Alman arkadaşım Johannes ile arkadaşlığımız gittikçe büyüdü. Dostluğun çok ötesindeydi. Kardeş gibi olmuştuk. Onun sayesinde pek çok ulustan arkadaşım oldu.
Çevrem öyle genişledi ki , yetmiş iki ulustan insanlarla dostluklar kurmuştum.Alman arkadaşlarım çoğunluktaydı. Oysa ailemizin geçmişine bakıyorum, Enver Paşa yanlısı bir kimse de yoktu. Ama benim hatırı sayılır Alman dostlarım vardı.
Arkadaşlarım bana ad takmışlardı: Alman Koloni Başkanı... Benim bir şikayetim yok. Onlardan hoşnuttum, onlar da benden...
Zamanımız onlarla geçiyordu. Kent içi, kent dışı yolculuklar yapıyorduk. Yabancı birkültürden insanlarla birlikte olmak, insana çok şeyler kazandırıyordu.
Hafta sonları yemekler yapar, partiler düzenlerdik. Gelen insanlara bakıp kararverilseydi, o evde Birleşmiş Milletler toplantısı yapıldığını sananlar çıkabilirdi.
Gelenler arasında kimler yoktu ki; Almanlar, İngilizler, Japonlar, Afrikalılar,Yunanlılar, Avustralyalılar, Çinliler bile vardı.
Çoğu dostlarımdan daha samimiydik onlarla. Güzelliği, dostluğu paylaşırdık. Birşeyler yazdığımı, kitaplarım olduğu için bana başka gözle bakarlardı. Aralarında saygınlığımolduğunu söylerler, belli de ederlerdi... Çıkan kitaplarımı imzalar verirdim. Türkçeyi bilenlerokurlar, düşüncelerini bile söylerlerdi. Yeni kitabımı dört gözle beklerlerdi.
Türk arkadaşlarım ise, adlarına imzaladığım kitapların tek sayfasını açmadan eski kitapçıya satarlardı. Özellikle Afrikalı dostlarım kitaplarıma bayılırlardı. Belki de, çoğu konuda yazgımızaynı olduğu için mi nedir? Benden başka yazar tanımazlardı. Kurduğumuz dostluk, kitaplarıma olan ilgilerini artırmıştı...
Bu yaşıma dek, onlar gibi candan, içten, neşeli insanlar az gördüm. Kara derili dostlarımın içleri, kafaları aydınlıktı derilerinin inadına. Dilimizi rahatlıkla konuşuyorlardı. Öyle güzel öğrenmişlerdi ki dilimizi, ince esprileri rahatlıkla anlıyor ve yapıyorlardı.
Öyle zamanlar oluyordu ki, yazdığım öykülerimin ilk taslaklarını, karalamalarını alıpokurlar, yorumlar yapar, yol gösterirlerdi. Afrikalı dostlarımın hepsi de öğrenciydi.Ülkemize üniversite eğitimi için gelmişlerdi. Öğretim görüyorlar, okulları bitince de,üzüntüyle kendi ülkelerine dönüyorlardı. Biri giderse, üçü geliyordu...
Yeni gelenlerle de dostluklar kuruyorduk. Gidenlerle ise dostluğumuzu mektuplarla sürdürüyorduk. Gelenler de gidenler gibi kitaplarıma alışırlar, okumadan edemezlerdi. Ülkemizden ayrılanlar ise, her mektupta aynı soruyu yineliyorlardı: Yeni kitabın çıktı mı ?
Kitabım çıktığında ilk gönderdiklerim Afrikalı dostlarımdı. Kenya’dan tutun daZimbabve’ye, Somali’den Gana'ya dek pek çok ülkeye elliye yakın kitap postalıyordum.Astarı yüzünden pahalı olsa bile, severek yapıyordum bu görevimi. Kentimizde de bir o kadar Afrikalı, Avrupalı okuyucum vardı.
Geçenlerde Kenya'dan bir mektup aldım. Charles'tan geliyordu. Gönderdiğim son kitabımı çok beğenmiş. Sadece kendisi okumakla yetinmemiş, Kenya diline çevirip çevresindeki insanlara dağıtmış. Çevirisinin bir örneğini bana yollamış. Öykülerimi okuyanlar öyle beğenmişler ki. Charles anlata anlata bitirememiş...
Tek tek de olsa öykülerimi istiyordu. Charles ister de göndermem mi ? Öykülerimin ilk taslaklarını gönderecektim. O da okuyup düşüncelerini, önerilerini yazıp geri gönderecekti. Bu öneriye çok sevindim. Çevremdeki insanlara okumaları için rüşvetlerverirdim; ama okutamazdım. Babam bile,
- Al bir küçük yetmişlik rakı okuyayım, derdi.
Rakısını alırdım. Bir türlü öykülerimi okutamazdım...
Charles'tan aldığım mektup moralimi düzeltti. Onun üzerine oturup birkaç öyküyazdım.Kenya'ya postaladım...
Postane dönüşü apartmanımızdaki posta kutusuna baktım. Zimbabve'den bir mektup gelmişti. Merdivenlerde okumaya başladım. Joe yollamıştı. Kitabıma övgüler düzmüştü. Mutluluktan, sevinçten ne yaptığımın farkında değilim. Kapıyı anahtarla açmaya uğraşırken kapı açıldı. Karşımda Zeynep teyze belirdi. Miskin miskin gülümsüyordu.
-Ne o oğlum, yine gündüz gözüne sarhoş musun?
-Sizin ev biliyorsun bir üst katta,deyince kendime geldim.
- Sarhoş değilim. Sevinçten oldu, kusura bakmayın Zeynep teyze, dedim. Mektup aldım da...
- Sevgilinden mi gelmiş? Sana kapıları şaşırtan mektuptaki haber de neymiş?
- Sevgilim yok ki, arkadaşımdan gelmiş, dedim.
Zeynep teyze:
- Oğlum bak çok iyi düşün. Sana terzi Muhsine'nin kızını alalım. Okumamış, ama evcimendir. Yemek yapar, dikiş diker, sırtın yere gelmez. Sen biraz daha bekarkalırsan, yakında çatıya da tırmanırsın, benden söylemesi, diyordu...
Ben daireden içeri girerken, Zeynep teyze konuşmasını sürdürüyordu. ..
Sıkışmış olmama karşın, zıplaya zıplaya mektubu okudum. Sonra da zor attım kendimi tuvalete. Rahatlayınca yeni baştan okudum mektubu. Joe, yakın çevresinde araştırmış. Öteki Afrika ülkelerindeki dostlarıyla da konuşmuş. Afrika’da en çok okunanTürk yazarı benmişim. Çok mutlu oldum. Sonra da oturup düşündüm. Joe haksız değildi...
Gerçekten de Afrika’da çokça okuyucum vardı. Günümüzde hangi yazarın yüze yakın okuyucusu vardı. Ülkemde bile sürekli beni okuyan bu denli okuyucum yoktu belki de...
Yıllardan beri uğraşıyorum. Kendi ülkemdeki insanları uyandıramadım; ama, Kara Afrika'yı uyandıracaktım. Bunda da kararlıydım.
Afrika Rönesans’ı için kolları sıvayan Afrika ülkelerine katkım olursa sevinecektim. 21.Yüzyıla girdiğimiz bu günlerde, gerçekleri gören Afrika uyanacaktı. Yüzyılların acısını çıkaracaktı. Çorbada tuzum olacağı için mutluydum...
Bu sevinçle oturup sabaha dek öyküler yazdım. Birer örneklerini Afrikalı dostlarıma gönderdim.
Bunca okuyucum varken, kitapevleri benim için Afrika ülkelerinde imza günleri düzenleyemezler mi? Ülke ülke dolaşırız. Gideceğimiz yerlerde pek harcamamız da olmaz... Mart 1999