1 dakika okundu
İçimdeki Tutsak/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Lavabonun iki kenarından tuttu Açelya. Derin ve hızlı nefes alıyordu, göğüs kafesi bir ileri bir geri oynuyordu. Başını kaldırdı ve aynada beliren siluetine baktı. İri ve kırmızı dudakları gergindi. Elmacık kemikleri geçmişten intikam alıyormuşçasına sitemliydi.



Eğildi aniden ve öğürdü kaburgalarının sızısını her bir hücresinde hissedene dek.
Geçmişe uzandı birden ve o iri ellerin bedenine dokunduğunu tekrar tekrar hatırladı. İfrazat öylesine kemikleşmişti ki rahatlayamıyordu, kendinden nefret ediyordu. Daha da asıldı lavabonun iki kenarına ve aynadaki görüntüsüne aldırmadan başını akan suyun altına bıraktı. Kendini kendine getirmeliydi ve akan suya teslim olmak bildiği en iyi şeydi.
Ardından birerli ikişerli tuvalete giren kadınlara baktı, toparlandı. Apar topar saçlarını kuruladı. İkişerli üçerli çektiği kağıtlar elinde kocaman bir tomar olduğunda, hiçbir şey yaşamamışçasına soluğu ilk mağazada aldı. Ardından ise okkalı bir kahveye sarmaladı tüm parmaklarını. İçmeden önce kokladı. Sızı aynı yerden sızlıyordu her bir geçen gün. Lakin ruhu arıza veriyordu her seferinde. Oysa ki yara bandı çekmişti sızlayan tüm yaralarının üstüne.
Boştu. Bomboştu. Boşlukta sallanıyor gibiydi besleme ruhu. Uzun ince parmakları kahve bardağına daha da sıkı sarıldı. Sanki onun karşılıksız sıcaklığına ihtiyacı vardı.
Bir eli kahve bardağında bir eli çenesinde dalmıştı öylece. Gelip geçen çehreleri inceledi. Elbette hikâyeler çeşit çeşitti.
Omzunda aniden hissettiği el ile sarsılarak birden ayağa fırladı. Nefessiz kalmış gibi hissetti. O iri eller geldi tekrar gözlerinin önüne. Çığlık atmaya hazırdı. Ta ki, o bir çift yeşil göz sıcacık gülümseyişiyle bakana dek. Titriyordu Açelya. Titriyordu ve yeniden doğmaya aday olan içinde hapsolmuş genç kız “Sal beni.” diye sesleniyordu.
Duymuyordu. Duymak belki de korkutuyordu.
Geri geri attı adımlarını. Koşar adımlarla uzaklaştı. Caddeye çıkar çıkmaz arabaların arasında buldu kendini. Korna sesleri, insanların bir avaz haykırışları, yanıp sönen trafik ışıkları...


Anlam veremediği bir esinti girmişti tam göğsünün ortasına. Gömleğinin düğmelerine ilişen parmakları ilk beraatini vermeye kararlıydı. O susmayan sesi içinden söküp atacaktı.
Gömleğinin düğmelerini araladı, iki kolunu da bir sağa bir de sola uzattı. Taze bir genç kız vardıya içerde, dipte, en kuytu köşede... El verdi, verir vermez de firar etti. Ben gülümsedim ona.
O gülümsedi gökyüzünde uçuşan kuşlara...