Kalkınca ilk işi duşa girmek oldu. Suyla oynaşırken bedeniyle yeniden tanışmayı severdi. Su her şeyi görünür kılardı, suyun kalbini kırmak olmazdı. Bedenine dağılmış o ana kadar fark etmediği işaretler dikkatini çekti. Tanışmak için delilleri suya tuttu. Endam aynasının karşısına geçip şırılçıplak bedenine iyice baktı. Hep öyle yapardı. Her sabah ıslak bedeniyle yeniden tanışır ve vedalaşırdı. Yaşlandıkça bedeni aklından uçup gitmiş annesi, kızını korku, heves ve merakla izliyordu. Annesi hep böyle yapar; seyrettiklerinden bazılarını gizler, aklından kalanları munis, evcil bir sesle kocasına anlatır, dilini kırar susardı.
Aynayla vedalaştı. Pencereden sokağa baktı. Her sabah öyle yapardı. Evden çıkar çıkmaz, özenle tarayıp şekiller verdiği, siyaseten boyattığını zannettikleri doğuştan kızıl saçlarını militanca bir baş hareketiyle dağıttı. Eve, kapıya, pencerelere baktı. Hep böyle yapardı. Perdenin aralığından bakan annesiyle vedalaştı. Yürümeye başladı.
Tedirginliği anlaşılmasın diye, kuşlara laf attı. Sokaklara, duvar yazılarına ve alıntılara özenen genç bir kadındı. Akşamdan sabaha şekli değişmişti duvarların. Duvarlar yerinde duruyordu ama özenle yazdıkları yazılar değişmişti. Her cümlenin sıcak temas olduğu günlerdi. Gözleri onu durdurdu. Ölüm ile köşe kapmaca oyunu oynadıkları yıllardı. Önce geçmişe sonra geleceğe sonra da içine baktı. Ezberlediği duvar yazılarını ezberleyip gelene-geçene şiir olarak okuyan, mahallede “alık” muamelesi yapılan siyaseti bilinmeyen gence rastladı. Onun, “Bu yazılardan bir şey anlamadım. Ezberleyeyim mi abla!” sözlerine acı acı gülümsedi. Herkesin acelesi olduğu zamanlardı. Cevap alamayan çocuk, hızla uzaklaştı...
Birden bir silah sesi duydu. Sanki bir el ensesinden bir tutam saç çekmişti. Şekli bozuldu. Düştü. Gözünü açtığında on iki eylül olmuş, evlerini terk edip sokaklara kayıt yaptıranların pek çoğu yanlış yıkanmış çamaşırlar gibi enden ve boydan kısalmıştı. Ziyaretine gelen bir akrabasının annesine söylediği, “Kızını size devlet bağışladı, ordu başa geçmeseydi bu çocuklar ziyan olacaktı...” cümleyi duyunca yüz ifadesiyle tepki verdi. Doktorlar, ölüm tehlikesini atlattığını, kurşunu çıkarmak gerekmediğini, söylüyordu. Göçer bir kurşundu bu, yıllarca uyur, uyanır, gezer tozar ve günün birinde terk ederdi bedeni. Kurşunun ölmesini beklemek gerekiyordu.
Aradan yıllar geçti. Bir gün, boynundan omuzlarına inen kurşunu yerinde bulamayınca panikledi. Elini, parmaklarını kurşun mahallinden başlayarak gezdirmeye başladı. Sıkça adres değiştiren kurşunu sırtında bulunca sevindi. Kurşunun yolu aşağılara düşmüştü. Bu güzel haberdi. Doktorlar, kurşunun boyundan yukarıya beyin bölgesine gitmeyi huy edinmesinden korkuyordu. Bir de kalbe ve omuriliği ziyaretinden. Sevinci yarıda kaldı. Kurşun boynundan aşağıya yürürken yolunu kalbine düşürürse ne olacaktı? Yıllarca, her sabah önce su altında sonra endam aynasının önünde kalp bölgesini taradı. Her sabah eskisi gibi bedeniyle yeniden tanışıyor ama vedalaşmıyordu. Kurşunla vedalaşacağı günü bekliyordu. Kaybın yasını tutması gerekiyordu ama kaybının en olduğunu bilemiyordu. Dernekteki “eğitim çalışmasını” artık bedeninde yapıyordu. Bir tür beden yazısıydı bu; her gün bedenini okuyor, okuduklarını siliyor ve yeniden yazıyordu. Kör kurşundu. Mihmandı. Yön bilmezdi. “Kurşunlu bacı!” ya da “Kurşuni” diye takılan arkadaşlarına, “Şu kurşun çıksın, vurulduğum yerde kurşun dökeceğim”, diye takılırdı.
Aradan kurşuni, hakî yıllar geçti. Unutmamak için tuttuğu “Kurşun defteri” notlarla doldu. Günün birinde, on iki eylül'den sonra bilgeleşen, ahaliye göre ise “bi hoş” olan o gence rastladı. Pek çok arkadaşının, eski beden yazılarını silip, sabit kalemle devletin kutsallarıyla donattığını düşündükçe bu çocuğu eskisinden fazla sevdiğini düşündü. Çocuk; “Kurşunun çıkacağı ân'ı bekliyorum. Süreç bitti, her şey ân'da olup bitiyor” deyince elleri bedenine gitti. Bedenini yokladıysa da kurşunu bulamadı. Eve koştu. Suyun altına girdi. Artık çırılyapraktı. Sabah yazdığı yazıları sildi, yenilerini yazdı. Kurşun kuş olup uçmuştu. Endam aynasın önünde, ellerini bedeninde gezdirerek arama-tarama çalışmalarını sürdürdü. Göz şahidi annesi her zaman ki gibi eşikteydi. Birden sağ ayağında ağrı hissetti.
Ayağına sarıldı. Şişlik gördü. Dokundu. Aynada suretiyle göz göze geldi. Aynadaki suretine, “Buldum, haberin olsun!” diyerek işmar etti. O anda, bir mucize oldu. Bedeniyle yaşıt endam aynası yere düştü ama kırılmadı. Kurşun, içinden dışına çıkıp “çıt” diye aynanın üzerine düştü ve ikiye çatladı. Ayna “çatlayan” kurşuna güldü. Anne, haberi babaya yetiştirmek için ayaklandı. Kadın, “eylül bedenimden çıktı” diye mırıldanıp bedeninde yazılamaya çıktı...