10 Aug
10Aug


Bugün değişik bir gün oldu benim için. Ara sıra olur böyle. Yoksa normalin ötesinde bir hayatım yok benim. İhtimalim de yok… 


Farklı değişkenlerin olmadığı günleri tüketiyorum diyebilirim. Hatta değişiklik olmasın diye dualar ettiğim de oluyor. Çünkü annem demans ve bir şeyler iyiye gitmeyecekse hiçbir şeyin değişmemesini yeğlerim. Bütün hayatımı onun rutinlerine göre ayarlamış durumundayım ve hâlimden şikayetçi değilim. Onunla vakit geçiriyor olmanın keyfini sürüyor, izin verdiği sürece eski anılarımızdan konuşuyor ve yenilerini biriktiriyorum. Bunun dışında bir sürü şey daha oluyor. Öncelikle bütün bunlar beni disipline ediyor. 

Her şey saati saatine, programlı yürüyor gündelik hayatımızda. Aksayan şeyler olmuyor mu, oluyor elbet. İşte o aksaklıklar bizim hayatımıza renk katıyor. Bazen koyu, sisli, puslu, karamsar renkler sarıyorken bizi bazen de rengarenk ve ışıltılı oluyor dünyamız. Böyle olduğunda mutlu oluyoruz. Mutlu mu? O da neydi? Yanlış bir kelime kullandım galiba, affedersiniz. Mutlu olmak yerine memnun kalmak demeliydim. Çünkü mutlu olmayı unuttum. Beceremediğimden olsa gerek, mutlu olmayı dilemeyi de bıraktım bir süredir. Onun yerine memnuniyetten bahsedebilirim ama. Nasılsın diye soruyorum kendime, iyiyim diyemiyorum. Yine de çoğu zaman, şükür sebeplerime haksızlık etmek istemediğimden memnuniyetsiz görünmemeyi deniyorum. Öğrendim memnun olmayı. Daha doğrusu öğrettim kendime hayattan memnun kalmayı. Yoksa siz hayattan memnun değil misiniz? Olabilirsiniz…

Çok basit aslında. Mutluluk, sahip olmak istediklerimize odaklıyor bizi. Memnuniyet ise sahip olamadıklarımız yerine elimizdekilere odaklanmamızı öğütlüyor. Düşünsenize, “Ya olmasalardı?” diye üzüleceğimiz ne çok şeyimiz var. Düşünün! Önce sahip olduklarınızı düşünün, sonra onlar olmasaydı neler değişirdi hayatınızda onları düşünün. Sonunda sizler de hayatınızdan memnun olmak isteyeceksiniz. Benim gibi… 


Yemyeşil bir çınarın sararmış bir fotoğrafına mı bakmak, yoksa gözlerinizin önünde yapraklarının sararmasına mı şahit olmak… Anmak mı, yaşamak mı? Tabi ki yaşamak…

Ben bu yüzden memnunum hayatımdan. Bir kere hayal edebilme kabiliyetine sahibim. Ya olmasaydım? Mutlu olabilirim. Olmayı biliyorum çünkü. Hayal ettiğim kısacık anlarda yüzüme oturan küçücük bir gülümsemeye borçluyum çoğu zaman mutluluğumu. O gülümsemeler yüzümü kırıştırsa da onlar benim savaş yaralarım sayılır. Çünkü hayatım boyunca güldüğüm birkaç seferin bana hatırlattığı, atalarımdan yadigâr o cümleden ötürü verdiğim büyük savaşlarımı hatırlatır bana. “Çok güldük, kesin başımıza kötü bir şey gelecek!” derler ya hani ve hep de gelir ya… Bu yüzden gülmemeliymişiz gibi hissederiz ya… Gülmeyiz. Mutlu olduğumuz bilinsin istemeyiz. Peki ben ne yaparım? Gülerim… Her seferinde elimde patlasa da kursağımda kalsa da sevinçlerim, her şeye rağmen gülerim. Çoğu zaman kimse görmez güldüğümü ama ben gülerim, gülümserim. Çünkü hayal ederim…

Bugünün diğer günlerden farklı olduğunu söylemiştim ya; onu anlatayım. Çok erken saatlerdi. Müdavimi olduğum sahafın önünden geçerken başladı değişiklik. Sabahları çok erken saatlerde yürüyüşe çıkarım. Annem uyanmadan da eve dönerim. Son üç yıldır bu böyle. Bu sabahki yürüyüş için güzergahı değiştirdim. Koruda, ağaçlar altında yürümek yerine; sahilde, dalgalar eşliğinde yürümeyi seçtim. Özlemişim Kıyı’Da olmayı. Zaman nasıl geçmiş anlamamışım, geciktim. Dönüş yolunu kısaltmak için de dik yokuşlu kestirmeden yürüdüm. Ara sıra kullanırım bu yokuşu. Oldukça kısa sürer eve varışım. Ancak bu sabah öyle olmadı. Bu saatlerde açık olmasına şaşırdığım sahaf, neden bu kadar erken bir saatte açıktı? Ne kadar vaktim kalmıştı? Ya annem uyanırsa! Bütün bunları düşünürken gözlerimle rafların tozunu almaya başlamıştım bile. Ne ara içeri girdiğimi anlamadan hem de. Bir yandan telefonuma kaydettiğim alınacaklar listesini Hasan Bey ile paylaşıyordum. O yok, bu yok derken geçen hafta sorduğum yazarın başka bir kitabını tutuşturdu elime. “Bunu da okumalısın, şu ilerideki raflara da bakmalısın!” diye diye kapıya yakın duran beni dükkânın içlerine doğru ilerletti. Bir yandan “Yapma dostum. Annem uyanmadan evde olmalıyım. Çok vaktim yok!” diyor, bir yandan da ellerimle gösterdiği rafta geziniyordum. Kitaplardan birini çektim. İsmi tanıdık gelmişti. Aradıklarımdan biri olmalıydı. Hiç lafı uzatmadan ödemeyi yaptım ve vedalaştım. Eve döndüğümde balkondaki masaya bıraktım aldıklarımı. Güneşlensinler, havalansınlar; tozlu raflardaki sıkışmışlıklarını atsınlar istedim… 

Anca akşamüstü elime alabildiğim o kitaplardan biri değiştirdi işte günümü. Gülümsememi sağlamıştı. Bir kitap, henüz okumadan etkilemişti beni. Arasından çıkanlar yüzünden… 2004 yılına ait bir otobüs bileti, bıraktığı izlerden anlaşıldığı üzere o sayfa arasında kurutulmuş bir çiçek ve iki konser bileti. Bunların yanı sıra altı çizili onlarca cümle… Ha, bir de sararmış bir fotoğraf. Üniversiteli bir delikanlının fotoğrafı... Bunu bana düşündürten, fotoğrafın bir yurt odasında çekilmiş olma ihtimali. Demir ranzalar, demir dolaplar ve dağınık bir oda. Duvarda asılı bir gocuk, kirli sakal ve dağınık uzun saçlar… Sararmış fotoğraftaki delikanlının asi görünüşünün yanında oldukça da hüzünlü bir duruşu vardı. Objektife bakmak yerine elinde tuttuğu bir şeye bakıyordu. Fotoğrafının çekildiğinden haberi yoktu. Yüzü eğik olsa da oldukça heyecanlı olduğu ve gözlerinin içinin parıldadığını gizleyememişti. Bir de yakışıklılığını gizlememişti.

Onu hüzünlendiren, elinde tuttuğu şey neydi? Birileri ona bakarken zamanı durduruvermişti ve onu o hüzne hapsedivermişti. Yirmi yıldır o hüzünlü bakışlara mahkûm edilen delikanlı kimdi? Fotoğrafı çeken kimdi? Onları kitabın arasında bulan bendim ama saklayan kimdi? Bütün bu soruların ne önemi var? Hiçbiri yok artık. Bir tek ben varım ve bir de bu kitap… Abraham Maslow’un “İnsan Olmanın Psikolojisi” Ve sararmış bir fotoğraf ve altı çizili onlarca kelime. Fotoğraftaki o an… Bir duruş, bir bakış, bir an… Hangisi mahkûm, hangisi gardiyan? Bir sürü anlam yüklenebilecekken, onca yıl o sayfadan ayrılamayan bu sararmış fotoğraf ve altı çizili o kelimeler bakalım bize ne anlatacaklar… Okumadım henüz. Tüm bu hisler kitabın kapağını açmadan, tek bir sayfa çevirmeden yaşandı. Okuduğumda neler hissettirecek kim bilir? Okurken neler yaşanacak kim bilir…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.