Yine elinde siyah bir torbayla kapı önüne geldiğinde, anahtarla mücadelesi başlıyordu. Anahtar deliğe girmemekte inat ediyordu.
Ayakta zor duruyordu Remzi, sağa sola yalpalıyordu.
Meret! Şişede durduğu gibi durmuyordu.
Anahtarıyla olan mücadeleyi kazanamayınca kapı önündeki merdivenin basamaklarına kendini bıraktı. Hava esintiliydi. Lakin Remzi’nin içinden bir alev topu yükselmekteydi.
Görünmez kıldığı içkisini siyah torbasından çıkardı ve “Şerefine Ayten!” diyerek ağzına dayadı.
“Ah be Ayten! Dönsen ya! Söz içmicem daha!”
Kafa dumanlı da olsa sözlerine kendi de inanmadı, isterik ve yandan bir tebessüm fırlattı.
Şişeyi karşısına aldı. “Çok güzelsin be!” diyerek bir yudum daha, bir yudum daha...
“Ah be Ayten! Dönsen ya! Söz vurmayacağım daha!”
Remzi şişeye günah çıkartıyordu adeta. Diğer şişeyi açtığında iki eliyle sarmaladı ve göz hizasına dayadı.
“Ah Ayten! Beni eve de almadın ya! Üşüyorum baksana!”
Şişenin dibi gelmedi. İki, üç derken devam etti. Anahtarla olan mücadelesini dahi unutan Remzi, bir halüsinasyonun eşiğindeydi.
Sokak lambasının çevresini sarmalayan kediler kaldırıma bırakılan yiyeceklerin yanına geldiklerinde, Remzi şişesini onlara kaldırdı.
“Ayten sizi de mi içeri almadı?” diyerek bağırdı.
Merdivenin basamaklarına iyiden iyiye kıvrılan Remzi başının altında yastık varmışcasına iki elini de yanağının altına dayadı. Her yer bulanıktı. Bulanık, puslu ve gri.
Sayıkladı Remzi.
“Ayten beni affet!”
“Ayten!”
“Ayt!”
Remzi sızmıştı. Sızar sızmaz da baş ucundaki boş şişeler yuvarlandı, bahçe kapısına çırptı.
Gün sabaha yüzünü araladığında Remzi yavaş yavaş kendine gelmiş ayılmıştı. Ağzının içi pas tutmuşcasına keskin bir demir tadı vardı. Alt ve üst dudağı birbirine yapışmıştı.
Sersem bir şekilde olduğu yerde toparlandı, evinin kapısını açtı. Anahtar bu sefer söz dinlercesine kapının deliğinden sızmıştı.
Ayakkabılarını çıkaran Remzi koltuğa kıvrıldı. Duvarda çatlamış sıvaya takılan gözleri yolunu kaybetmiş biri gibiydi. Gözleriyle iz sürdü, çatlağın ucuna geldi dayandı. Duvarda rahmetli eşinin resmi asılı duruyordu. Çatlak sıva resmin altından kaldığı yerden devam ediyordu.
Remzi çerçeveyi duvardan aldı ve altındaki çatlamış sıvayı görünür kıldı.
Tekrar kıvrıldı koltuğa, çerçeveyi aldı göz hizasına.
“Ah be Ayten! Nurlar içinde yat! Çok çektirdim sana! Ellerim kırılsaydı da vurmasaydım sana!”
Cebinden çıkardığı mendili ile tozlanmış çerçeveyi sildi, masanın üzerine koyup duvara dayadı.
Acıktığını hissetti. Ocağın üstünde iki gündür bekleyen tarhana çorbasından bir kepçe doldurdu tabağına. Oturdu Ayten’in karşısına.
“Soğumuş.” dedi utana sıkıla.
Çorbasını içemedi. Titreyen ellerini nereye koyacağını bilemeden kalktı bir hışımla evden çıktı. Ellerini saklayası vardı. Yumruk şeklinde sıkarak ceplerine sıkıştırdı.
Ne mi yapacaktı?
Şişede durduğu gibi durmayan meretin sarhoşluğunda günah çıkaracaktı.
Şişenin dibi gelmeliydi ya! Bir tane daha, bir tane daha...
“Ah be Aytenn!”
“Ayten!”
“Aytt!”...