İçindeki kuşkuları, korkuyu bir kenara atıp bir cerrah titizliğinde ceseti kesmeye başladı. Şehrin urlu, irinli bir sureti gibi göründü bu ölüler gözüne ilkin. Kanlı elleriyle organları yokladı. Çürümemiş daha. Ölü diriltenler, çuvaldakinin üç gün önce yoksullar mezarlığına sessiz sedasız gömülen biri olduğunu söyledi . Az para istemediler cesedi satmak için Henry’e. Londra sokakları tekin değil, cinayetler, salgınlar kuşattı şehri. O izbe, kör karanlık sokakta yürürken kadıncağızı bıçaklamışlar. İlerdeki rutubetli odalardan birinde yaşayan fahişenin biri olmalı. Belki bardan çıkan sarhoş takımından biri musallat oldu kadına ya da müşterisinin bu cılız bedene iki üç pound karşılığı kendi malı görmesine itiraz etti de herifçioğlu deşiverdi zavallıyı. Kimbilir...
Ölülere dokunmak, lanetlerini de kuşanmak demek, hele de bir çuvala koyup dokturun laboratuvarına gecenin köründe getirmek. Ölümden sonra bedenin korunması gerektiğini söylüyor herkes. Cesedin boynuna halatı takıp çıkardı ikisi de tabuttan birkaç saat önce. İki kazmalık kürekle yetinmişler tabutu kapatmak için yakınları. Rahibin toplumun urları dediği cinsten bir zavallı. Toprağı kazdıklarında kadının beyaz solgun yüzündeki morlukları fark etmişlerdi. Her kimse öldürmeden önce kadını fena hırpalamış. Neyse ki Karındeşen dadanmamış zavallıya. Bu sokaklar Karındeşen için bulunmaz nimet sonuçta. Canlı canlı, son nefesini vermeden paramparça ediyormuş kadınları bu seri katil. Maktüllere canlı canlı, ağır ağır ölümlerini seyrettiriyormuş . Bir söylence gibi hikayesi yayıldı çoktan katilin. Gazeteler, günlerdir üç sutun üst üste Thames Nehri kıyısındaki dar, çoğu metruk evlerle örülü sokaktaki cinayetleri yazıyordu, ne lağım basmış sokaklar, ne fare istilası, ne de salgından ölen zavallılardan söz etmez olmuşlardı hatta. Ortalık katillere, mezar kazıcıları, hırsızlar ve ölülere kaldı. Akbabalar gibi cesetleri bekleyen bu iki serseri iyi kazanıyordu mezarlık hırsızlığından. Şehrin verdiği adla ölü diriltenler…
Anatomi bilimine hizmet gönüllüsü sayılmazdı bu herifler, polise göre tekinsiz, uğursuz, gecenin karanlığında ortaya çıkan toplum parazitleriydi.
Salgın zamanında hıyarcıklı vebadan zor kurtulmuş bu uğursuzu masaya bıraktı saçı sakalı birbirine karışmış ölü dirilten. Ceset hırsızlarının en yaşlısı, güngörmüşü oydu . Yanındaki genç oğlan cesetlere dokunmaktan ürküyordu hala, hatta ilk mezarlık hırsızlığında böğüre böğüre kusmuştu da bu çilli velet. Henry, genç kadının çıplak bedenindeki morluklardan şiddet mağduru bir zavallı olduğunu anladı. Kadın, bu gettoda ölüsü çoktan unutulmuş hüzünlü bir yüzle bakıyordu Henry’e. Başka mahallelerde de ölüler vardı ama bu mezardakiler kadar Tanrı’larına terk edilmiş değildi hiçbiri. Nasıl da kolayca kazdılar mezarı. Değerli eşyaları da yoktu hiçbirinin, hatta kefeni en ucuz kumaştandı .
“Pislikten, bitten, sefaletten, sokak ortasında ayyaş müşterisi yüzünden ölen biri daha, bakalım bu sefer nerelerini deşeceksin sayın doktor.” diyerek çürük dişlerini ele veren şımarık bir gülümsemeyle bakındı laboratuvara yaşlı ölü dirilten. Doktor yanıt verme gereği duymadan kadının morluklar içindeki gövdesini incelemeye devam etti. On pounddu sanırım diye uzattı para kesesini. Vücut bütünlüğü tam; kolu, ayağı falan eksik değil. on beş pound versen diye çıkıştı adam. Duymazdan geldi Henry. Bir ceset üzerinden pazarlığa girişesi yoktu genç doktorun. Yaşlı adam da bilirdi Henry’inin bu konudaki pazarlık yapmadığını. Daha fazla ısrarcı da olmadı zaten. Çok da aydınlık sayılmayacak odanın bir köşesinde onları izleyen bu ceninle karşılaşmak huzursuz etti yaşlı adamı. Bu gelişmemiş beden midesini bulandırdı ilkin, Henry gebe kalmış bir fahişenin cesedinden çıkarmış .
Açılmamış göz kapakları, ufacık bir kafa, büyümememiş iki kol ve bacak... Sıvının içinde yüzdüğünü hissetti bir an kavanozdakinin. Kocaman bir dalak başka bir kavanoza özenle yerleştirilmiş. Bu doktor tayfasına akıl erdiremiyordu ya. Parasını peşin veriyorlardı sonuçta. Daha fazla kafa yormak zorunda değildi bu işlere. Kesip biçiyorlar işte. Canice gelmedi Henry’nin kadının ciğerini, kalbini cesetten çıkarması. Canlı canlı doğruyordu şehirdeki hırsızlar milleti oldum olası. Hele de Karındeşen…
Henry dikkatle baktı kadının akciğerine, dalağına. Gövdede bir hastalık emaresi aradı. Erken yıpranmış, çoktan tükenmiş iç organları özenle boş kavanozlara yerleştirdi. Mahallede her gün en az on kişinin cenazesi kalkıyordu. Kilise ölümlere ayarlamıştı çalışma saatlerini sanki. Papazlar, rahipler yetişemiyordu artık cenazelere. Çoğunluğu sessiz sedasız, ruhsuz bir törenle gömülüyor, tabutun üstüne atılan iki üç kürek toprakla yetiniliyordu. Mezar taşı bile gerekli görülmüyordu birçoğu için. Sahipsiz yoksulların pisi pisine cehenneme ya da cennet dedikleri masalsı ülkesine gittiğini düşünürdü çocuksu bir avuntuyla. Bu alt tabakadakilere muhakkak cennet kapıları kapalıydı. Çok da tasalanmazdı zaten böyle şeylere. Buradaki ölüler olsa olsa eşekler cennetine giderlerdi . Rahipler çoktan cennete şehrin makbul vatandaşlarına biletleri kesmişti.
Henry bu meraklı ölü diriltenler gider gitmez, odadaki diğer ölülerle bir başına kalmayı yeğlerdi çoğu kez. Ölüler yaşayanlardan daha az tehlikeli ve ürkünç gelirdi ona. Thames Nehri’nde dökülen lağımlardan, binlerce sıçandan dolayı ölüm ve veba kol geziyordu şehirde. Anatomi Okulu’ndaki iki doktor Henry’le salgının çaresini bulmanın cesetleri parçalamaktan geçtiği konusunda hemfikirdi. Kraliyet Akademisi de salgının daracık, iç içe sokaklarda, bu izbe odalarda yaşayan zavallıların açlıklarından ve yoksulluğundan doğduğuna karar verdi. Lağım suları sokaklara dökülüyordu, geceleri bit pirelerle haşır neşirdi alt tabakakiler. Henry katilin bıçaklamakla yetinmediğini, kadını tartaklayıp, boğazladığını fark etti boynundaki morlukları ayrıntılı inceleyince. Yok, mezar kazıcıların halat düğümünden olacak şey değildi bu. Bu kadının bir adı olmalı diye düşündü. İki sokak ötedeki meyhaneden çıkarken belki rastgelmişti ona, belki bir gece vakti iki üç pounda ucuz bir pansiyonda sevişmişlerdi de. Adını da söylemişti. Kimbilir… Soluk, bembeyaz suratında çoktan ölümü kabullenmiş bir ifadeyi yakaladı bunlar aklından geçerken.
Ölünün parçalanmış, organları çıkarılmış bedenine alışık bir gözle bakan ilk mezar kazıcı; pişkince, bu cesetler öte tarafa akciğersiz, böbreksiz, kolsuz bacaksız gidince haylice zorluk yaşayacaklar diye geçmişti dalgasını. Henry, bu adamın alaycı halinden hiç de hoşnut olmadı. Kadının tanıdık yüzüne sevecenlikle baktı. Lucky Sokağı’nın birkaç kalantör müşterinin yancısı bu fahişeyle konuşmuş olmalıydı iki gece önce. Yarım yamalak hatırlıyordu. Haylice çakırkeyifti o gece. Şimdi kadın konuşurcasına gözlerini dikmiş bakıyordu Henry’e. Cesedinin parçalanmış halinden ürkmüş müydü acaba, sahiden izliyorsa olup biteni...Ruhlara falan inananlardan değildi Henry. Ölüler sadece ölüydü Ruhların bu izbe sokaklarda kol gezdiğine inanmıyordu da. Şehir dedikoduyu, söylenceyi severdi oldum olası. Mezar kazıcısı laboratuvardan çıktığında polislerin sokaklarda gezindiğini fark eti. Cinayetler arttıkça bu yoksul mahalleyi hatırlamışlardı nihayet. Belki gazetelerin ilk sayfalarında ölü kadınlardan söz edilince böyle bir mahallenin şehirde var olduğunu hatırlamıştı polis şefi. Bu cesetlerin ruhlarının musallat olmasından korkar olmuştu mahalledeki zavallılar, hortlaklar dolaşıyor diye bir söylenti de çıkmıştı.
Henry, gözlüğünün camını silip genç kadının yüzündeki belirsiz ifadeye bir an takıldı. Ölmeye dair bir korku, ürküntü bulamadı bu ifadede. Bu sokaktakiler bir şekilde cavlayı çekeceklerini bilirlerdi zaten. Bir sokak kedisinin ömrü kadar bir ömür biçilmişti çoğuna. Koca bir boşluktu kadının karnının içi şimdi. Kavanozlarda saklanması gereken organları dikkatle inceledi. Beslenme yetersizliğinden gidermiş bu kadın eceliyle ölse bile diye söylendi kendi kendine. Ya da vebadan… Masadaki kadın ölümü düşlüyordu sanki, şehirde yaşadığı cehennemden daha kötü bir cehennem yoktu muhakkak. Gözleri duvardaki boşlukta kayboldu. Yüzünde belli belirsiz bir gülünseme belirdi. Bir iki sinek mum ışığının çevresinde uçup duvara kondu. Masanın yanı başından koca bir sıçan geçtiğinde taze etin lezzetli olabileceğini düşündü. Herbiri bu sokaklarda insan eti kemirmeye hayli alışkındı zaten.
Gri, kasvetli hava bir an dağıldı. Sabaha doğru şehri güneşli bir sabah karşıladı Masanın üzerindeki ölünün gözleri delik deşik halde doktoru izliyordu.
Lucky Sokağı’nda o gece bir kadın daha öldürüldü. Akbabalar gibi cenazeyi bekleyen ölü dirilticilerden saçı sakalına karışmış, yaşlıca olanı çoktan haberi almıştı.