Uzaktaki bulutların sakladığı tepelere, büyük camların ardından sanki aradığı oradaymış gibi bakıyordu. Peki neydi aradığı? O da bilmiyordu. Gençliği mi, hayalleri mi, yapamadıkları mı, yoksa yapmayı düşledikleri miydi? Acaba, düşlediklerini planlarını uygulamaya zaman olacak mıydı? Hayat ne kadar da hızlı akıyor. Hepimiz bir sona doğru gidiyoruz. O sonun ne zaman geleceği de belli değil. İy ki de değil. O zaman ne hayal kurardık. Ne de plan yapardık. Hayat bilinmezlikleriyle daha eğlenceli ve heyecanlı. Her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Zaman zaman öğrendiklerimizin yanlış olduğunu görüyor, bu kez başka bir tarafa yol alıyoruz. O yolda yeni insanlar, yeni fikirler, yeni bakış açıları ediniyoruz. Bazen hayat yolculuğundan yorulup her şeyden vazgeçiyoruz “ Tuhaf değil mi? “ dedi.
Sesli konuştuğunun farkında olmayarak. Camdan bakan ayakta duran eşine, oturduğu yerden “ Hı!” dedi Hafize. Sonra da “Anlayamadım bir şey mi dedin Mükremin?” derken henüz bitirdiği beresini dizine takıp eserine hayran hayran bakıyordu. Eşinin sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı. “ Şey, yok ya öylesine! Hayat yolculuğunu diyorum. İnsanı nerden nereye getiriyor. Bazen sakin berrak sularda yüzerken, kimi zaman da fırtınalarla boğuşuyoruz. Tam her şey bitti derken, yine bir dehlizin içine düşüyoruz. Hayat, kalp atışlarına benziyor. İniş çıkışlarıyla, zik zaklarıyla. Bazen en tepedeyiz. Bazen de en dipte. Her şeye rağmen yaşamak güzel öyle değil mi?” dedi eşinin yanındaki koltuğa otururken. Hafize bereyi ve şişleri sehpanın üstüne koyup, ellerini göğsünde bağlayarak “Tabi ki güzel. Ama onu güzelleştiren yine bizim kendi zihnimiz, ruhumuz, bakış açımızdır. Ben çalışırken çok yoruluyordum. Ancak yetiştirdiğim o öğrencilerin bana dönüşlerini fark ettiğinde ne kadar da güzel şeyler başarmışım diye keyifleniyorum. Bu mutluluk yorgunluğumu senin o bakışlarının kaybolduğu tepelerin ardına atıyordu. Emekli olduğumda kısa bir süre boşluğa düşmedim de değil. Ama bak kendimi mutlu edecek başka uğraşlar buldum şimdi. Örgü bilmiyordum. Öğrendim. Örüyor, üretiyorum.
Mutluluğun sırrı; üretmek, paylaşmak, faydalı olmak ve bir işe yaramakta.” Sahi felsefe kitabını bu yıl tamamlayabilecek misin?“ dedi tebessüm ederek. “Yok hiç acele etmiyorum. Çocuğum gibi büyütmek, yetiştirmek, olgunlaştırmak istiyorum. Ya da şöyle söyleyeyim: Senin yaptığın o güzel yemekler gibi, tadını çıkarmak istiyorum. Önce kokluyorum. Sonra dilimin üstünde gezdiriyorum. Dişlerimle yavaş yavaş çiğneyip tadını iyice aldıktan sonra yutuyorum” diyerek eşinin yanağından bir makas aldı. Hafize, eşinin bu iltifatı karşısında “Yok yok bu kitap bitmez. Baksana yemek için bile bu kadar felsefe yaptığına göre. Ama bu hoşuma gitmedi de değil.” dediğinde, Mükremin içinde biriktirdiği kahkahayı bir anda boşaltı verdi.
“Okulumuzun da en iyi felsefe hocasıydın zaten. Senin o kendinden emin ciddi tavrın beni etkilemişti. Herkes, kadınların kendilerini güldüren erkekleri sevdiğini sanır. Tabu bu kadınına göre değişir. Ben ciddi ve tutarlı insanları sevdim hep. Bu sadece karşı cins için geçerli değil. Hep mesafeli insanlardan hoşlandım. Sen benim doğru tercihimdin. Seni karşıma çıkardığı için tanrıya minnettarım.” diyerek elini eşinin elinin üstüne koydu. Adam kafasından bir şeyler geçirdiği belli olan davranışıyla işaret parmağını yukarı kaldırarak “Canım hiçbir şey tesadüf değildir." dedi.
Nikola Tesla, “Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün.” diyor. Biz bir bütünün parçalarıyız. Niyetlerimiz ne ise o önümüze çıkıyor” dedi. Hafize camın önündeki koltuktan kalkarken “ Kahve yapıyorum.” diyerek mutafa yöneldi. Mükremin karısının arkasından bakarken onu okulda ilk gördüğü zamanı ve şahit olduğu olayı hatırlamıştı. Koridorda arkadaşları tarafından yere düşürülen, ağlayan öğrencinin yanına oturup ona hayat dersi verdiğini görmüştü.
Öğrencisi “Olmuyor öğretmenim, olmuyor işte. Beni kimse sevmiyor. Engelliyim diye dışlıyorlar. “ dediğinde “Sana ağlamak, üzülmek hiç yakışmıyor. Bu davranışta bulunanların üzülmesi ve kendilerinden utanması gerekir. Eğer pes edersen, hayatın boyunca böyle durumlara maruz kalırsın ki bunun engelli olmakla ilgisi yok. Hepimizin içinde bir mücadele ışığı var. O ışığını söndürmezsen bir gün gelir meşale olursun. Etrafındakileri de aydınlatırsın. Asla pes etme” diyerek onu elinden tutarak kaldırmıştı. Bu davranışındaki insanlığı ve zarafeti Mükremin`in aklını başından almıştı. Hafize kahvelerle içeri girdiğinde eşinin ona bakan hayranlık dolu bakışlarını yakalamıştı. “Canım hayrola, beni ilk defa görüyormuş gibi bakıyorsun. “ dediğinde Mükremin “Seni ilk gördüğüm günü hatırladım. Demek bu bakışlarıma yansımış.” dedi gülümseyerek. “O kadar değerli öğrenciler yetiştirdin ki, bu dünyaya boşuna gelmeyen değerlerdensin. Bunu sadece eşim olduğun için değil, kendini insani değerlerle donatıp, herkesle paylaştığın için söylüyorum.” dedi ve tabağın kenarındaki lokumu düşürmemeye özen göstererek kahvesini aldı.
Hafize kahvesinden bir yudum içtikten sonra “Mükremin, belki de çok fazla şeyler yapmamız gerekiyordu. Filleri kuyruklarından tutup tepelerin ardına aşıramasak da kendi elimizden geleni yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz.“ dedi. “Haklısın canım” dedi adam camdan bakarken. Ve devam etti. “Bizler toplum olarak, bir şeyleri hep başkaları başlatsın diye bekleriz. Oysa herkes kendi kapısının önünü temizlese sokaklar tertemiz olur. Sonra şehirler, sonra ülkeler…
Tek başına elbette dünyayı değiştiremeyiz. Ancak her insan bu dünyaya farklı meziyetlerle gelmiştir. Herkes yaptığı işin en iyisini yapmalı, tıpkı kapısının önünü temizlemek gibi…Bu da dünyaya sirayet edecektir. Korku nasıl bulaşıcıysa cesur olmak da bulaşıcıdır. Korkmak, boş vermek yok olmaktır. Ölmektir. Oysa cesaret var olmaktır. Yazdığım kitapta vurguladığım gibi, başardığımızda dünya güzelleşecektir.