3 dakika okundu
Yılan Ya da Ejderha/Ümit Ahmet DUMAN

Cankurtaran semti, yüzyıllardır sakin sessiz, yeniçeri ayaklanmaları dışında gürültü çıkarmamış bir semtimiz. Son üç dört haftadır surların altından mı, denizden mi ya da yerini hala saptayamadıkları bilemedikleri bir kör kuyudan mı geldiğini bilmedikleri bir homurdanma, haykırma, böğürme ve meydan okuma sesi karışımı bir sesle, mahalle halkı kah gece uykularından uyanmakta, kah akşam yemeklerinde yudumları boğazına kaçacak biçimde yerlerinden zıplamaktalar. Üç dört haftadır semt insanlarının gözünde uyku, keyifle bir yemek iştahı görünmez oldu. Korkuyorlar mıydı tabii ki korkuyorlardı, eskilerin anlattığı Osmanlı döneminde yüze yakın semt sakinini öldürmüş Sur Katilini unutmaları mümkün mü? Anneler akşamları yaramazlık yapan çocukları susturmak için hala ondan hikayeleştirdikleri adıyla “Sur Canavarı geliyor” ları kullanmakta.

Mahalle muhtarı ahalinin bıktıran ısrarı ve kendisinin de meraklanması ile konu hakkında düşündü ve yorumlama ihtiyacı hissetti. “ Surların altındaki sizlerin dediğiniz değil ama yıllarını kara zindanlarda geçirmiş insanlara düşman bir yılan olabilir.“ bilimsel yorumuyla halkı sükûnete davet etti. “İninden çıkarsa kolluk kuvvetleri ile tepelememiz an meselesidir.” diyerek yüreklere biraz su serpti.

Ancak ses durulacağına, biraz azalacağına her geçen gün sanki biraz artıyormuş gibi gelmeye başlamıştı insanların kulağına. Kedileri ağaçta mahsur kalsa köpekleri denize düşse, yangında, selde çağırdıkları itfaiyeden yardım dilediler. İtfaiyeciler ciddi bir olay yeri araştırması ile sesin geldiğini sandıkları oyuğun deliğini iki üç gün içinde kesin olarak saptadılar. Oyuktan içeri uzunca bir sopayı aşağı indirdiler, ses bir an için durdu ancak birkaç dakika içinde sopanın görünmeyen ucuna bir müdahale olduğunu belirten itfaiyeciler, sopayı yukarı çektiklerinde ucunun ısırıldığını dehşetle gördüler. İçeride bir yılan olacağının kesin kanıtı olduğunu düşündükleri için itfaiye ekibi bu yarıktan su sıkılmasını ve sudan nefes alamaz duruma gelen o her neyse neyin karşımıza çıkacağını söylediler. Ama semt toplantısının tartışmalarına dâhil olan Eski Eserler Dairesi Şefi “Surlar bize atalarımızdan yadigârdır, ne olduğunu bilmediğimiz bir ses için içerisine su sıkıp bir zarar verilmesine kesinlikle izin vermeyiz. “ diyerek öneriye taş koydular.

Su sıkılması önerisi kabul görmeyince halktan biri de “Ateş yakalım dumanını bu oyuktan içeri gönderelim, canlı bir varlıksa boğulmamak için kendini dışarı atacak bizde dışarıda onu etkisiz hale getiririz.“ önerisi ile geldi gelmesine ama meydanda hazır bulunan Askeri görevliler “Yakında Boğaz Komutanlığı Kışlası bulunduğundan ve çevre de çok sayıda tarihi eser bulunduğundan doğal olarak bu yarımadada açıkta alenen ateş yakmak yasaktır.” diyerek bu öneriyi de bir çırpıda etkisiz hale getirdiler.

Tartışmaları bıyık altından gülerek izlemeye devam eden, Kuşları Koruma Derneği Başkanı,  "Bu ses bize öyle geliyor ki; ötüşüne bakılırsa, çığlığı andıran ses olsa olsa bir yabani kuş olan peçeli baykuşa ait olabilir, zavallı o dehlizlere bir şekilde girmiş sıkışmış, şimdi de çıkarılmak için bizlere sesini duyurmaya çalışan zavallı bir kuştur.” yorumunu yaptı. Yaptı yapmasına ama sesin bir kuş ya da yılana ait olabileceğine inanmayan neredeyse eksiksiz tüm mahalle halkı hem bu sözlere çok güldüler, hem de böyle cahilce önerilerinden ötürü ciddi ciddi bu denli ciddi bir kurumun yöneticisine aşağılayıcı sözlerle bir dahakonuşmamak üzere susması için tacize meylettiler. Tartışmalar güzeldi belki ama sonuçta olan da mahalleliye olmaktaydı. Hiçbir eylem yapılmadığı gibi korku da her geçen gün katmerlenerek artıyordu. Canavarın yerinden çıkışı hayaliyle, olası doğaüstü bir olaya tanıklık etme beklentisiyle surların önünde uykusuz geceler geçirmeye devam ediyorlardı.

Aileler her ne kadar huzursuz geceler geçirse de esnafın yüzü gülüyordu. Çay bahçeleri, seyyar satıcılar, dondurmacılar, şeker helvacılar, kafeler, balık lokantaları neredeyse son yılların ciro rekorunu kırıyordu. Sabahın erken saatlerinde çevre semtlerden gelen insanlar alanı dolduruyor, sesin gelişine göre her seferinde ne olabileceği hakkında esrarengiz, doğaüstü yorumlar yaparak günlerini geçiriyor, ailecek eğleniyorlardı.

Sesler gaipten gelir de üç harflilerden haberler getirdiğini, onlarla dostluklarını her fırsatta ahaliye anlatan hocalar bu işin kaymağından biraz da biz yesek demezler mi, derler elbet. Nasıl mı? Sur içinde bir ok atımı mesafede Fatih semtinde elini sallasan bu adamlara ulaşırsın. Haberi biraz geç de olsa duyar duymaz olay yerine intikal eden Şeyh Muradi, genişçe bir mürid kitlesine sahip olduğu Fatih’ten sonra dergâhına etkin propaganda yapmak suretiyle, buradan da yeni kanlar katma fırsatını kaçırmamak için inandırıcı, hatiplik deneyimini de kullanarak “Ey mahalle halkı, bizler bilirsiniz geçmişi de geleceği de yardımcılarımız yardımıyla katıksız biliriz ve sizleri daha güzel günlere yönlendiririz. Bu ses, sizleri korkutmak istemem ama yıllardır beklediğimiz, inşallah görmemizi nasip eder Allah’ımız dediğimiz kıyamet habercisidir. Bazıları deprem habercisidir diyorlar, haşaaa yalandır sakın ola inanmayın. Bu kadim kent ne depremler gördü yıkılmadı, yıkılmaz, yıkılmayacak ama bu kıyamet habercisi ses bizlere diyor ki, üzgünüm ki dünyanın sonu yakındır. Dünyanın sonu İstanbul’un göbeği, Dünyanın başlangıç noktası Cankurtaran semtinden başlayacak ve kademe kademe yok olarak zavallı dünyamız uzaydaki yerini alacaktır.” dediğinde meydanda toplanan herkesin kıllarının dimdik olduğu, dudaklardan çeşitli duaların okunduğu gözleniyordu.

Hazır mistik bir konuya girilmişken semtin delisi de bir yorum yapma ihtiyacı duydu, “ Ey ahali, benle dalga geçebilirsiniz, dediklerimi ciddiye almayabilirsiniz ama bizlerin hafif şirazesinden çıkma akılları şu sakallı hocamız gibi üçüncü boyutla ilişkiye açmaktadır bizi. Yani ben de sizleri başka bir noktaya yönlendireceğim. Haftalardır şurada duyduğumuz bu ses taaa Osmanlılar döneminden yüzyıllardır surlar altında yaşamış, ben diyeyim yüz, yüz elli siz deyin beş yüz yaşında sesinden de anladığınız gibi artık o karanlıklarda yaşamaktan sıkılmış, sinirli yüz yıllık bir kavak gövdesi kalınlığında, boyu surlardan aşacak gibi, ağzından alevler saçar mı bilmem ama rahatsız olursa önüne geleni yutmaya hazır, yılan biçimli bir ejderhadır. Gözünüzü seveyim suymuş, dumanmış gibi yanlış işler yaparak kızdırmayalım, rahatını bozmayalım arkadaşlar“

Şeyh sözünün kesilmesine, ne ve kim olduğunu bilmediği bir münasebetsizin araya girmesine tepkili fazla uzatmasına meydan vermemek amaçlı, “ İçimizden bazılarının bu beyinlerimizi mahveden korkunç sesin bir kuş sesi olacağını seslendirecek kadar kuş beyinli olduklarını anlayamayacak kadar, ejderha olduğuna inanacak kadar da meczup olmadığınızı elbette bilmekteyim. Siz bu cahillere kulak asmayın. Ne dediklerini, ne söylediklerini bilmeyen cahil cühelalar aynı toplumda yaşamak ne acı.” diye kendinden emin gürledi.Tekrardan üstüne basa basa, inandırıcılığının dozunu arttırmak amaçlı da oldukça yüksek sesle ”Bu ses hepinizin hemfikir olduğunuzu gözlerinizden anladığım, kıyamet yaklaştığı için duyulduğunu tartışmasız kabul ettiğimiz ses değil mi? Gelin görün ki bu geceden sonra bir müddet ses duymayacaksınız” dedi., ancak kıyametin ne zaman kopacağı konusunda yorum yapmadı. Dün, içerideki şeytanın ruhunu hapsettiğini söyleyerek bazı insanları rahatlatan Şeyh Muradi, sesin yeniden duyulması üzerine zor durumda kaldı.

Cankurtaran Belediyesi itfaiyecileri tekrardan ciddi bir sur içi araştırmasında iki kat aşağıda belki de zamanın zindanı olan o güne değin gün yüzüne çıkmamış, kapalı bir mekâna yuva yapmış baykuş kolonisine rastgeldiler, resimlerini çektiler ve alanda topladıkları tüm ahaliye seslerin bir kısım insanın tahmin ettiği gibi baykuş ordusundan gelmekte olduğunu söylediler. Yaklaşık dokuz on çiftin yuva yaptıkları bu güvenilir mekânda, birkaç yavruyla başladıkları ötüşleri yoğunlaşarak kuş sesinden başka bir kanon oluşturuyordu.

Ahali bu açıklamalar karşısında huzur içinde bir oh çekerek, evlerinin yolunu tutarken tatlı tebessümlerle gülseler de ya olursa, ya dedikleri gibi kıyamet ya da ejderha gerçek olursa diye evlerine gidip kendi başlarına kaldıklarında tamamen uykuları kaçıyor sinirleri bozuluyordu.