1 dakika okundu
BORÇ/Oğuz KARTAL

“Hoş geldiniz efendim, rezervasyonunuz var mıydı?’’ dedi, kapıda müşterileri karşılamakla görevli kadın.

“Hayır, maalesef.” diye cevapladı, yirmili yaşlarının sonunda, uzun boylu, iyi giyimli ve güleç yüzlü adam.

Kadın restoranın salon kısmına baktı, önünde duran rezervasyonların olduğu listeyi kontrol etti. “Şu an hiç boş yerim yok fakat dilerseniz sizi biraz bekletelim, sonrasında yardımcı olalım. Yalnız mısınız, yoksa misafiriniz var mı?” diye sordu.

Adam “Olur, beklerim. Yalnız olacağım” cevabını verdikten sonra kapıda sigara tellendirip ona tahsis edilecek masayı beklemeye koyuldu. Restoran, Anadolu Yakası'nın en elit mekânlarındandı, taze deniz mahsulleriyle gurmelerin gazetelerde tam puan verdiği bu işletme; zengin iş adamlarının gözdesiydi. Yarım saat kadar bekledikten sonra anca yer bulabildi, menüye göz atmadan siparişini garsona verdi; kalamar dolması, kılıç balığı ve bir şişe rakı. Meze seçimini garsona bıraktı. Servis mükemmeldi, garson en taze mezeleri getirdi, hayatında daha önce bu kadar lezzetli balık yememişti. Şişenin dibi gelince iyiden iyiye sarhoş oldu. Elini kaldırdı, garsona işletme müdürünü çağırmasını rica etti “Bizzat teşekkür etmek istiyorum.” dedi. Mesleğe komilikten başlayıp ömrünü bu işe vakfetmiş işletme müdürü, alışık olduğu bu senaryo karşısında kendinden emin ve mağrur tavırlarıyla daha önce görmediği ama merakla incelediği adamın yanına gitti.

“Efendim servisinize, güler yüzlü çalışanlarınıza ayrı yemeklerinizin lezzetine ayrı bayıldım. Bu sebepten ötürü size bizzat teşekkür etmek istedim.” dedi.

“Sizleri ağırlamak bizim için şereftir efendim, her zaman bekleriz. Görüyorum ki tatlı ikram etmemiş arkadaşlar, dilerseniz sizin için restoranımızın spesiyalini hazırlatayım.” diye cevapladı.

“Kalkmaya hazırlanıyordum ama tatlınızı denemek isterim.”

Müdür, garsona el işaretiyle komut verdi, tatlı servisi açıldı, daha önce tatmadığı lezzette bir tatlı geldi. Elinde kalem varmış gibi havada bir şeyler çizdi, hesabı istemişti, dört bin beş yüz lirayı en altta görünce keyiflendi. Ceplerini yokladı, garsona bir el işareti daha yaptı, garson geldi.

“Kusura bakmayın, nakit çekmeyi unutmuşum, kredi kartım da yanımda yok, dilerseniz çalışanlardan bir arkadaş bana eşlik etsin ve yakınlarda bir ATM’den QR ile para çekeyim.” dedi hiç de mahcup olmayan bir yüz ifadesiyle.

Garson ne cevap vereceğini bilemedi, gözleri müdürü aradı, “Efendim dilerseniz müdür beye bir danışıp geleyim?” diyerek cevap bile beklemeden gözden kayboldu.

Masadan kalktı, uzun boylu gürbüz bir genç yanına geldi, “Efendim ATM’ye kadar size ben eşlik edeceğim.” dedi. Müdür, bu adamda bir gariplik olduğunu en başında sezmişti.

ATM’de bir şeyler denedi, ayakta durmakta zorlanıyordu. Kendisini bekleyen gürbüz delikanlının gözleri üzerindeydi. “Ben bunu beceremedim, müdürüne söyle yarın getirir bırakırım.” dedi. Genç “Olmaz!” deyince “Ne yapacağız o zaman? Bulaşık mı yıkatacaksınız?. Kahkahası yükseldi sokakta. Gürbüz çocuk, polisin üstünü uzun uzun aradı, müdürüne haber verdi ardından.

...

Şef polis memuru, uyuklayan mukayyiti dürttü. “Kalksana oğlum, ekipler şimdi gelecek, caddedeki şu kovalak mekanlarının birinde adamın teki hesabı ödememiş, bizim çocuklara da mukavemet etmiş. Mekân sahibi şikayetçi, onunla ben ilgileneceğim. Sen diğerinin ifadesini al, bakalım derdi neymiş pezevengin.” diye seslendi.

Gözlerini ovuşturan genç polis memuru, getirilen adamı süzdü o sırada, “Geç, şöyle otur bakalım.” dedi ve adamın siciline bakmak için sisteme giriş yaptı.

“Anlat bakalım ne oldu, hesabı ödememişsin. Üstüne üstlük zorluk çıkartmışsın arkadaşlara.”

Adam olanları anlattı, polis memuru sicili incelerken son üç ayda altı tane daha aynı sebepten mekân sahiplerinin, karşısındakini şikâyet ettiğini görünce sinirlendi.

“Tamam abi, atın beni içeri o zaman. Diğer polis abilere de aynısını söyledim.”

Aldığı cevaba şaşıran memur, ayağa kalktı, adamın üstüne gitti. Sinirleri bozulmuştu, gülmeye başladı.

“Eli yüzü düzgün adamsın, efendi de birine benziyorsun, işin gücün yok mu, anlat bakalım neden içeri girmek istiyorsun?”

Adam sessizleşti, alkol etkisini azaltmıştı, yüzünde masum bir ifade oluştu. Odanın camından yansıyan görüntüsünü inceledi. Karşısında cevap bekleyen muhtemelen yaşıtı memura çevirdi yüzünü.

“Abi ben aşçıyım aslında, çok da güzel yerlerde çalıştım, mesleğimde de iyiyimdir, üniversite mezunuyum, eğitimler aldım. Başıma bir dert açıldı dört ay önce.”

Gözlerini yere çevirdi, utanan insanlara has kelimeler ağzından tane tane döküldü.

“Kumara bulaştım, tefeciye üç yüz bin lira borcum var. Adamlar beni öldürecek, bu yüzden olay çıkarıp duruyorum, hapse girersem bir şey yapamazlar diye.”

Memur karşısındakine acıdı. Adamı mevcutlu yapsa sabaha savcı salardı; bir sürü evrak işi de olacaktı.

“Kardeşim, üç yüz bin lira dediğin nedir ki, genç adamsın, çalışır ödersin. Hapse girsen daha kötü. Ben sana yardımcı olurum, tehdit edenlere işlem uygularız, burası muz cumhuriyeti mi?”

Bir daha aynı şeyleri yapmaması için nasihatler verdi, işe girilecekti, kumara da tövbe edecekti. Memur tutanağı tuttu, ifadeyi aldı, kapıya kadar eşlik etti. Adam kapıdan çıkarken arkasına baktı, “Yaparım de mi abi, sıfırdan başlarım de mi?” dedi, gülümseyerek. Polis memuru, sadece işini değil, iyi bir şey yapmış olmanın verdiği huzurla odasına çıktı.

Yaklaşık iki saat sonra (mesainin bitmesine yakın) telefon çaldı, arayan İskele Karakolunun şef polis memuruydu.

“… isimli şahsa iki saat önce işlem uygulayan kimdi?”

“Ben uyguladım şefim.”

“Adamı neden saldınız, sizin yanınızdan çıktıktan sonra bizim burada lüks bir mekânda şampanya patlattırmış, hesabı da ödememiş. Üstüne üstlük bizim çocuklara da zorluk çıkartmış”

“…”