12 May
12May

Yağmur aheste aheste yağıyordu yine bu sabah. Ahmak ıslatan dedikleri bu olsa gerek. Otobüs durağına yirmi metre kala üzerinde fosforlu bir ceket olan, belediye görevlisi sandığım bir adam, cadde üstünde ölü bir martı yavrusunu kaldırım taşının kenarına koydu. Yaklaştığımda ölü yavruya eğilip baktım. Belki de ölmemiştir diye, çantamdaki pet şişeyi çıkarıp, yavrunun gagasını aralayıp ağzına su akıttım. Bir umutla belki ölmemiştir de canlanır diye. 

Birkaç saniye sonra hafif bir kıpırdama oldu. Ardından titredi. Gözlerime inanamadım. Sonra o küçücük gözlerini büyük bir gayretle açıp bana baktı. Göz göze geldik. Yardım ister gibi bakıyordu ki, zaten yardıma ihtiyacı vardı. Orada bırakamazdım. Eğer bırakırsam, vicdanımın yarısını da orada bırakacaktım. Bu benim ömür boyu katlanmak zorunda kalacağım bir durumdu. Hemen boynumdaki atkıyı çıkardım ve onu nazikçe sardım. Otobüs durağına koştum. Gideceğim yerin otobüsü tam ayağımın dibindeydi. 

Martımı bir elimle koltuğumun altına hafifçe sıkıştırırken elimle tutmaya devam ediyordum. Tıklım tıkış otobüste ayakta durabilmek için, diğer elimle üsteki halkalara yapışmıştım. İşyerine biraz gecikmiş olmam sebebiyle mendebur suratlı şefim “Evetttt yine Oya'dan bir kurtarma operasyonu” diye kahkaha atarak “ Söylesene yine kedi yavrusu mu buldun sokakta.?" diye seslendi.

"OyacIğım, keşke sen bir veteriner olsaydın. Yanlış meslek seçmişsin” diye her zamanki gibi laf sokuşturup üst kata çıkmak için merdivenlere yönelirken Oya ya doğru yazık der gibi başını sallıyordu. Oya kapıdaki karşılamadan dolayı biraz gergindi. Ama martı yavrusunu düşününce içini bir huzur kapladı. Huzur, aslında her şey den çok ona ihtiyacımız var. Oya çalışma masasına oturmuş ve masanın ikinci çekmecesini aralık tutarak, yavruyu yerleştirdi. Ona yiyecek bir şey bulmalıydı. 

Mutfağa girdi. “Hesna teyze ton balık var mı?” dediğinde şaşıran kadın “Evladım sabah sabah balık mı yiyeceksin?” “ Evet” diye geçiştirdi. Projeye başlamalıydı. Geç kalmıştı. Konserveyi aldığı gibi yavrunun evine yani çekmecesinin yanına geldi. Küçük lokmaları gagasını açıp ağzına yuvarlıyordu. Biraz kendine geldiğini gördüğünde, onu kendi haline bıraktı. Uzun zamandır çizimini tamamlayamadığı projeye tamamlamak üzere masaya döndü. Bugün ya da en geç yarın teslim etmek zorundaydı. Projeyi çizerken bir yandan da ona isim düşünüyordu. Bulmuştu “Umut olsun” dedi içinden. Yaşamasını umut ediyordu.

Yaralı bir martı yavrusuyla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Deneme yanılma yoluyla öğrenecekti bakımını. Evdeki kedilerini de sokaklardan toplamıştı. Çok iyi bakmıştı onlara da. Yavruyu akşam eve götürecekti. Birden içi ürperdi. Evdeki üç haydut ona zarar verir miydi? Onun da bir çaresini bulurum artık dedi kendi kendini ikna etti. Projeyi bu akşama yetiştirmek için odaklanmaya ne kadarda uğraşsa gözü masanın ikinci çekmecesindeydi. Hiç ses gelmiyordu. Nasıl ses çıkarsın ki yavrucak ölümden dönmüştü. Belki de bugün yumurtadan çıkmıştı. Nasıl olmuştu da bu asfaltaydı. Acaba annesinin gagasından mı aşağı düşmüştü. Her neyse bundan sonra annesi o olacaktı. Ya ölürse diye içini bir korku kapladı. Ne ara bu kadar bağlanmıştı. 

Annelik iç güdüsü her kadında vardı. Bu istem dışı gelişmiş olmalı. Bir keresinde bir anneler gününde, birçok kadının bir arada olduğu toplantıya katılmıştı. Yaşlı bir anneye “Annelik nasıl bir duygu” diye sorduğunda “Dünyanın en güzel şeyi ve en berbat şeyi “ demişti ve devam etmişti.” Dünyaya bir can getirmek insanı tanrılaştırıyor. Müthiş bir duygu ve her kadının yaşamasını diliyorum. Ancak ömür boyu senin büyümeyen küçük çocuğun gibi. O üzüldüğünde veya en ufak bir şey, örneğin; parmağına diken battığında senin de canından can gidiyor. Göbek bağın kesilse bile, o görünmez bağın ölünceye kadar kalıyor.” demişti. Hatta çocuğunu genç yaşta trafik kazasında kaybeden bir anneyle karşılaştığında ona şöyle dediğini hatırlıyordu”           

O ölünce sen de ölüyorsun ama onu gömüyorlar. Mümkün olsa o mezarda yer değiştirmek isterdim. Onun yaşaması için ben toprağa girerdim.” demişti büyük bir üzüntüyle. Bu karamsar hayalinden kurtulmak için, yine ona huzur veren küçük Umut’un yanına gitti. O kafasını çekmecenin üst tarafına çıkarmış, sağa sola bakarken gördü. 

Tarif edilmez bir mutlulukla projesine geri döndü. Her zamankinden daha hızlı bir performans gösterdi ve akşam olmadan, uzun süre üzerinde çalıştığı projeyi bitirdiğinde, Umut’un yanına koştu. Küçük bir kutu buldu ve onu içine koyarken şarkı mırıldanıyordu. Proje bittiği için erken çıkabilecekti. 

Hemen montunu ve Umut’u alıp merdivenleri ikişer ikişer atlayarak dışarı attı kendini ve otobüs durağına geldiğinde el arabasında bir bebek gördü. Annesi battaniyesini düzeltiyordu. Oya da, Umut’un üstüne turuncu atkısını örmüştü. O da, bebeğin annesini taklit ettiğini fark etti. Anne olmaktan ve sorumluluk almaktan hep korkmuştu. Oysa bir hayvan yavrusuna bu özenle davranan, kendi yavrusuna kim bilir nasıl da bakardı diye içinden geçirdi. Sonra Umut’a baktı ve içi umut doldu.

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.