2 dakika okundu
Derin ve Karanlık/Meral KUTLUĞ

Gözlerini açtığında kendisini kapkara bir boşluğun içinde buldu. Elleriyle yattığı yeri yoklamayaçalıştı. Çokça irili ufaklı taş, pis kokulu bir toprak.. Bu pis kokulu toprak, kıpırdandıkça, altında adetabilinmeyen yönlere doğru kayıyordu. Birden lisedeki büyük aşkı Ceyda geldi aklına:

Hey hanım evladı, iyi kokla bak mis gibi gübre kokuyor; işte köyün kokusu. Ananın bahçesi gibi gül,hanımeli kokmaz her yer.

Gerçekten de gübre kokuyordu, ama Ceyda “bok” demişti. Anılarında bile tekrarlayamadığı, yükseksesle söylemeye utandığı o pis kelimelerden biri. Ne rahat söylerdi Ceyda: Bok, göt, çiş; hatta Tuvaletbul bana çabuk, altıma ederim valla Can, rezil olursun deyiverirdi... Ne güzel gözleri vardı: yeşil mi,elâ mı, anlaşılmaz.

Elini yavaşça acıyan başına doğru uzatmaya çalıştı; her yeri sızlıyordu. İşaret parmağı ile yoklamaya uğraştığı yerde saçları ıslaktı, parmağı belli bir noktaya dokununca canı yandı. Elini hemen çekti ve burnuna yaklaştırıp kokladı. Daha önce hiç kan kokusuna aşinalığı yoktu ama bu sıvı, su değildi; orası kesindi. Gözleri karanlığa biraz daha alışınca derin ve karanlık bir çukurda olduğunu fark etti. Fakat buraya nasıl düştüğü hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bacaklarını dikkatle oynattı, dizlerinden kıvırmaya çalıştı. Duruma bakılırsa kolları ve bacakları sağlamdı. Arkadaşlarının birbirlerine yaptığı “kırık olsa duramazsın” esprisi geldi aklına, gülümsedi. Sırtını yavaşça yerden kaldırıp bir yerlereyaslanmaya çalıştı. Kalçası üzerinde biraz geriye doğru kayınca sırtı sert bir zemine rastladı.Yaslandığı topraktaki taşların canını yaktığını duyumsadı. Doğrulmaya çalıştı, kanlı olduğunu düşündüğü eliyle zemine yaslanarak yavaşça kalktı.

“Keşke sigara içseydim, cebimde bir çakmak ya da kibrit olurdu.”

Ceyda ile en çok tartıştıkları konulardan biri de buydu;

“Oğlum erkek adam sigara içer, ne hanım evladı şeysin sen böyle? Yakışıklı olmasan hiç çekilmezsin ya, haydi neyse.”

Belini dikleştirdi; başı hariç, ciddi biçimde acıyan bir yeri yoktu. Etrafına baktı, hiçbir şey göremedi.Bir yerlerden temiz hava geldiğine göre ya yukarılarda bir yerde bir giriş deliği vardı ya da belki birçıkış yolu. Belki de şimdi gece olduğu için bu kadar karanlıktı her yer. El yordamı ile çevresini yokladı ve soğuk, pürüzsüz bir zemin buldu. Oraya ayakları üzerinde adeta kayarak ağır ağır yaklaştıve sırtını dayadı. İlk bulduğu sert fakat girintili çıkıntılı yer ile bu pürüzsüz duvar arasında sadece yedisekiz adım vardı. Arkası ve önü tamamdı da acaba sağ ve solda neler bekliyordu onu. Hayattaydım madem, ümit vardı; sabahı bekleyecekti tabii, eğer şimdi gece ise. Acıkmış ve susamıştı. Ne kadar zamandır burada olduğunu bilmiyordu. Ama susuzluk ona oldukça uzun bir süredir baygın olduğunu düşündürüyordu. İlk kez bu kadar yalnız ve çaresizdi. Gözlerini yumdu ve düşünmeye çalıştı; en son neredeydi, kiminleydi, buraya nasıl gelmişti?.. Annesinin, bu kadar uzun süre habersiz kalınca nasıl çıldırabileceğini düşündü, fakat bu fikri çabucak uzaklaştırdı kafasından. Şu andaki sorunu, annesinin meraklanmasının ötesindeydi. Geçmiş saatler son derece belirsiz ve anlamsız birer fotoğraf gibi canlandı gözünde. Şahin ile bira içmeye gittiklerini, orada arkadaşının bir kıza asıldığını ve kızın yanındaki iki oğlanın üzerlerine yürüdüğünü kötü bir düş gibi anımsadı.

“Yoksa o oğlanlar mı attı bizi buraya?”

“Peki, ya Şahin?”

Açlığını ve susuzluğunu unutup, telaşlandı. Tekrar, dikkatlice yerde sürüklediği ayakları ile sağa vesola gitmeye karar verdi. Dakikalar süren bu araştırma ona saatler gibi uzun geldi. Sessizlik ürkütücü boyuttaydı. Hele o pis koku: idrar, çürümüş bitki ve belki de insan dışkısı. Sonuçta, çapı aşağı yukarı yedi-sekiz adım olan, kuyu benzeri bir yerde olduğunu anladı. Ayağına çarpan herhangi bir şeyolmadığına göre, Şahin, yanında değildi. Tekrar tekrar düşünüyordu; fakat kavgadan sonra yerde yatarken üzerine eğilen sarı saçlı kızın, kırmızı ruja buladığı kalın dudaklarından başka bir şey gelmiyordu aklına; bir de ucuz parfüm ile karışmış ter kokusu. Kız, “ Öldü mü lan bu oğlan da?” demişti sanki. “..bu oğlan da..” Öyleyse, ayrıca, ölen bir oğlan da vardı. Ceplerini kontrol etti necüzdan vardı ne de telefon.

Nedense çok yorulduğunu hissetti ve sırtını pürüzsüz  soğuk zemine yaslayıp gövdesini yavaşça aşağı kaydırdı ve oturdu. Ya açlıktan ya da yorgunluktan, belki de kokudan dolayı, bir süre sonra içi geçti. Şahin için üzülemiyordu bile. Korku dayanılmaz bir çaresizlikle çökmüştü bedenine.

Gözlerini açtığında yukarılarda bir yerde hafif bir ışık gördü.

“Hey, kim var orada? Yardım edin, buradayım!” diye bağırmaya çalıştı. Sesinin ne kadar cılız ve güçsüz olduğuna şaşırdı. Tekrarladı. Işık hareket etti gibi geldi, tekrar bağırmaya başladı.

Fısıltılar vardı yukarıda, hem de çok yakında.

“Ulan bu ölmemiş!! Sadece bayılmış.”

“Saçmalama, çıkartacağız elbette. Bu bizim de kurtuluşumuz olacak. Çok sarhoştular; bu tanıyamaz bizi, kahramanı oluruz. Birlikte gideriz polise; arkadaşının kaybolduğunu anlatır. Biz de onu kurtaran iyi adamlar olarak ayrılırız. Ne dersin?”

“Kafam pek basmadı ama bir ceset iki cesetten iyidir normal olarak. Fakat ya hatırlar, tanır vekonuşursa? Bırakalım burada açlıktan ölsün bence.”

“Delirdin mi sen? Ortalık aydınlanıyor, mutlaka biri duyup onu kurtaracak. Ben artık kimseyi öldürmek istemiyorum; ilki bir kazaydı ama bu …”

“Yazık, aslında efendi olan da buydu değil mi? Bu bize bir şey yapmadı, hatta ötekini engellemeye çalıştı hep; ne zaman biz giriştik çaresiz o da daldı kavgaya. Yine de içime sinmiyor; ben inip bunun sesini temelli keseyim ve gidelim buradan. Riski göze alamayız.”

Arkadaşı bir süre sessiz kaldı; sonra gözlerini yere dikip konuştu:

“Aslında haklısın galiba. Ben karışmıyorum, ne istersen yap. Haydi, seni bagajdaki iple aşağıya sallayalım. Sağlam olsun, ağırsın sen; ipin ucunu şu kalın gövdeli zeytine bağlayacağım, bekle.”

“Babam bir bilse sevgili çekici urganının ne işlere yaradığını.”“Başlatma lan babandan şimdi, adam öldürdük biz, sen neden söz ediyorsun. Yürü çabuk getir ipi.”

“Kafası zaten kanıyordu, şu taşla o deliği biraz daha büyütsem yeter.”

“Yani diyorsun ki, şimdi bir adam daha öldüreceğiz..”

Alaca karanlıkta çakır gözleri parladı, pis ve bakımsız dişleri ile sırıttı.

Sarışın, ağzı sakızlı, kırmızı rujlu kız, dolgun ve yorgun gövdesini, uzandığı arka koltuktan kaldırdı:“Kapa çeneni. Bağla ipi de, ineyim.”

“Siz iyice yediniz kafayı; ben gidiyorum, bu işe yeteri kadar bulaştım zaten. Gerisine şahit olamam.”

“Ulan sürtük, zaten kavga senin o oğlana iş atmanla başladı; şimdi de suçlu bizmişiz gibi..hem neyle gideceksin? Araba bize lâzım. Bu saatte dolmuş mu var Üsküdar’a?”

“Yooo, yoktur tabii ki. Ama otostop yaparım, en uygun saattir şimdi. Adamlar hem aç, hemsarhoşturlar.”

Olabildiğince şuh bir kahkaha attı, sakızı tükürdü. Çantasını açtı, rujunu tazeledi, bir sigara çıkarıpyaktı. Kırmızı dar eteğini kalçasından aşağı kaydırarak düzeltti. Bluzunun üst düğmesini açtı. Siyah dantelli sütyeninin görünüp görünmediğini kontrol etti, iri göğüslerini elleriyle yerleştirdi. İkisine arkasını dönüp, yumuşak toprakta topuklu ayakkabıları ile minik çukurlar açarak ustaca yürüdü. Kusursuz kıvrımlı bedeni rüzgârda ahenkle sallanıyordu sanki. Belli- belirsiz bir şarkı mırıldanıyordu.Arkasından uzun uzun baktı genç adamlar; sonra birbirlerine dönüp omuz silktiler.

İri olan, deliğe doğru seslendi;

“Bekle kardeş iniyorum seni almaya.”

Can birden irkildi;

“Niye almaya geliyor ki, iki kişiler; sadece ipi sallasalar ben çıkabilirim. Yoksa?”

Az sonra kalın bir ip aşağıya sallandı, Can hemen kenara çekildi, diğer oğlanın el fenerinin ışığındanuzaklaştı. Yukarıdan aşağıya iri bir gövde dikkatle sarkmaya başladı, bir eliyle ipi sıkıca kavrıyor,diğer elindeki taşı düşürmemeye gayret ediyordu. Kısa boylu ve oldukça kalın gövdeliydi.

Yere ayakları dokununca çevresine bakındı, fakat Can ondan şanslıydı; karanlığa alışık gözleri ilehavaya kalkmış olan eli ve taşı gördü. Bütün gücüyle üzerine çullandı oğlanın, taş düştü. Adamın başka bir silahı olmadığını kavrayan Can, dişleri ile boynuna yapıştı; sersemlemiş olan düşmanı, şaşkınlıkla kendini kurtarmaya çabalıyor fakat kenetlenen dişlerde hiçbir gevşeme olmuyordu. Elleri ile adamın ellerini sımsıkı yere bastıran delikanlı, bedeniyle de onun hareket etmesini engelliyordu.Bir süre sonra çırpınma ve karşı koyuşlar tamamen durdu. Geçen süre, delikanlıya asırlar kadar uzungelmişti; ağzına dolan kanı tükürdü öfke ile. Kuyunun dibi, hızla büyüyen bir kan birikintisiylerenkleniyordu. Ayağa kalktı, ipe ulaştı. Yukarıdaki, titrek bir sesle seslendi:

“Haydi oğlum, çabuk ol; ortalık iyice aydınlanıyor, halledemedin mi hâlâ?”

Can yukarı tırmanırken artık her şey gözlerinin önünde netleşmişti. Şahin’i nasıl başını taşla ezerek köprüden attıklarını, kendisini de kaçmaya çalışırken korulukta yakaladıklarını, bu terk edilmiş kuyuya, başına ne olduğunu fark edemediği sert bir cisimle vurup, nasıl ittiklerini eksiksiz hatırlamıştı.

Yukarıda heyecanla bekleyen genç, ağzı kanlar içinde ki Can’ı kuyunun çıkışında görünce bir çığlıkatıp, küfürler ederek kaçmaya başladı.

Can’ın ne gücü vardı onun peşinden gidecek, ne de niyeti.

“Ödeştik” dedi, hırıltıya benzeyen bir sesle. Birden yüzü aydınlandı, gülümsedi. Ceyda şimdi görseonu, acaba hâlâ hanım evladı der miydi?

Ön kapısı açık arabanın içine baktı, kontak anahtarı yoktu, öfkeyle kapattı kapıyı.

Güneş ağaçların üzerinden artık iyice yükselmeye başlamıştı. O ürkütücü karanlık, derinlerde kalmıştı. Patikadan yola doğru yürüdü. Ana yola çıktığında sağına-soluna baktı; ileride, pırıl pırıl parlayan kırmızı eteğiyle, sarışın bir kadın otostop yapıyordu. Kimse durmuyordu.


Gülümsedi, ağzını tekrar elleriyle temizlemeye çalıştı, bir kere daha tükürdü. İri göğüslerini artık dahanet görebildiği kıza doğru ilerlemeye başladı.

Gece hızla veda edip, yeni bir güne yer açıyordu. Etraf hâlâ çok sessizdi, hava yağmurdan sonraki toprak gibi kokuyordu. Gökyüzünde akıl almaz bir renk cümbüşü başlamıştı. Can artık bambaşka bir adam olduğunu düşünüyordu. Şaşkın ama cesur ve huzurlu bir adam. Ceyda’nın istediği gibi korkusuz üstelik. Çok uzun zamandır ilk kez kendini mutlu hissediyordu.