1 dakika okundu
Ayrılık Acısının Rahat Bırakmayan Sızısı/Ümit Ahmet DUMAN


Son bir kaç yıldır hiç rüya görmeyen beni istasyonun başrolünde olduğu, kendimi mutlu hissettiğim rüyalar sıcacık sarmalar oldu.
Bir sürü vardır belki görüp de unuttuğum ama şu an saat sabahın 4.35'i evimin yakınındaki cami müezzininin namaza çağrı sesine uyandım, rüyamın içinden beni kibarca alan bu güzel yanık sese hürmetle, hazır da anımsıyorken üşenmeden oturup yazayım dedim.


Gene bizim evin sundurmasındayım. Önümüzdeki Serdar’ların bahçe, bir orman olmuş, içinden bin bir çeşit hayvanın Tarzan filmlerindeki orman benzeri o ürkütücü sesleri geliyor ama korkmuyorum, babamın evimdeyim.
Sağ olsun Bakkal Ahmet abi ormanın bizim eve bakan yüzünü iki sıra ıhlamur yapmış da ciğerlerim bayram yapıyor.
Anacığım ziyaretimden gözleri ışıl ışıl parlak haziran güneşine aldırmadan sırtı rahatsız o tahta sandalyelerimizden ikisini sundurmaya yerleştiriyor. Babamı soramıyorum, sormak istedim diye aklımdan geçiriyorum. Hoş geldinleri geçip, “ Kahvemi özlemişsindir bir kahve yapayım mı? “ diyor. Kahve değil elinden zehir içilir nasıl da özlemişim diyesim var ama, bilirsiniz bazen rüyada nutkunuz tutulur konuşamazsınız ya ben de öyle oluveriyorum.
Kırlangıçlar sağlı sollu sundurmadaki giriş kapısına iki yuva yapmışlar, gelişime sevinçlerinden mi, yavrularına mama bulma telaşı mı bilmiyorum ama uçak gibi geçiyorlar tepemizde yaramaz çocuk çağıltılarıyla. Karşı ormanı Naci’lerin evden ayıran, çocukluğumda da var olan atkestanesi ağaçlarında kapkara bir bulut misali tünemiş karga sürüsü "İstanbul’dan abim gelmiş* parçasını söyler gibi neşeli neşeli o bet sesleriyle gaklıyorlar.
Tanımasalar görmeseler de kırlangıçlar, kargalar, güvercinler, kumrular seni soruyorlar, neden gelmediğini meraktalar, diyemiyorum ki ayrıldık, o kendi yoluna ben kendi yoluma.
Bahçenin solunda huzurlu bir hışırtı ile acelesi yokmuşçasına sundurmanın önünden yıllar öncesindeki gibi gururlu, mağrur hoş geldin dercesine yuvasından kafasını çıkarıp selam vererek resmigeçidini tamamlıyor, kaplumbağa. Kaç yaşındadır acaba diye düşünürken gülümseyerek elinde tepsiyle yanıma gelen annem, “ senle yaşıt senin doğduğun yıl yavruydu birlikte yaşlandık.” diyor ve merakımı sormadan gideriyor.
Kimse sorguyu devam ettirmeye cesaret edemezken kara gövdesi ışıl ışıl parlayan ihtiyar karga " peki şimdi ne durumda? "  diye ısrarla seni soruyor. Lafı uzatıp gönlümü açmaktan yana olmadığımı göstermek istedim ama öyle bir iz bırakmışsın ki buralarda herkes benden çok seni merak ediyor. Fazla sorgulanmamak için kısaca “ayrıldık” dedim ama kurnaz karga, tilkiye peynirini kaptırmayacak denli akıllı karga, üsteleyince dilim çözüldü, sorguda bir militan gibi. Ağlamaklı bir sesle "biz ayrıldık ayrılmasına ama ne o benden ne de ben ondan tam olarak ayrılamadık" Onu cennete gönderdik. oradan bize el salladığına eminim, deyince karganın bile gözünden bir damla yaş geldiğini görünce üzerime suskunluğumu giydim.
Elimden yem yemiş, sohbetimizi dinleyen  kırlangıç boynunu büktü, anamın toprağa serdiği buğday tanelerini gagalayan güvercinler buz kestiler, gugukcuk kuşları kederli kederli o bildik sesleriyle koroya eşlik ettiler. Kaplumbağa resmigeçidini durdurdu yuvasına çekti başını, hüznünü içine boğdu. Cenazen de metanetli  olacağım diye bir damla yaş bırakmayan gözlerim, çağlayan oldu aktı. Keşke seni gözyaşlarımdan yeniden doğursam. Günesin önüne geçen bulutlar yağmur bırakacaklar, yıkamak lazım hüzünleri ki huzurla geride bırakalım.

Kırlangıç yuvasının altında yuvalanmış örümceğin sesini duyacak denli ıssızlaşmış sundurmanın sessizliğini sabah ezani bozdu ve uyandım.