2 dakika okundu
Gökteki Uçak/Erinç BÜYÜKAŞIK


   Yerdeki beyaz, bembeyaz kağıdı elini aldı. Çekçeki bir köşeye bıraktı o sırada. Sabahın ayazında konteynırın içini karıştırıyor,  karton, kağıt, işe yarar ne varsa kirli, simsiyah eldivenle özenle çıkarıyor, diline dolanan şarkıyı mırıldanıyordu bir yandan. Üç ay öncesi, okulda sınıftakilerle uçak yarışı yaptıkları geldi aklına. Teneffüs müydü, edebiyat hocası okula gelmemişti galiba. Uçağı tüm sınıfı gezinip öğretmen masasına inmişti. Defterinden koparıp uzunlamasına yan katlamıştı kağıdı. Sınıfta en iyi o yapardı, kağıttan kayık yapıp kasabanın yanı başındaki derede yüzdürdüğü de olmuştu. Kasabanın üç kilometre dışındaki liseden çıkıp deli divane üç serseri oğlan köye dek yürürler, sigarayı tellendire tellendire kurumuş göle hüzünle bakarlardı. Mehmet'e bir öğretmen edasıyla kağıt uçağın inceliklerini anlattığını hatırladı. Kağıt uçağı sınıfın en iy uçan kağıt uçağıydı. Kaç defa yarış yaparlardı boş derslerde. Filosu bile vardı sınıfın. Zaten hep boş geçerdi dersleri.

     Göl kuruduğundan beri.

      Ninesinin sözleri geldi aklına: 

     "Geldiğimizde bir cennethaneydi buralar. Gölümüzü gördükçe içimiz açılıyor, ferahlarımız dağılıyordu. Göl kalmadı ki. Göl bize zindanlar geldi. Topraklarımız kurudu gitti. Halılarımızı çullarımızı yılardık burada. Gıtlık var diye evimizdeki suyu gıdı gıdına kullanır olduk. Ganallarımızdan su gelirdi, kestiler. Su vermediniz de gavurhaneden mi getireceğiz suyu. Burda iyi kötü kılçık balık çıkarıyorduk şimdi gölümüz de kurudu. Endi iş yok yok güç yok, balık yok çoluk çocuk dağıldı gitti. Çabalıya çalışa adamla ikimiz emekli olduk, iki başımıza benim herifle zar zor ayın sonunu görür olduk. Gölümüze su gelse, barajlardan su gelse, benim herif, çocuklar balığa dönse yüzüm gülecek son günlerimde. Göl kurudu ben balığa hasretim. Gölün balıkları bize yeterdi, göl karardı. Bir iki uşak, Koca koca karılar, neneler kaldı… Herkes bir sigorta, ekmek peşinde. Buradan gittiler, kalsalar senin benim çobanlığımı yapacak. Göl kurutup sürmeye başladılar; buğday ekeceklermiş…Havacık yağdı mı hemen ekecekler, biçecekler, işini görecekler… Üç senedir umut yok bizim köyde… Diğer köyler ekiyi, tavuklarımıza yem versek…Biz partinin adamı değilmişiz diye buğdayından da esirgediler köyü. Parti nedir, parti de benim gibi bir adamdır…" 

     Kocaman bir hüzün çökmüştü ninesi bunu söylediğinde. Şimdi kilometrelerce uzaklara göç etti tüm aile. Kurumuş gölü, çorak toprakları, kocamış heriflerin ölümü beklediği kahvehaneyi aklına getirince bulutlandı gözleri;  nohut oda, bakla sofa evde ölmek zor geldi yine. İçi sıkıldıkça sıkıldı. Kadının tarlalar, ovalar boyunca bir zamanlar gezinen gözleri bitişik nizam konduların sıralandığı mahallede zorlukla buldukları evin küçücük odasında hapsoldu adeta. O ite bu kadar kira parası verilir mi diye söyleniyordu sabah sabah. Çay yeni demlenmiş. Şu zeytinden yeseydin be oğlum. Aç bilaç  çekçekle sokak sokak bu ayazda dolanacan yine. Hiç yiyesi yoktu Ali'nin, çay sigarayla geçiştirdi kahvaltı faslını.  Ya kirayı artırırsınız ya da çıkarsınız evden, diye tehdit etti ev sahibi demek. Haksız da değil. Biz çıksak başkası iki güne yerleşir şu ayı inine.  Yaşanır yaşanmaz diye bakmaz gelen de.  İtin dölü, puşt, vicdansız herif... Dediği kadar vardı ev sahibi. Tüm apartman herifindi zaten. Şimdi de iki katına çıkaracaktı aklınca kirayı. 

     Ali söylene söylene indi aşağı. Çekçeği elinde tüm gün taşıyıp bir saatten fazla yol katedecekti sitelere varmak için.  Çöp konteynırları hep dolu oluyor sitedekilerin. Homurdanarak kapattı dış kapıyı elektrik faturasını görünce. Ninesi, yatalak babası, ev temizliğine giden zavallı anası, kendisi ufacık evde bu kadar elektrik yakmış değildi ya. Sinkaflı sözcükleri zapt edemedi artık. Severdi küfretmeyi zaten. Akşam ninesi onu atar topar banyoya gönderdiğinde suyun yine soğuk olduğunu ansıdı. Bir tokat gibi çarptı sıratına soğuk su sabah da. Üşümüş müydü bilemedi yine. Kahvaltıda anasının ye diye direttiği yumurtayı yeseydi keşke, diye geçirdi içinden. Açlığını duyumsadı yol boyunca. 

     Bir sokak aşağıdaki çöp konteynerinin kıyıcığında yere atılmış bir iki kitaba ilişti gözü. Karalanmış, kapağı yırtık üniversite hazırlık kitaplarını atmış fiyakalı apartmanlardakilerden biri. Lise terk hâliyle merakla karıştı kitabı. Derslerle arası hiç iyi olmadı aslında, liseyi bitirseydi belki bir fakülteyi kazanırdı yine de. Anasının alaycı lafları geldi aklına. Sen bu kafayla memleketteki o kıytırık fakülteyi de kazanamazsın. Aklın bir karış havada oldum olası. Kağıttan uçak yaparak uçak mühendisi mi olacan? Bu kocamış hâlimle senden daha iyi bilirim çarpım cetvelini. Sınıfın en iyi uçan uçağını o yapardı sahiden de. Uçağın havada süzülüp yumuşak inişini hayranlıkla izlerdi tüm sınıf. 

     Zihninde anılar bir bulut gibi gezindi bir süre. Sabah kan ter içinde uyanmıştı yine. Karabasanlar eksik olmuyordu gece karanlığında. Yatağın ıslaklığından mı akşam soğuk suyla yıkanmaktan mı köhür köhür öksürdü art arda. Tekir kedi yanaştı yanına konteynıra vardığında. Çöpü karıştırırken izledi Ali'yi bir süre. Bacaklarına sürtünse de verecek yemeği olmadığını anlatmaya çalıştı tekir kediye. Açlığını bastırmak için köşedeki simitçiden bir gevrek simit alsaydı ya. Poyraz suratına çarptıkça incecik gövdesi ha uçtu uçacaktı bir an. Ninesi muskasız çıkma evden diye tembih etmişti yine. Zavallım rüzgarda, fırtınada çekçeğiyle uçacak bu havada diye tılsımlı sözler, dualara döne döne okumuştu kadın oğlana muskayı taktığında. 

     Ah nine, öyle muskalarla mı kurtaracan torununu fırtınadan, beladan diye alay etmişti kadınla. Muskayı takmış olduğunu fark etti yokladığında. Poyraz coşarsa sahiden uçacaktı bu bayırda, yokuş aşağı inmekte zorlanacaktı çekçekle besbelli. Koca karı hikmetinden sual olunmaz diye muskanın boynunda olmasından hoşnut olduğunu fark etti o sırada.

     Zabıta, polis birlikte dolaşıp topluyormuş çekçekleri duyduğuna göre. Toplayacağı kağıtları akşamına hurdacıya kaça satacaktı diye düşündü bir an. Aklı matematiğe oldum olası ermezdi de hurdacı Rasim'in geçen akşam ona madik attığı muhakkak. Yüz lirayı cebine sıkıştırıp sepetlemişti oğlanı herif. Ev sahibinden, elektrik firmasından esirgemediği sinkaflı lafları Rasim'e de söylemekle yetindi yokuşu indiğinde. Dudağındaki sigara sönmüştü çoktan. Sokaktaki polis ekibinin bakışları ürküttü o an. Tebelleş olacaklardı yine belki de. Ninesi,  oğul, torun tombalak balı  ağırımı gidiyor diye ağlamıştı gece gece. Köye dönmekten söz ediyordu sürekli.

      Göl kuruduğundan beri.

Eline süt beyaz bir kağıt alacaksın. Sonra uzunlamasına yan katla. Üst köşelerini de ortala ama. Açılı kenarları merkeze katla. Kanatları aşağı katla. Havada süzülmesini istiyorsan kanatlara dikkat et. Oğlum sen öğretmen olacak adamsın da liseyi bitirmeye niyetin yok serserilikten. Her gün göl kıyısında bizimle zıkkınlanmaktan, şu meredi içmekten başka işin yok. Balıkçılık da bitti göl kuruduğundan beri. Babanın kayığı da bir boka yaramaz artık. Kağıt geminin gideceği nehir de kalmayacak anlayacağın. Arif'in yaptığı kağıt uçak süzüldü  çınarın yanına çöktüklerinde. Rüzgar havada uçurdukça yüzü gepgeniş güldü oğlanın. İyi anlatmıştı kapın uçak yapmayı Arif'e. Hoca olsa sınıftakilere neler anlatmazdı ki. Bira soğuk soğuk iyi gitmişti bu sıcakta.

Anılar gezindi yine. Çekçeği bir kenara koyup tüttüresi geldi sokağın girişinde. Konteynır doluydu yine neyse ki. Süt beyazı kağıdı kitabın içinde bulduğunda uçak yapıp uçurmak istedi yeniden. Bu havada o da uçardı muhakkak. Hem de göklere, bulutların üstüne çıkardı bir süre sonra. 

     Dumanlanan gözlerinde bulutlar belirdi.