Bu işe başladığından beri çocukları çok sevdiğini, Seçil’i daha çok sevdiğini düşünüyor.Beden eğitimi spor bölümü mezunu ve iki yılın sonunda bu işi bulabildi: çocuklara yüzme antrenörlüğü. İşsizlik günleri.İşsiz insan değersiz bir şeydir, yola atılmış meyve kabuğu gibi. Yaşlısındır bu dönemde, şimdiyi değil geçmişi yaşarsın. Çaresizlikten; gündüz, pencerenin önündeki koltukta, yarı düş halinde hiçbir şey düşünmeden saatlerce hareketsiz oturabilmeyi öğrenirsin.Çoğu zaman bilgisayarın başındasın. Bu zorlu sınavı kazanman şart. Annen, baban üzülüyorlar bu durumuna ama yanlarında olmandan da memnunlar. Sıradan bir ailenin sıradan bir geliri içinde yaşayıp gidiyorsunuz. Hayat her zaman sürprizlerle dolu değil mi?
O sürpriz gerçekleşiyor. O lanet sınavı kazanamıyorsun ama mllenizde yeni açılmış olan Atlas Yüzme Kulübü’ne yaptığın başvuru kabul ediliyor.İşe kabul edildiğini öğrendiğin gün Alsancak’a gidiyorsun, güzel bir yaz günü akşamı. Trafiğe tamamen kapalı sokakta barların önü cıvıl cıvıl insan. Üniversiteden arkadaşın Seçil’i de çağırıyorsun. Tek başına mutluluk yok.
Daracık sokak genişliyor içinde. Gelen geçen her insanı görüyor, onların da seni gördüğünü düşünüyorsun. Seçil sürekli gülüyor, senin gözlerin etrafta, sanki buraları ilk defa görüyor gibisin. Yaa Seçil, diyorsun, böyle mekanlar var mıdır, hiç başka yer gezemedik ki? Çok eski oldukları belli ama; sanki, ihtişamıyla hep bir yeni yaşamı fısıldıyor, sanıyorsun ki bu dünyada yoksulluk, kötülük yok. Biliyor musun iyice anladım Alsancak’a neden sık sık geliyorum, beni gerçekten mutlu ediyor. Seçil, senin omuzuna dökülmüş saçlarını elleriyle okşuyor, öpüyor sonra. Sıcaklık karşısında daha da coşuyorsun, hayatıma hükmeden tüm iradelerden kurtuldum sanki, özgürümmm. Bardakları tokuşturuyorsunuz, dibine kadar içiyorsunuz. Garsona el işareti yapıyor Seçil, garson yanınıza geldiğin de sen, olmaz, diyorsun, bu benim günüm. Seçil kesinlikle karşı çıkıyor, ben çalışıyorum, ilk maaşını al, söz hepsini burada tüketelim.
Kıbrıs Şehitleri, mutlu insanları sokaklarına toplamış, müzik sesleri dört bir yanda. Sıkıca kol kola giriyorsunuz, sonra bir anda Seçil’e dönüp yüzünü avuçluyorsun, taşınacağım senin yanına artık, birlikte yaşayalım; Seçil ellerini eline alıp avuçlarını öpüyor, tamam, diyor önce işine alış, şimdi git babanla annenle de bunu kutla. Ona minnetle bakıyorsun. Ne kadar sevindiler bilemezsin, diyorsun, babam ben de artık emekli olurum kızım, dedi.
Seçil’e taşınamadın, baban da emekli olamadı. İkisine de bekleyin dedin. O çok sevdiğin çocuklardan biri sana çok bağlandı da ondan, sen de ona bağlandın. Orkun. Biliyorsun ki yüzmeyi öğrenmesine rağmen seninle daha çok birlikte olabilmek için hiç yüzemiyormuş gibi davranıyor. Bir saatlik kurs süresi var. Kapalı yüzme havuzunun kapısında karşılıyorsun onu. Önce sımsıkı sarılıyor, kulağına bir şeyler söylüyor. O ara onu getiren babası dikkatle süzüyor sizi. Sen cevap veremiyorsun Orkun’a, omzuna öylece başını koymuş çocuk, içinde laleler sümbüller, en güzel kırmızı güller açmasını sağlıyor. Kokular etrafınızı sarmış. Ne oldu, bana böyle diye düşünüyorsun, neden bu kadar bağlandım bu çocuğa, her karşılaşmamızda söylediği o söz yüzünden mi? El ele tutuşup havuzun başına geliyorsunuz. Bonesini gözlüğünü takacak. Seyrediyorsun onu. Kestane renginde hem saçları hem gözleri. On yaşında olmasına rağmen daha büyük gösteriyor, çok az gülmesi, konuşması belki sen de böyle bir izlenim bırakıyor. Bonesini, gözlüğünü takıyor Orkun. Sen kıyıdan onu yönlendireceksin. Bugün, diyorsun artık kendini göstermelisin. Suya atlıyor Orkun ağır ağır yüzmeye başlıyor, baba da pencerelerin ardından size bakıyor, sana bakıyor, ilk karşılaştığınızda adam hakkında ne hissetmişsen o sürüyor içinde. Bazı durumlarda insan bir anda neyi gördüğünden son derece emin olur ya, öyle diye düşünüyorsun. Annesi yok, demişti, Orkun’u teslim ederken baba. Sessizdir ama uyumludur. Annesi yok derken, bir açıklama da yapmamıştı. Taa beşinci seansta kulağına fısıldayvermişti Orkun, Annem öldü benim. Sıkıca sarıldın, bir çocuk böyle bir yokluğa nasıl dayanabiliyordu? Ailene değil ama Seçil’e anlattın bu olayı. İkiniz de ağladınız. Yanaklarınıza inen gözyaşlarınızı öptünüz. İçinizde dışınızda kenetli ellerinizde birleşti, gitmedin evine, burası da senin evindi.
Bir saatlik süre sonunda duş almak için Orkun senden izin istiyor. Babası da o ara yanınıza doğru geliyor. Havuz kenarına ayakkabıyla girmek yasak olduğu için ayağındaki galoşuyla komik bir görüntüsü var. Mevsimine uygun giyinmiş, açık yakalı sarıya çalan bir tişört ve ona uygun keten bir pantolon. Orkun’un uzaklaşmasını bekliyor sanki, hafiften bir heyecan sende. Yanına yaklaşıyor, öncelikle her şey için sağ olun diyor, sayenizde Orkun gülümsüyor artık. Bütün bunlar için seni evimize yemeğe davet ediyoruz, Orkun da çok istiyor. Sizi şaşırtan değil, hatta hiç beklemediğiniz, kendiliğinden olan, içinizi sarıp sarmalayan olaylar olur, onlardan birini yaşadığını düşünüyorsun. Gülümsüyorsun, meltem rüzgarının getirdiği serinlik gibi. Aklına Seçil geliveriyor. Bakalım diyorsun, ses tonun çok ümit vermiyor sanki.
Sevinçle keder yan yana durur mu? Aynı anda birden fazla coşku yaşanır mı? İyilik güzellik derelerin birleşmesi gibi çoğalır mı? En zor günlerin aklına düşüyor, Seçil’le tanışıp daha ilk andan başlayan arkadaşlığınız, dostluğunuz ve eğilmez, bükülmez yıldızların çokluğundan daha büyük olduğuna inandığınız aşkınız. Herkes yadırgamış, küçümsemişti, aldırmadınız, ille de gidip Üniversitedeki tek söğüt ağacının altında oturdunuz, doyasıya birbirinize baktınız. Ama her şey çok eksikti. Çevre baskısı ikinizi de ürkütüyordu, o yüzden Seçil’in evinde aralıklarla kalıyordun, yine de hiçbir şey Seçil’in dudağının kenarından aldığın öpücükten daha değerli değildi.
Kapıyı anahtarınla açtın. Seçil köşeli koltuk takımının ortasına oturmuş, televizyona bakıyordu. Devlet okulunda çalışmanın avantajı vardı. Dersi olmadığı zaman eve gelebiliyordu. Sarıldınız. Seçil’in sarı saçları, gamzeleri, uzun kirpikleri vardı. Herkes onu şen şakrak biri olarak tanırdı. Bir şeyin canını sıkmasına bir-iki dakikadan uzun süreliğine izin vermezdi. Konuşurken çok sakin, daldan dala atlamaz, kendince karşısındakini ikna etmeye çalışırdı. Olmazsa da kendi bildiği yoldan yine giderdi. Sadece sen de sabırlı, vericiydi, o yüzden seninle ilişkisinde hiç aksama olmamış, sen de bu vefayı karşılıksız bırakmamıştın. Sarı saçlarını ellerine aldın, her zaman onun yaptığı gibi, doya doya kokladın, öptün. O da senin dudak kenarına bir öpücük kondurdu. Birlikteyken hep serinlik ferahlık vardı içinizde. Tüm odaya yayılmıştı bu serinlik. Ellerinizi birbirinden ayırmadan koltuğa yayılıyorsunuz.Kırmızı dudaklarından öpmek geliyor içinden. Sarı saçlarını geriye doğru çekip bir elin dolgun göğüslerinde, dudakların dudaklarında. Duygularına engel oluyorsun, televizyona bakıyorsun. Seçil bilir bu hallerimi. Dönüyosun. İki ayağını birleştiriyorsun. Ekin ve babası beni yemeğe davet etti, diyorsun, evlerine. Yine o sakin hali, net, gideceksin herhalde, hiç olmazsa Orkun için yaparsın bunu, diyor Seçil. Hafifçe boynunu yana kaydırıyorsun, nazlı bir bebek gibi, bu kadar değil, diyorsun, Orkun’a karşı anlatamayacağım bir bağ hissediyorum. Her sarıldığımızda ne diyor bana biliyor musun, annem gibi kokuyorsun. Biliyorum aslında, başka şeyler de söylemek istiyor. Onu bırakmayacağım, ama onun istediği de olmayacak. Yeniden dönüyorsun Seçil’e. Yarın yanına taşınıyorum, sonsuza dek iki kadın, iki sardunya çiçeği olarak yaşayalım. Ayağa fırlıyor Seçil, yine şen şakrak halleri, televizyonu kapatıyor, ellerimden tutuyor, ayağa kaldırıyor, sessizce dans edelim, diyor.