’u onurlandırmak için gemiyi limanda tutarlar. Zaman içinden geminin parçaları eskimeye başlayınca yenileriyle değiştirilir. Bir zaman sonra geminin tüm parçaları değiştirilmiştir. Bu noktadan sonra asıl soru sorulmaya başlanır. Tüm parçaları değiştirilmiş olan gemi hala Theseus’un gemisi midir yoksa başka bir gemi midir? ‘’Her şey bir değişim halindedir’’ diyen Herakleitos’a göre: ‘’Gemi Girit’ten döndüğünden beri zaten başka bir gemidir’’ der. Aristoteles’e göre ise, geminin görünüşü, geminin yapıldığı madde, taşıma işini halen gerçekleştirmesi, gemiyi yapan ustalar ve aletlerinin, gemiyi onaran ustalar ve aletleriyle aynı olması durumlarının sonucunda aynı gemidir neticesine varır. Thomas Hobbes ise konuyu daha da genişleterek farklı bir yol izleyip şu soruyu yöneltir: ‘’Theseus’un gemisinden çıkan parçalarla yeni bir gemi inşa edilse bu gemi Theseus’un gemisi olur mu?’’ Yani parçaları değiştirilen gemi ve çıkan parçalarla yeniden yapılan gemi. Hangisi Theseus’un gemisidir? Bu içinden çıkılması güç bir durumdur ve paradoks olarak kalmıştır.


‘’Hangi gemi Theseus’un gemisidir?’’ sorusundan, ‘’Ben kimim?’’ sorusuna geçecek olursak, kimlik sorunu üzerinden konuya farklı bir açıdan bakabiliriz. İnsanlar sürekli bir değişim halindedir. Doğduğu andan ölümüne kadar fiziksel ve ruhsal açıdan farklılaşma içindedir. Bu değişimler içinde kendimizi hangi zamandaki halimize göre tanımlarız? Beş yaşındaki halimizle şimdiki halimiz arasında fiziksel ve düşünsel bir benzerlik olmadığına göre, bundan on sene sonraki halimizde de bir farklılık olacağını söyleyebiliriz. Peki asıl kimliğimizin sahibi hangi zamandaki halimizdir?

Bizi biz yapan fiziksel özelliklerimiz mi yoksa düşüncelerimiz mi? İnsanın sürekli bir değişme içinde olacağı gerçeği önümüzde dururken, fiziksel özelliklerimizin ve düşüncelerimizin sürekli değişmesi neticesinde asıl kimliğimizin hangisi olduğunu düşünürüz ve burada o meşhur felsefi soruyu yöneltiriz kendimize: ‘’Ben kimim?’’

Kendini Yaratım

Konuyu ontolojik açıdan ele aldığımızda daha farklı sorularla karşılaşmamız olasıdır. Varlığının bilincinde olan insanın, varlığının amacına dair düşüncelerinde farklı derinliklerde kendini buluyor olması noktasında, kimlik sorunun incelenmesiyle çeşitli ergümanlar üretebilir. Varoluşçuluğu incelediğimizde önce ‘’Varoluşçuluk nedir?’’ ;sorusundan başlamamız gerekir. Bu soruya bu zamana kadar çeşitli cevaplar verilmiştir. Weil’e göre bunalım, Mounier’ye göre umutsuzluk, Hamelin’e göre bulantı, Banfi’ye göre kötümserlik, Wahl’e göre başkaldırış, Marcel’e göre özgürlük, Lukacs’a göre idealizm, Benda’ya göre usdışılık, Foulque’ye göre saçmalık olarak belirtilmiştir. J.P. Sartre ise ‘’Varoluş özden önce gelir.’’ Der. Yani insan önce vardır sonra, özünü kendisi yaratır. Peki bu, kendini yaratım noktasında bir sonuca ulaşmış olan insanın ‘’Ben kimim?’’ sorusuna cevap vermesi gerçekleşmiş olur mu? Kişilik problemi, ilkçağ filozoflarından başlayarak, felsefe tarihi boyunca tartışılagelmiştir. Varoluşçu felsefenin temsilcilerinden biri olan Sartre’ın felsefesi, kişilik ve özgürlük problemine dayanır. Sartre’a göre kişiliğin temeli insanın yaşam boyunca var olma çabasında gizlenmiştir. İnsan, birey olarak doğar, fakat yaşam sürecinde çeşitli faktörlerin etkisiyle kişilik kazanır. Var olmak için hareket etmek seçim yapmak zorunda olan insan böylece kendi kişiliğini oluşturur. Bu kişiliğini oluşturma sürecinde insan, değişimlerin merkezinde yer alır.

Değişim felsefesi üzerinden devam etmek istersek, Herakleitos’un değişim anlayışına göz atmak gerekir. Değişme olgusu ilk ortaya atan kişi olarak bilinen Herakleitos, ‘’Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız’’ diyerek örneklendirir. İkinci kez girilen ırmağın tamamen farklı olduğunu söyler. Hiçbir şeyin durağan olmadığını, sürekli bir değişim içinde olduğunu belirtir. Varız ve yokuz üzerinden gidersek, ırmağa farklı varlıklar olarak girer ve çıkarız. Irmakla birlikte insanda değişmektedir. Doğadan insana kadar bir değişim içinde olduğumuz kabul edilebilir bir durumdur. Bu değişimin içinde insan, hangi durumda gerçek ben düşüncesine kavuşur? Bu cevabı zor bir sorudur. Varoluşun özden önce geldiğini kabul edersek, ya da tam tersini kabul etmiş olsak bile, burada bir değişimden bahsetmemiz kabul edilebilir. Değişimin gerçekleşmesi ve bunun sürekliliği ile birlikte, devamlı bir tekrardan söz edilebilir. Bunu destekler bir sözle yazımızı noktalayabiliriz.

‘’Her değişim daima başka değişimlere ihtiyaç gösterir.’’– Niccola Machieavelli