Sararmış, eprimiş fotoğraf karesinde annesinin yanında masanın bir köşesinde zoraki bir gülümseme takındı ilkin. Bu yaz da anılarımızı kaydedelim demişti annesi. Albüme girecek bir fotoğraf daha. Baban döndüğünde de çekeriz.
Saatlerdir mızmızlık ediyorsun. Bitir şu önündeki dondurmayı. Onur, ağlamaklı baktı annesine. Dudaklarını ısırdı yine. Ayşen oldum olası illet olurdu oğlunun bu alışkanlığına. Çok şükür tırnaklarını kemirmiyordu artık. Dünden beri dondurma diye tutturuyorsun. Anne beni korkutuyorsun ama. Bakma öyle bana. Alaycı bir gülümseme belirdi Ayşen’de. Hayırdır neyimden korktun bu sefer diye söylendi sesini yükseltmeden. Masanın bir köşesinde bacak bacak üstüne atmış kahvesini yudumluyordu o sırada annesi. Beni az yiyorum diye dışarda azarlıyorsun hep. Oğlum ne azarlaması. Yemeyeceksen yeme işte. Sen dokunmayacaksan ben bitiririm o dondurmayı. Hem de vanilyalıymış, en sevdiğimden. Tabağı önüne çekti annesinin iştahla tabağa yöneldiğini hissedince. Hep bunu yapıyordu zaten annesi. Kandırıkçı işte.
Hem sen benim dediğim kitapları okumuyorsun kaç gündür. Resimli kitap diye tutturmadın mı.
Okudum ki. İçimden okudum bir kere. Artık sana bağıra çağıra okumak istemiyorum kitapları. Okuduğunu annesine onaylatacak yaşı çoktan geçmişti bir kere. Koca adam olmuştu babasının lafıyla. Leyla Öğretmen gibi beni sözlüye mi kaldırıyorsun zırt pırt. Ben kahve istiyorum bir kere. Annesinin sesi daha tok çıktı bu sefer. Sert bir tını vardı sesinde. Çocuklar kahve içmez diye kızdı yalancıktan. Hep yalancıktan kızardı da Onur kandırıldığını bilirdi zaten. Koskocaman bir yanak alınca barışırlardı bir süre sonra.
Babam ne zaman gelecek eve. Bu hafta hep şehir dışında olmalıymış. Yine gönderdi şirket alelacele. İçten içe kızıyordu kocasının bu leylek gibi havada olmasına aslında Ayşen. Masa başı iş demişlerdi de adamı habire bir yerlere gönderir olmuşlardı. Hafta sonu söz dedi. Oğluma o büyük uzay mekiğinden de alacağım. Mutluluktan havalara uçacaktı neredeyse Onur bunu duyunca. O filmde izlediği uzay mekiğinden olacaktı. Belki bir gün o da Nasa’da astronot olurdu. Babası ancak hafta sonları uğrar olmuştu yanlarına. Tatilde bile çalışıyor diye söylendi o sırada annesi. Siz Urla’da kalın hele: İzmir sıcağında ne halt edeceksiniz. Tatilinizi yapın.
Söz haftaya izin alacağım şirketten. Söz valla haftaya kopartacağım izni. Hep söz diye başlıyordu babasının cümleleri. Bir yolunu bulup çalıştırıyorlardı adamı yaz sıcağında. Halbuki şu an suda boğuşsalar, omzuna çıksa derin suda, babası onu taşısa. Boynunu aşan yerlere götürse babası onu. Annesi yalancıktan kızıp durmazdı valla, o da uslu çocuk olurdu hep. Ellerini birleştirip kendinden büyük sandalyede büzülüverdi bir an Onur. Çevresine merakla bakmaya başladı. Akşam film izleyelim mi. Sinema perdesini kurarım salona. Ama güneş batmadan yapamayız biliyorsun. O yarım bıraktığın Saftirik’i de bitireceksin. Birkaç sayfa daha oku en azından. Annesinin yüzündeki durgunluğu keşfetti bir süre sonra, babası yine yoktu yaz tatilinde. Gelecekti mutlaka. Köle gibi çalıştırıyorlar babanı diye söylenip duruyordu Ayşen. Söz emekli olunca ilk işim evin kıç kadar da olsa bahçesine fidelerle, çiçeklerle donatacağım. Bahçıvanlığa başlarsam şaşırma altmışıma geldiğimde. Kocasının bu sözüne gülümsemişti sadece Ayşen. İyimserlik iyi bir şeydi sonuçta.
İç Mekan (Onur’un odası)
O karabasanı o gece de gördü. Kan ter içinde uyandı rüyadan. Ne gördün düşünde oğlum. Hatırlamıyorum anne. Hatırlasam valla her ayrıntısını anlatmaz mıyım sana. Senden ne sakladım ki bugüne kadar.
(Rüyaya dair sahne. Atmosfer düşü yansıtırcasına bir belirsizlik barındırır.)
Babasıyla kavga ediyor annesi. Sen kendi talihsizliğine küfretmeye devam et be adam. Tazminat da koparacağın yok bu heriflerden. Paşa paşa kapıyı gösterdiler sana. Öksürükler yükseliyor evde. Duvardaki çatlağı fark ediyor Ayşen. Kaç yıldır sıva, boya görmedi ki ev. Annesi üç beş kuruş göndeririz bu ayda diye avutmuştu kadını telefonda. Paşa paşa döneceğim işe. Göreceksin. Boş iyimserlik bu herifteki. Yükseltme sesini oğlan uyuyor diye çıkışıyor kocasına o an.
Bir canavara dönmüş bakışları adamın. Ne ara yürüdü annesinin üstüne babası. Ne zaman gölgesi büyüdü duvarda babasının. Ufacık bir gölge annesi. Annesinin boynunu iki eliyle kavramış adam. Babasına benzemeyen bir yüz. Gölge gibi, puslu. Annesi boğazlanırken acı acı cıyaklayan bir hayvan gibi kısık bir sesle kurtulmaya çalışıyor. Sürekli aynı sahneler. Aynı karabasanda bıçaklanıyor kadın. Oluk oluk kan akıyor gövdesinden annesinin.
Hiçbir şey aklında yer etmiyor sabah uyandığında. Babası olamaz rüyadaki zaten.
Öyle kendi halinde, karıncayı incitmeyen cinsten birinin ne işi var o rüyada.. Annesine de benzemiyor rüyadaki kadın. Korku filmi izlemeyi kesmeli besbelli. Durduramadığı bir cinayetin suç ortağı gibi mahcup ne zamandır yine de. Seni bir uzmana götürmeli. Bu rüyalar hayra alamet değil. Bastırıyorsun demek ki bilinçaltına. Unutmanın nedeni de o. Bu yaşında yatağını ıslatır oldun üstelik. Vallaha billaha rüyayı hatırlamıyorum anne. Beni deli doktoruna falan da götürme. Babam onların insanları tımarhaneye tıktıklarına söylemiyor mu bir kere.
Ayşen kocasının oldum olası terapistlerden, psikologlardan hazzetmediğini bilirdi de oğlanı da yalan yanlış korkutuyordu işte. Yok yok bir haller vardı bu çocukta. Olur olmaz karabasanlar, kan ter içinde uyanmalar.
Çocuklar rakı içmez diye söyleniyor Ayşen, kocasına. Gün aşırı bu demlenmeleri de nereden çıktı diye kızıyor adama. İkinci kadehte zırvalamaya başladı yine.. Zorla içirtecek neredeyse rakı bardağından Onur’a.
Daha geçen gün de yarım bardak birayı önüne koyup tadına baktıran oydu. Nasıl değişir insan bu kadar? Oğlumu karı kılıklı, pısırık bir şey yaptın iyiden iyiye diye söyleniyor Ayşen'e.
Gözünü devirerek bakıyorsun yine, fark etmiyor muyum? Gözüne batıyorum belli ki. Ana oğul evden gönderirsiniz elinizde olsa. Bitmeyen öksürükler. Her gece. Hastaneye gittiğinde doktorun ekşiyen, memnuniyetsiz suratı. Kaç paket içiyorsun günde, ayık da değilsin akşamları besbelli. Sosyal içiyim vallaha da billaha da.
Biri bitmeden diğerini tüttürüyor halbuki babası evdeyken. İçinden şeytan çıktı zaten kaç zamandır. Bizimkiler de hep erkenden göçmüş zaten. Arkamdan ağıt yakacağın da yok ben gidince. Annesinin üzerine üzerine yürüdüğünü gördüğünde nasıl da korkmuştu dün gece. Rakı keyif için içilir, çıngar çıkarmak için değil. İçmeyi bilmiyorsan bu zıkkımı içme zaten diye ağlamaya başladı annesi o gece bir köşeye sinip. Adamın siz benim neler yaşadığımı biliyor musun teraneleri başladı ardından. Koltuğa gömülüp boşluğa bakıyordu babası acındırırken kendisini.
Okulda benimle dalga geçiyor Mehmet. Sınıfta sürekli sen ana kuzusun diye geçiyor dalgasını. Nereden çıkarmış bunu oğlum. Okula sen bırakıyorsun ya beni sürekli. O tek başına gidiyor halbuki. Dondurma iyiden iyiye erimişti bu sırada. Kaşıkla bir oyuna dönüştürdü bunu Onur bir süre sonra. Annesi dalgın dinliyordu onu. Kahvesini yudumlamaya devam etti o an. Bebek bisikletine biniyormuşum üstelik. Tüm çocuklar büyüklerinkine binerken sen boyumdan küçük bisiklet aldın bana. Aralarına da almıyorlar okul bahçesinde. Topa vurmayı da bilmiyormuşum. Babam… Sustu Onur. Babam olsa diye başlayacaktı yine. Hafta sonları eve uğrayan babam olsa… Mühendis diye firmaya girip pazarlamacı yapılan babam olsa…Sigaraya yıllar sonra yeniden başlayan babam olsa… Köhür köhür öksüren babam burada olsa…
İç Mekan (Dış mekanlara kahramanların içten içe özlem duyduğu bellidir. Ancak eve kapanmak tüm kahramanlar adına zorunluluğa dönüşür.)
Aylar sonra evde işte. Sürekli ikili koltukta. Göbek yetmedi kıçını da büyüt diye tersleniyor annesi habire. İnsan bir yılda ayyaş mı olur vallaha. İçindeki canavar da çıkıverdi ortaya. Tartakladı Onur’u geçen akşam. Annesi oğlanın önünde dikilivermese tekme tokat girecek neredeyse çocuğa.
Pısırık, her bir boktan korkuyor diye demediğini bırakmıyor oğluna. Okulda boşa dalga geçmiyorlar çocukla diye söyleniyor. Babam olsa… Evde işte. Ne bokunaysa içindeki canavarıyla oturuyor bir köşede. Kadının öfkeli cümlesi hep zihnindeydi Onur’un. Yıllar önce annesiyle izlediği o oyundaki satıcı gibi işe yaramazın biri oldu çıktı. Hiçbir şey anlamamıştı oyundan ama o pazarlamacıyı babasına benzetmişti nedense. Höpürdetmeden iç şu kahveni diye söylendi Ayşen kocasına salona girdiğinde. Hizmetçin sandın beni iyice zaten. Gözüne battı benim evde olmam besbelli. Bilmiyorum sanki şehir dışlarına her gidişinde o saçaklıya gittiğini.
Sarışın yelloz ev telefonundan aramasa yıllarca salak yerine koyacaktın beni. Şu hastalığın çıkmasa o karının seni sepetleyeceği de yoktu hani. Akıllı kadınmış. Sonunda başıma bela oldun işte. Art arda öksürmeye başladı adam. Öksürdükçe göz çeperindeki yeşilimsi gözler kanlanıyor, sağlıksız bir hal alıyordu. Hadi iç yine. Doktor bu zıkkım seni mezara götürecek dedikçe inat et.
Sahne 4
Ev-Sokak (İç ve dış mekan aynı tekinsizliktedir.)
Onur çamurlu bisikletiyle eve döndü. Nihayet kendi boyunda bir bisikleti vardı da yine de toprak yol boyunca yarış yapan çocuklar almıyorlar onu oyunlarına.
İki gözü iki çeşme yine. Kız gibi bu oğlan. Annesi hala emziriyor besbelli. Geçsinlerdi dalgalarını. Hem beni beş yaşında sünnet ettiler. Hem de düğünlü şenlikli ne haber. Karabasan da görmüyor üstelik bir süredir. Altını da ıslatmıyor haftalardır. Kan ter içinde uyanmıyor artık. Annesini boğazlayan canavar yok ortalarda. Mutfaktan kabağın, patlıcanın cızırtılı sesi geldi o sırada. Gri kedi Ayşen’in ayağında sürtündü yine. Kabak da yiyecek utanmasa diye ilendi o sırada. Çamur içinde yine üstün başın. Bu mahallenin piçleri seni oyunlarına sokmadı diye yine mi ağladın. İçerden babası seslendi o sırada. Bir iki yumruk atsaydın öyle üstlerine geldiklerinde.
Cılız kollarından beklemiyordu kavga etmesini oğlanın ama laf olsundu işte. Sonra gözü morarmış eve dönsün değil mi. Ağzı bozuk serseri çocuklardan biri değil oğlum. Keşke bir cevap verseydi o hayta oğlanlara da hemen salya sümük ağlamasaydı . Yanağına bir öpücük kondurdu o sırada.. Onur’un babası değil de, Ayşen’in oğlu’ydu sonuçta. La havle çekti öfkeyle. Oğlunun cılız kollarına acıyarak baktı. Mutfağa açılan balkonda tüttürüyordu Ayşen. Kocasının sigaralarından aşırmıştı yine. Az içerdi bu sayede bu zıkkımı. Öfkesini zapt edemediğini fark etti tüttürürken. Evde bir yatalakla yaşıyor sanki. Yıllardır yolunu dört gözle bekleyen kadın katlanamıyordu göt göbek büyüten bu uyuşuk adama.
Kolunu koltuğun dirseğine dayamış televizyonun karşısında anlamsız gözlerle kanallar arasında geziniyordu adam o sırada. Salonda babasıyla oturmak cehennem gibiydi Onur için de artık. Erkenden emekli etse firma bu adamı al başına belayı. Yok yok bunlar tazminat falan da vermezler bu gidişle işten çıkarsalar. İnatçı öksürük tüm evi kuşattı.
Koah musibetleri bunlar. Acı şu kadına diyordu doktor dostu göğsündeki hırıltıyı dinlerken. Hastanede günlerce kaldığım yetmedi sanki. Hemşireler ve sen her haltıma karışıp durdunuz küçücük odaya tıkılmışken. Şimdi de Ayşen…Bunalttın iyice evdekileri. Tadı kaçtı bu sözü işitince. Murat’a dert yanmış besbelli bu kadın. Üniversiteden tanışıklardı. İzmir’in en meşhur genel cerrahı. Yok laf dinlemiyordu bu adam. Odada bir kenarda konuşulanları dinleyen Ayşen, kocasının öfkeyle onu izlediğini fark etti. Keşke geberip gitse erkenden bu adam diye geçirdi içinden. Hastaneye haftada bir gitmek zorunda kalmaları da katlanılır değildi kadın için. Hele de evde meymenetsiz suratıyla baş başa…
Onur, o gece yine gördü aynı karabasanı. Salonda kıyametler kopuyordu . Tabak çanak havada uçuşuyor, babası öfkeyle yumrukluyordu annesini. Kolları güçlüydü babasının zaten. Kendi cılızlığından eser yoktu adamda.
Annesine doğru koştu. Adam bir hamleyle oğlanı koltuğa doğru itti. Masanın üstündeki mutfak bıçağı yere düştü o sırada. Onur kafasını küçücük gövdesi savrulunca koltuğun kolçağına çarptı. Kanın akışı yavaştı. Gözleri fal taşı gibi açıldı babasının elindeki bıçağı fark edince. Zihnindeki karabasan yeniden belirdi. Hatırlıyordu her şeyi.
Sahne 5
Gazete haberi
“Cinnet geçiren baba, karısını ve oğlunu öldürdükten sonra canına kıydı. S.D isimli pazarlama görevlisinin sağlık sorunları nedeniyle bir süredir çalıştığı işyeri tarafından zorunlu izne gönderildiği öğrenilmiştir. Her akşam evde aile üyeleri arasında tartışmaların olduğu komşuları tarafından da bildirilmiştir.”
Hatırladım anne karabasanımı. Keşke babamı önceden durdursaydım son rüya musallat olmadan bana. Babam ne kadar uysal, sessiz bir adamdı halbuki. Bana şehir dışından uzay mekiği de almıştı. Havalimanında satıyorlarmış dediğine göre. O vagonlu kocaman treni de ben yedi yaşındayken almıştı hani. Oğlumun diğer veletlerden neyi eksik deyip dururdu o zamanlar. Duvardaki çatlak iyice büyüdü anne. Kan kıpkırmızıymış meğer. Kafamı koltuğun kolçağına çarptığımda fark ettim. Oluk oluk akarmış bir kere kanama başladığında. Baban çok değişti derdin bana anneciğim. Bir daha bana oyuncak almadığında hak vermiştim sana. İşten atarlar mı onu diye sorduğumda şimdilik izne gönderdiler, bakalım ne olacak demiştim.
Köhür köhür öksürüyordu senin cesedinin başında ağlarken anne. Öksürükleri hiç durmuyordu. Bir sigara tüttürdü tepende iki büklüm beklerken. O koca elleri titredi bize bakarken. Oluk oluk kan kıpkırmızıydı anne. İkimizin kanı da. O güçlü kuvvetli adam zırıl zırıl ağlamaya başladı yanımızda ardından. Babalar da ağlarmış meğer anneciğim.
Ölüler de affeder mi katillerini anne?