Babaannem Ali’sini çok sevmiş ama büyükbabam huysuz bir adammış. Huysuzluğu hiç mi hiç bitmemiş. Evlenmişler ve sonunda altı evlatları olmuş.
En büyüğü Sabri, ikincisi Sabriye derken Halil’inin doğumundan sonra sabretmeyi kaderi saymış babaannem. Gün olmuş işlemez olmuş artık kocasının azarları, eziyetleri; ezildikçe sertleşmiş besbelli yüreği.
Tam on yaş küçükmüş Ali’den. Bir sabah ayazında şehre, nüfus müdürlüğüne gidilmiş. kapı ağzında bir iskemlede oturması tembihlenmiş. O otururken her
şey hâl olmuş habersizce.
Beline kadar kara gömüldüğü kışlar görmüş de, hiç o günkü kadar üşümemiş. İlk defa çay tepsisi tutulmuş kendisine. Hayatında ilk defa birinin elinden çay içmiş. Daha ikinci yudumunu almadan, yan odada sorgusuz sualsiz nikahı kıyılmış.
Ertesi gün, at üstünde gelin gitmiş yeni köyüne. Yüksek yüksek tepelerden geçmiş. Düğün gecesinin sabahında, kardeşiyle tarlaya gitmiş büyükbabam.
Eve doluşan köyün genç kızları, merakla sormuşlar babaanneme:
“Kız Fadime, senin adam hangisi?” Kınalı elleri kanaviçe perdeyi hafifçe aralamış. Evin önündeki tarlayı süren iki pehlivandan uzunca olanına işaret etmiş:
“Şu esmercesi olacak herhalde. Zifiriydi oda, seçemedim.” demiş.
Kızlar fokur fokur dağılmışlar evlerine. Babaannem o gün, koynunda sakladığı Ali’sinin mendilini çeyiz sandığına kaldırmış. Artık sevdası, sandığın gözünde bir damla yaş oluvermiş, dahası yıllarca sürecek bir sevdaya dönüşmüş yıllarca. Gün geçtikçe daha da farkına varmış özleminin.
Ali askerde topçu onbaşıymış. mermileri misket gibi sürermiş namluya. Lakin görünmez yaralar almış bedeni. Yaşlandıkça, yaraları da hırçınlaşmış.Velhasıl sözü de sazı da babaannemeymiş. O da sevdasına ihanet etmemiş.Yüreğindeki ateşi söndürmek içinde hiç oğraşmamış.
Kimseye kırmazmış ondan gayri.
Babaannem ise bir eli beşikte, bir gözü eşikte, çiçek gibi bakmış yarı yatalak kocasına. Kaderine akıttığı gözyaşlarını hiç kimse görmezmiş.
En küçük yavrusunu kolanla sırtına bağlar, öyle gidermiş bağ bahçeye.
Bir gün yine sabahtan tarlaya gitmiş. Ekinlerin arasından hışımla bir kadın yaklaşmış yanına. Evlendiğinden bu yana görmediği, ahiretliği Boncuk kadınmış gelen. “Fadime koş, Ali ölüyor bacım! helalleşemezse, gözü açık gidermiş”.
Babaannem nefes almış da verememiş o an! Başı dönmüş, sendeler gibi olmuş. Kalbi ile beyni arasındaki tüm bağlar kopmuş bir anda. Sırtındaki bebeğini düşünmüş, toparlamış kendini. Toparlar toplamaz yığılmış kalmış pamuk çuvalının üstüne.
“Ne yanaşırsın arkamdan çakallar gibi, korkuttun beni boncuk.” demiş ve sanki duymazdan gelmiş Boncuk kadının dediklerini.
Boncuk şaşırmış: “Ali ölüyor diyorum? Anlasana. Fadime, Fadime der seni sayıklarmış.” demiş.
“Allah şifa versin; tabip miyim ben Boncuk, gelmemiş ol yanıma .Yıllar oldu ve yüreğimin kapanan bir yarası.“ dedi.
Boncuk vazgeçmemiş “ahiretliğin değil miyim Fadime ben senin, niye dedin böyle şimdi?”
“İyi ya, o vakit ahirette görüşürüz! haydi git yoluna.” dedi acısını yüreğine gömerek. Yine de yüreğindeki yaranın kabukları yerinde oynamıştı.Yıllardır söndürmeye çalıştığı yürek yangını , birden bire alev almıştı. Unuttuğu sandığı Ali’sini meğerse hiç unutmamışmış.
Boncuk gitmiş gitmesine de, babaannemin de yüreğine kor bir hançer saplanmış. “Kız Sabriye, Sabriye“ diye yankılanan sesi varmış yeni yetme kızının kulağına. Sarmış Sabriye’nin sırtına oğlanı. “Var git eve, işim var azıcık değirmen yanında. gelirim güneş tepeyi yarılamadan.” dedi sakince ama kendini hırpalayarak.
Tazelenmiş Fadime. Atlamış çitlerden, sekmiş dere tepe, varmış komşu köye. Ali’sine……
Eğilmiş döşeğinin ucuna. O an Fadime’yi orada görenler kör, duyanlar sağır olmuş.Sanki Ali’si ile baş başaydı .
“Geldin mi Fadime?” demiş Ali’si.
“ Geldim ya, geçmiş ola” demiş yılların dayanılmaz ağırlığıyla . Teri ile gözyaşları birbirine karışmadan. Teri dudaklarına , gözyaşlarına yüreğine aktı.
“Geçmez Fadime, hiç geçmedi ki. seni görmeyince ölünmüyormuş da. Çok sevdim seni, hakkını helal et. Benim hakkım helal olsun .“
“Sus, deme öyle, helali hoş olsun! Lakin çelmesin aklını geçmiş zaman. Gitmem icap eder şimdi, iyi olasın tez zamanda."
Bir damla yaş sürmüş gözünden Ali’nin. Kirpikleri boyunca uzanmış yüzüne. Babaannem bakmamış gene arkasına.
Babaannem bakmamış gene arkasına.
Ali’si susmuş oracıkta. Yıllardır özlemini çektiği kadının gidişiyle kalbi durmuş.
Rahmetli babaannem bu hikayesini anlattığında günleri sayılıymış meğer. Bilseydim, sorar mıydım hiç: “Ya rahmetli büyükbabam? Hiç sevmedin mi onu?“
“Büyükbaban erimdi, çocuklarımın babası. Saygıda ve sadakatte kusur etmedim elbet. İnkar edecek değilim, ben Ali‘mi çok sevdim. ama kader bu ya, vermedi babam beni ona. Ben de babamın sözünden geçemedim. Evlendirdiler beni büyükbabanla. Haberi tez yayıldı. Ali’nin delirdi dediler, bağırırmış dağ bayır. Sonra susmuş, lal olmuş yüreği de.
Günahı boynuma, ben gömdüm Ali’min sesini yüreğimin en derinlerine ama şunu bilesin ki sevda caymaktır bazen sevdiğinden, gölge etmemektir. Bir de ben, Ali’min gözü açık gitsin istemedim....”