Dışarıda kışın dip sesi vardı. Dağlar, kayalar ve dam başları, her şey soğuk bir uğultudan ibaretti.
…
Fatma tandır başında ekmek pişiriyordu. Son ekmeği çıkarmak için tandıra eğildi bir daha da doğrulamadı. İntikamını aldım baba diye bağırdı kocası. “ Su uyur düşman uyumaz” sözü bir kez daha dağlamıştı hayatı.
…
Fatma aylardır odanın bir kenarında yatağın içinde öylece yatıyordu. Zaman zaman sesler çıkarıyor hafifçe gözlerinin siyahını bükme hareketi yapıyor hemen tekrar essizliğe gömülüyordu. Çıkardığı sesler, belkide ağrılarına karşı kendince bir mücadele etme şekliydi.
Gözlerini hafifçe pencereye doğru çevirip, gözlerinin eliyle pencere camının buğusunu sildi. Dışarıda tipi uçsuz bucaksız soğuk bir dalga oluşturmuştu. Kış dokunduğu her yeri üşütüyordu
Bir sığırcık sürüsü çeper oyuklarına sığınmaya çalışıyor, köpekler dört ayağını bir noktada birleştirip çeper diplerine iyice sokuluyorlardı. Tipi bir mermi gibi çarpıyordu, her şeyin gövdesine.
Pencere camını silmeyi bıraktı, usulca kalbine doğru çekti gözlerini.
Dışarıdakilerin ne kadar da şansız olduklarını düşündü. İçinden onlar için dua edip yardım diledi.
Gözlerindeki fer gittikçe söndü. Biraz önce yanına yaklaşarak bir çeşit vedalaşma töreni yaşadığı köpek avluda üç kez havladı…
Odanın bir köşesinde sağa sola yaylanarak ağlıyordu Songül. Daha bu sene üniversiteyi kazanmıştı. Hayatın zorluklarına karşı dik durabilmeyi zorlukların üstesinden gelebilmeyi halası Fatma’dan öğrenmişti. Fatma yeğenlerinin içinde en çok Songül’ü beğenirdi. Songül okuyacaktı, eğitimli biri olacaktı.
Babası adam öldürse köyün ve sülalenin ileri gelenleri kan parası için onu verseler gitmeyeceğini kendisi gibi susmayacağını biliyordu. Songül’ün bu tavrı onu çok mutlu ediyordu. Songül ağlamayı bırakıp seslice konuşmaya başladı.
'Ne zamana kadar, kadınlar esirci bakışlar altında bir meta gibi alınıp satılacak? Ne zamana kadar, bir hediye paketi gibi paketlenip kendine sorulmadan bir başkasının eline teslim edilecek? Ne zamana kadar, sövülecek? Ne zamana kadar, dövülecek? Ne zamana kadar, öldürülecekti? Gitgide yükseliyordu sesi, gitgide öfkeleniyordu…
Songül sesiyle sustu, iki yana yaylanmayı durdurdu. Kızım yanına kardeşlerini al avluyu, odaları güzelce süpürün, komşulardan sandalye toplayın. Birazdan hoca selayı verir, köylüler cenazeyi kaldırmaya gelir. Dedi babası.
Süpürge darbelerini ardı ardına indirdi yerdeki kirliliğe, tuzla buz etti savurdu uzayın boşluğuna. Süpürüp tıkayacağım o kara deliğe sizi. Adınız bile anılmayacak bu topraklarda. Kan akıtan, acı çektiren yüzlerinizi, en iyi ressamlara çizdirip asacağım yeryüzünün tavanına. Artık siz, kötülüğe örnek bir fotoğrafsınız zalimler. Süpürgenin sapı kırılmıştı. Herkes Songül’e bakıyordu, Songül elindeki süpürge sapını havaya kaldırarak haykırdı.
Ne yaparsanız yapın, nasıl bir vahşeti yaşatırsanız yaşatın, göstererek dışarıda ki söğüdü, dalındaki karı ve karın beyazlığını devam etti haykırmasına. Size rağmen dünya hala güzel ve insanlar bu dünyada yaşamak istiyor.
Bu tozları süpürdüğüm gibi, bütün tozları süpürmeye gelmek için eşelenenler var. Onlarla bir araya gelip, sevmeyi öğreneceğiz ve öğreteceğiz, düşman değil, dost olacağız, İsteklerimiz yerine gelmediğinde yıkıp dökmeyi değil, hoşgörüyü, tahammülü öğrenip öğreteceğiz. Köle zihniyetini silip süpüreceğiz. Sesi git gide yükseliyordu. Etraftakiler onaylar biçimde sessizliğe gömülmüşlerdi.
Sesinin güçlülüğünden sessizliği fark etti ve sustu. Sessizce ‘Yaşasın hayat!’ dedi. Dışarıda kar yağmaya başlamıştı. Yüzlerini soğuktan paltolarının yakalarına gömen insanlar geliyordu, söğüt ağacının dallarında ki kar seviyesi kalınlaşmaya yüz tutmuştu. Kuşlar çoktan söğüt dallarından uçmuştu.
Çok uzaklardan geliyorlarmış gibi sararmış kurumuş çalı çırpıyı sürüklüyordu rüzgar. Kuru sararmış parmaklarıyla insanlar, rüzgarın sürüklediği bu çalı çırpıyı toplayıp avluda yanan sobaya atıyordu. Kurumuş sararmış çalı çırpı gürültüyle yanıyordu.
Kadınlar sanki kendi ağıtlarını yakıyorlarmış gibi başlamışlardı ağıt yakmaya. ‘Kapı aralıklarında beklemekten gözleri büyüyen bacım. Bir çiçek gibiydin ne zaman soldun bacım. Oy bacım…’ Songül yaklaşarak ağıt yakan kadınlara, gün gelecek, hayat gerektiği gibi her insanın ömrüne eşit akacak, size söz, işte bu bardaktaki suyu içtiğim gibi içiyorum yemini. Size söz dedi. Ağıt yakan kadınlar ellerini havaya kaldırarak, hep bir ağızdan ‘Amin!’ diye haykırdıl.
Dışarıda kar durmuş, güneş açmıştı. Hava ölüyü gömme molası vermişti sanki.