*Bir gençlik öyküsü
Yaşlı adam, oturduğu koltuktan kalkmadan vedalaştı kızı ve damadıyla.
“Haydi güle güle gidin. Yolunuz açık olsun. Selam söyleyin.” derken sesi çatallaştı.
Tam kapıdan çıkmak üzere olan kadın, geri döndü. “Babacığım, iyi misin? Gitmeyelim istersen.”
“Yok, yok, ben iyiyim. Haydi, gidin sağlıcakla.”
Kadın, gitmekle gitmemek arsında bocalıyordu anlaşılan. “Demir, dedene iyi bak.” dedi bu kez, elinde tabletle sandalyenin tepesine tünemiş oğluna.
Çocuk, kıvırcık saçları, gözlerini kapatmış olan çilli yüzünü göstermeden kendi kendine konuşur gibi annesine yanıt verdi. “Hani akşam da dedeme Demir’e iyi bak diyordun. Kim kime bakacak anne, önce ona karar versen.”
Acele adımlarla kapıdan çıktı, babasına da oğluna da bir daha dönüp bakmadı. Anlaşılan o ki biraz daha durursa oğlu Demir’le bir ağız dalaşına gireceğinden korktu. Arabanın sağ ön koltuğuna yerleşirken eşine sızlandı.
“Dilerim biz gelene kadar bir sorun çıkmaz.”
Annesiyle babasının gittiğini arabanın çıkardığı sesten anlayan Demir, oturduğu kanepeden kalktı, doğruca odasına gitti. Dedesi, mırıldandı.
“Git bakalım, sen de arkadaşının yanına git.”
Yaşlı adamı duymadı bile torunu. Pantolonunun paçalarını sürüye sürüye yürüdüğü için çıkan ses, dedesinin mırıltısını bastırmıştı. Hoş duysaydı da pek aldırmazdı. Artık alışmıştı dedesinin iğnelemelerine. Ona gire Demir, saygı sevgi ve minnet duyguları gelişmemiş bir çocuktu. Dayısının oğlunu daha çok severdi. Demir, kıskanmıyordu Baha’yı. O, dedesinin istediği model torun değildi aslına bakarsanız. Yalnızca numara yapıyordu. ‘mış’ gibi yapıyordu. Saygılıymış gibi davranıyordu. Sevgi besliyormuş gibi sahte sevgi gösterilerinde bulunuyordu. Her yapılana teşekkür edip minnet duyuyormuş hissi uyandırıyordu. Demir, en azından dürüst davranıyordu.
Yaşlı adam, Demir’in bu düşüncelerini hiç bilmezdi. Yine de torunlarını birbirinden asla ayırmazdı. Bayram harçlıklarını, doğum günlerini ve okul törenlerini hiç atlamazdı. Fakat umduğu vefayı bulamamak üzüyordu ihtiyarcığı. Hele eşini kaybettiği günden beri bir can yoldaşı yoktu. Şöyle içini dökebileceği, hâlini arz edeceği…
Kızıyla oğlunu evlendirdiğinde hayata daha da umutlu bakmıştı. Ailesi genişleyecekti, cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle dolacaktı evlerinin içi. Yaşlı adam, son günlerde buna takmıştı kafasını. Nerede efendim, diyordu kendi kendine. Bu nesil susmak için yaratılmış. Varsa yoksa tablet, bilgisayar ve cep telefonu. Her neyse diyerek salonun balkonuna çıkmak için yerinden doğruldu. O sırada Demir, odasından seslendi.
“Bak dede. Senin arkadaşının fotoğrafını buldum.”
Yaşlı adam, önce şaşırdı. Arkadaş?
Hızlı adımlarla odaya yöneldi. Yürürken terliğinin birinin ayağında olmadığını fark etti. Eğilip kanepenin altında ararken dengesi bozuldu ve yere kapaklandı. Gürültüye seğirten Demir, dedesinin yerde upuzun yattığını görünce telaşlandı.
“Dede!” dedi çığlıkla. Yerden zar zor doğrulan yaşlı adam, torununun yüzüne bakmaksızın, “Yok bir şeyim.” dedi. Demir’in ilgisi ve telaşı aslında hoşuna gitmişti. Demek ki torunu onu seviyordu.
“Dedeciğim, dikkat et. Bak bir tarafını kırarsan Allah korusun, ben sana bakamam.”
Yaşlı adamın az önceki fikri hemencecik değişti. Yok canım, diye düşündü içinden. Bu çocuk çok bencil. Düştüğüm için değil, kendinin düşeceği durum için telaşlanmış meğer. Bu düşünce dedenin sinirlenmesine yetmişti artmıştı bile. Hırsla belini doğrulttu ve balkona çıktı. Demir, dedesini çok iyi tanıyordu. Dimdik ve hızlı hızlı yürüyüşünden sinirlendiğini anladı. Sessizce odasına gitti. Dedesini anlamaya çalışıyordu her zaman. Hele şimdi onunla tartışmak hiç akıllıca değildi. Çocukluk arkadaşlarından birini – zaten pek arkadaşı kalmamıştı – kaybetmenin de etkisi vardı. Dedesi cenazeye gidemeyeceği için kendisini temsilen kızını ve damadını yani Demir’in annesiyle babasını yollamıştı. Şu an duygusal zamanlar geçiriyordu. Bunları düşünen Demir, onu kendi haline bıraktı.
Birkaç gün birlikte kalacaklardı zaten. Dedesinin her olumsuz davranışıyla ilgili kendi çocukluğundan örnekler vermesi Demir’i hoşuna gitmiyordu. Bazıları doğru olsa bile olaylar abartılıydı. Zamane çocuğu damgası yemek, şimdi istediği en son şeydi. Dedesiyle ne zaman tartışsa ya da fikrini söyleyecek olsa dedesi, küçüklerin saygısızlığından, küçükken ona nasıl emek harcadığından, büyüklerin tecrübelerinin hiçe sayıldığından bahsederdi. Tecrübe ne işe yarardı ki. Artık bilgisayar denen bir icat vardı ve her şeyi ondan öğreniyordu. Demir, bu sırada dışarıdan arkadaşlarının kendisini çağıran seslerini duydu. Balkonda uyuklayan dedesine göz atıp dış kapıya yöneldi. Aşağıya inip arkadaşlarıyla biraz takılmak istedi. Dede, aslında uyumuyordu. Demir’e duyduğu öfke henüz geçmemişti. Sadece konuşmamak için uyuyor numarası yapıyordu.
Yaşlı adam, torununun bilgisayarı kapatmadığından emindi. Elektriğin boşa gitmemesi için bilgisayarı kapatmak için Demir’in odasına girdi. Demir de arkadaşlarıyla konuşurken dedesinin balkonda olmadığını görüp odasına gittiğini tahmin etti. Yine fişten çekecek ve tekrar bilgisayarın başına oturduğunda problem yaşayacaktı Demir. Neyse, dedi içinden ve arkadaşlarıyla başladığı sohbete geri döndü. Yaşlı adam, bilgisayar koltuğuna oturdu. Torununa çok içerlemişti. Yalnızca bu gün olan olaya değildi içerleyişi. Örneğin, Demir ona bilgisayarı kullanmayı öğretirken de dedesini incitiyordu. Yaşlı adam, yeni teknolojiyi kavrayamıyordu bir türlü. Torununun çağın gerisinde kaldığını söyleyen bakışlarına dayanamıyordu. Kaplumbağa misali, kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmiyordu yeni nesil. Bir yandan böyle düşünüyor, bir yandan da bilgisayarı kapatmaya çalışıyordu. Rastgele bir tuşa bastı. Geri tuşuna bastığının farkında bile değildi.
Bilgisayar ekranında önceki yıllara ait bir aile fotoğrafı belirdi. Rahmetli eşi, çocukları ve torunları aynı resim karesinin içinden gülümseyerek bakıyorlardı. Kendisi bile şu anda kendine gülümsüyordu. Geri tuşunda bir hikmet var sanıp bir daha bastı. İçinden, keşke her şey bir tuşla geri alınabilseydi ve torunum şu fotoğraflardaki gibi bana muhtaç olsaydı, diye geçirdi içinden. Geri tuşuna bir daha bastı. Demir’e kızardı bilgisayarın başında çok zaman harcıyor diye ama teknolojinin nimetleriydi bunlar. Keşke daha geç doğsaydı. Ya da torunu Demir, ona bilgisayarı öğretmek istediğinde hayır demeseydi. Hiç değilse o, bilgisayarın başındayken izleseydi. Şimdi bu resimleri kendi kendine bulur ve eski günleri yâd ederdi.
Sızlayan dizlerini bükerek bilgisayar masasının koltuğuna oturdu. Bir geri tuşu daha yaptı. Kızı ile damadının cenaze törenine gittiği arkadaşıyla çekilmiş fotoğrafı bilgisayar ekranını doldurdu. Kaybettiği arkadaşı, gülümseyerek dimdik ayakta duruyordu. Sanki ölen arkadaşı karşısındaymışçasına kendi kendine konuştu.
“Aziz ve kadim dostum, yanında olamadığım için üzgünüm. Seni uğurlamaya gelemediğim için üzgünüm.” dedi. Yaşlı adam, bunu söylerken kenarları kırışmış gözlerinden iki damla yaş süzüldü sarkmış yanaklarından aşağıya kaydı. Gömleğinin göbek kısmında bombe yapmış kısmına damladı. İşte yaşlı adam, ağladığını o zaman anladı. Yüzünü de alev bastı aynı anda. Yüzünü yıkamak için zorlukla yerinden kalktı, lavaboya gitti. Musluğun soğuk su kısmındakini açtı. Yüzüne birkaç avuç su çarptı. Aynada kendini inceledi. Bir zamanlar ezberlediği bir şiirin dizeleri geldi aklına. Cahit Sıtkı’dan “Allah’ım benim mi bu çizgili yüz. Hangi resmime baksam ben değilim.” dizelerini mırıldanır gibi söyledi. O sırada kulağına hafif bir ezginin müziği geldi. Salonda bir kadın şarkı söylüyordu. Yaşlı adam, banyodan hızlı adımlarla çıktı. Torununa kızmaya başladı.
“Bu çocuk, hem bilgisayarı hem de televizyonu açık bırakmaktan zevk alıyor her halde.” dedi.
“Yine kime kızıyorsun?” Sanki televizyonda şarkı söyleyen kadın, onu duymuştu. Şarkıyı mırıldanmayı kesip kendisine cevap veriyordu. Yok canım, teknoloji bu kadar ilerlemiş olmazdı. Yaşlı adam, yine de boş bulunup cevap verdi.
“Kime olacak? Şu haylaz torunuma.”
“Hangisine?”
“Demir’e tabi ki. Hem siz….”
Lafın sonunu getiremedi adamcağız. Şaşkınca baktı. Gözlerine inanamıyordu. Salonda Güler Hanım, menekşelerin üzerine eğilmiş, onları suluyordu.
“Ama sen, nasıl olur, nasıl, na…”diyebildi.
Güler Hanım, gülerek ona doğru yürür. “Ne o bey, kekeme mi oldun şimdi de?” diyerek omuzuna dostça dokundu. “Ne ara girdin eve. Hiç anahtarın sesini duymadım. Hem zaten bu gün erkencisin. Sahi neden erken geldin. Yoksa işle ilgili bir sorun mu var?”
“Ben, ben…” dedi adamcağız. Kadın, aceleci adımlarla mutfağa giderken onunla konuşmaya devam etti. “Otur da sana bir yorgunluk kahvesi yapayım. Neler olduğunu kahvelerimizi yudumlarken konuşuruz.”
Yaşlı adam, bu duruma şaşırdığı kadar memnun da olmuştu. Fakat bu duygularına başka duygular da karışmıştı. Kafasının içindeki düşünceler karma karışıktı. Sonra tüm bedenini bir endişe sardı.
“Deliriyor muyum? Bu ne demek şimdi? Bunaklık mı başlıyor?”
Güler Hanım, elindeki suluğu banyoya bırakıp mutfağa geçmek için salona dönmüştü.
“Kuraklık mı dedin bey. Aman Allah göstermesin. Evet uzmanlar öyle diyorlar ama ben ihtimal vermiyorum. Kuraklığa daha çok var. Dilerim torunlarımız korkulana uğramazlar. O yüzden suyu idareli kullanalım. Neme lazım, ne olur ne olmaz.”
Yaşlı adam, kanepeye çöktü adeta. Bilgisayar, dedi içinden, evet bilgisayrada bir şey oldu. O yüzden bunları yaşıyorum. Başka bir açıklaması olamaz. Yerinden doğruldu. Nasıl da hafifti bedeni? Hiç zorlanmadan bir yay gibi kaldırdı bedenini. Önce banyoya gitti. Aynada kendine baktı. Çizgileri daha yüzeyseldi yüzünde. Derinlikler azalmıştı. Gözüne taktığı gözlük… Çıkardı hemen. Daha netti şimdi görüntüsü. Gözleri çok iyi görüyordu. Bilgisayarın başına gitti hemen. Ekrandaki fotoğrafa baktı yeniden. Fotoğrafın çekildiği günün akşamını yaşıyordu. Birazdan arkadaşı ve torunu gelecekti onlara. Misafir edeceklerdi ve damadı bu fotoğrafı çekecekti. Heyecanını bastırmaya çalıştı yaşlı adam, orta yaşlı desek daha iyi. Geri tuşuna hemen basmalı ve olayların buradan kontrol edilip edilmediğini test etmeliydi. Bir tık geri gitti. İşte bir deniz kenarında çekilmiş fotoğraf, fakat bunlar Demir’in arkadaşlarıydı. Sonra bir tık daha. Hayat geriye sarıyordu, pamuk ipliği makarasını. İşe ilk başlayışı, elinde ilk maaşı. Hayatının en güzel ânı hangisiydi? Düşündü düşündü, oklarla ileri geri gidip buldu sonunda. Bu odayı misafir odası yaptıkları günün sabahı çekilmiş bir fotoğraf. Güler Hanım, elinde çanta ile yanına geldi eşi. Ne kadar da güzeldi basma entarisi.
“Aaaa, daha hazırlanmamışsın bey. Geç kalacaksın işe. Haydi kahvaltı hazır.” dediğinde adam bir an sarsıldı. Kaç yaşındaydı şu an kestiremedi. Ancak gücünün kuvvetinin yerinde olduğunu anladı. Eşinin elinde tuttuğu çantaya baktı, emekli olmadan önce ona doğum günü hediyesi olarak verilmiş çantaydı bu. Artık bir şeyden emin olmuştu. Bilgisayarın bu keşmekeşle bir bağlantısı vardı. Mutfak yerine bilgisayarın başına gitti, eşi arkasından “Nereye gidiyorsun?” diye geldi. Geri tuşuna bir kez daha bastı adam. Eşi odanın kapısında daha da gençleşmiş olarak duruyordu. Kucağında ilk çocukları vardı. “Haydi geç kalacağız bey, randevumuz ondaydı.” dedi. Adam, artık bilgisayarın tuşlarına peş peşe basmaya başladı. Daha genç olmak istiyordu sanki. Ne yazık ki bilgisayarda geriye gidecek resim kalmamıştı artık. Çok eskiye ait resimleri yoktu bilgisayarda. Oğlu, tarayıcıdan geçirdiği bu fotoğrafı daha geçen günlerde bilgisayara kaydetmişti. Eşiyle yeni bir yuva kurduğu zamanda çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraftı bu. Neler hayal etmiştir o dönemlerde? Bilgisayarın başından kalkar kalkmaz, bilgisayar koltuğu ve masasıyla bilgisayarı da yok oldu. Bir an telaşa kapıldı. Yeniden o günlere dönmek imkânsızdı artık. Bilgisayar olmadan gerçek zamana nasıl döneceğini düşündü önce. Sonra ânın tadını çıkarmanın daha güzel mantıklı olduğuna kara verdi. Resmi eşiyle bu evi aldıkları gün bahçesinde çektirmişlerdi. Şimdi Güler Hanım, fotoğrafçı işini bitirdikten sonra gittiği gibi eve girdi.
“Çok işi var bu evin bey.” dedi. “Şu pencerelere yeni perdeler almalı.” “Yavaş yavaş yaparız hanım.” dedi adam sesi titreyerek. Sonra banyoya gidip sırrı lekelenmiş aynaya baktı. Saçlarında bir tane bile beyaz yoktu. Mutlu bir şekilde kendini seyretti. Güler Hanım, evi nasıl da çekip çevirmişti. Akşamları bahçesinde oturduğu bu evi kısa sürede adam etmişlerdi el birliğiyle. “Bahçede torunlarımız oynayacak. Onun için şuralara meyve ağaçları dikmeliyiz.” diyordu şimdi eşi Güler Hanım, onun omzuna yaslanarak.
Yaşlı adam, yani delikanlımız işten yorgun argın geldiğinde bile uf demeden bahçede uğraşıp didindi. Çocukları olduğunda boy atıp meyve veren ağaçların kalın dallarına salıncaklar kurdu. Torunlarının olma hayali ta o zamandan başlamıştı. Bahçedeki çardakta oturup çocuklarının oynamalarını izlerken torunlarının hayalini kurar ve eşiyle konuştular. Adam, torunlarını ne kadar özlemle beklediğini hatırladı. Şimdi gerçek zamana dönmek için dayanılmaz bir arzu duydu. Dalıp gitmişken eşi Güler Hanım, ona çay getirdi ve yanına oturdu. Onun elinden çay bardağını alırken hem ellerindeki hem gözlerindeki sıcaklığı yüreğinin derinliklerinde hissetti. Daha doğmadan çocuklarını gözlerinin önüne getirip Güler Hanım'a hayallerini aktardı.
“Bir kızımız ve bir de oğlumuz olacak. İki de torun göreceğiz.” derken bilmiş edasından eşi tedirgin olmuş gibi geldi adama. Çocuklarının ilk adımlarındaki umudu, bu genç adam öylesine duyumsayarak anlatıyordu ki bir yaşlının anılarındaki koku doldurdu bahçeyi. Erik çiçeklerinin, hanımellerinin kokusuyla gelip genç kadının hayallerine karıştı. Anılarla sarhoş olan adam, gözlerini kapadı bir an. “Dede üşüteceksin! Sırtına hırkanı almamışsın.” Demir, onu kolundan tutmuş sarsıyordu. Bahçedeki banka oturmuş buldu kendini yaşlı adam. Torunu Demir’e dayanarak zor bela kalktı yerinden. Gerçekten de tüm eklemleri tutulmuştu.
Demir, kendisini yaslanan dedesini, içeriye götürürken daha sevecendi. “Dedeciğim, inanamayacaksın. Cavitlerin evinde bilgisayarda inanılmaz şeylere tanık oldum. Hani sınıf arkadaşlarımla katıldığım yaz kampı var ya. O resme bakarken bir anda deniz kenarına gittik.” “Nasıl?” dedi yaşlı adam.
“Benim bilgisayarıma hiç dokundun mu ben evde yokken?” “Hıı.”
“Benim bilgisayarımla Cavit’in bilgisayarı arasında uzaktan erişim ağı var. Sanki birisi resimler dosyasına girdi ve bizi zaman yolculuğuna çıkardı. Nasıl oldu bu iş bir türlü anlayamadık. Ben yokken kim geldi bu eve?”
Yaşlı adam, hafiften uzamış sakalını sıvazlayarak torununa cevap verdi. “Kimler gelmedi ki evladım, kimler gelmedi ki!” dedi.