*Bir pandeminin ardından söze düşenler
Parmaklıkların arkasında bekleyen kalabalığa bakışları takıldı. Ürkmüş her biri. Gecenin bir yarısında apar topar tıkıldılar buraya. Gözlerinin feri kaçmış, yorgun gölgeler gibi dağıldılar yarım yamalak gün ışığı alan sığınağa. Hastanenin cezaevini anımsatan soğuk duvarları arasında tedirginlikle yürüdüler. Ağır aksak adımları, yekinmek isteğini yitirmiş gibi herbiri. Gezegeni saran vebaya karşı kayıtsızlık hali bunaltıcı geldi yaşlı adama. Kısık bir sesle B’ye yalvardı.
“Kendi başına ölmeye bile izin yok. Belli ki toplu infaz niyetindeler.”
İlaçlarınız gelecek, iyileşeceksiniz en kısa sürede, diyen mekanik sesle irkildi yaşlı adam. Adı C olmalı. Karanlık koğuşta herkese birer harf verildi. Kimlikteki adların ilk harfleri. Ses ürkütücü. Hiç insanî değil olan biten, B’nin cinleri tepesinde bu muameleden dolayı.
Duygusuz ses tonuyla iki görevli bitişik nizam yataklara yönlendiriyor kalabalığı. Orta yaşlı, uykusuz gözlerle olan biteni anlamayan çalışan kadın akıl erdiremediği tutsaklık halini kabullenmeye çalıştı bir an. İlaçlar gelecekmiş nasılsa.Koca hastane bizi infaz edecek değil ya. Mekanik ses yeniden işitildi.Yapay zekalardan biri bizleri yatıştırmak için komutları tekrar ediyor habire.
Neyi bekleyeceğiz burada, diye geçirdi aklından. Neyi ve niye? Karanlık bodrum katında en azından onlarca kişi var. Öksüren, tıksıran bir ikisi tedirgin ediyor yanındakileri. Sabahtan beri bitmiyor öksürükleri. Köhür köhür hem de. Ölüme terk ettiler bizi diyor, yaşlı olanı. Kırlaşmış sakallarını kaşıyor bir an. Bitlenmeseler bari bu izbe yerde. Tatlı tatlı kaşınıyor diğerleri de. Kusmuk kokuları tiksindirdi içeri girdiğinde B'yi. Demek ki kendilerinden önce de hastalar kaldı burada. Ölü mü sağ mı çıktı öncekiler kestiremedi bir an. Kusmaya başlarsanız yapacağımız bir şey kalamaz sizin için. Baş hekimin yargılayıcı bakışları cümlelerindeki vurguyla birleşti o an. En ağır sendrom kronik mide bulantılarıymış. Bir yığın ağrı kesiciyi, hapı avucunun içine bırakıp göndermişlerdi eve bir önceki gece. Yine hastanedeydi o gün.. Ya da öyle hatırlıyordu. Zihni onu yanıltıyor olabilirdi muhakkak.
Evlerden gecenin bir yarısı hepimizi otobüslerle karga tulumba getirdiler bu sıçan deliğine. Kimse tam hatırlamıyor olup biteni. Yedikleri iğnelerin baygınlığıyla uysal bir robot gibi her buyruğu dinler olmuşlardı. Yok yok, iyileştirecekler kesin, YURTAŞLARINI ÖLÜME TERK ETMEZLER muhakkak diye yatıştırmaya çalıştı B daha genç olanı. D’ymiş adı doktorun elindeki dosyaya göre.
Hoparlörden yükselen ses, doktorlar akşam saat ondan sonra genel kontrol için karantina merkezinde olacak diye duyuruyor o sırada. Bir an tedirginlik içinde bekleşenlerde rahatlamaya yol açıyor hopörlörden gelen açıklama. İlaçlarımız gelecek, karantina odasından çıkacağız yarın öbür gün diye avutuyor yaşlıca kadın yanındakileri. B, demir parmaklıklardan karanlık odaya bakarken umudunu diri tutmak hayli zorlandığını fark ediyor. İçme suyu bırakmışlar bir köşeye. Günde bir litrelik kullanıma hakkı varmış. Kağıt bardaklar sıralanmış bir köşede. Herkese yetecek kadar... Virüsün ağız yoluyla geçebildiğini tespit etmiş bilim insanları. Üst katlardaki hastalarınki gibi karton bardaklara doldurmalıymışız. Entübe hastaların üst kata taşınacağı da yazılıyor duvarda. Dezenfektan kullanım şartları da sıralanmış yönergede. Hoparlörden o sırada ağır, uhrevi bir ezgi yayılıyor.
B, duvardaki yönergeleri okumaktan sıkılıyor iyiden iyiye. Yataklardan birinde başını yastığa gömmeyi deniyor. Gözüne uyku girmedi geldiğinden beti. Oda demek zor buraya. Dehliz, hücre, karanlık bir bodrum veya her ne haltsa. Pencerelerden gün ışığının sızmadığı dört duvar.
Boğulduğunu, nefes alamadığını fark ediyor bir şekilde. Aksırık, tıksırıklar nefes borusuna düğümlenen bir kütle varmış gibi duraksız ve kesintisiz. Yaşlı adamın da öksürükleri kesilmedi. Tükürüğü etrafa saçılınca odadakilerin tedirginliği gitgide artıyor. Yoğun bakımda olması gerek bu ihtiyarın diye söyleniyor yaşlı kadın. İhtiyar, elindeki mendille yüzündeki salyaları koluna, yüzüne dağılan tükürüğü temizlemeye çalışıyorsa da nafile. Herkes bir an uzaklaşmaya çalışıyor ondan. Eşek cennetine gidecek muhakkak bu adam, ne diye tıktılar bizimle bunu, diye tartışmaya başlıyor parmaklığın arkasındakiler. İhtiyardan uzaklaşalım derken kıç kıça durmak zorunda kalıyor diğerleri. Onu bizimle niye ölüme terk ettiler sorusu var hepsinin aklında. Yoksa biz de… Umut kesilenler, gözden çıkarınlardan mıyız? Duvara dayanmış, iki büklüm nefes almaya çalışan genç, başka hücreler de var diyorlardı. İnanmıyordum. Hepimiz boku yedik anlayacağınız, diye ağlamaklı söylenmeye başlıyor. İniltiler ve yakınmalar “Yüksek sesle konuşmayın” yönergesini bastırıyor o an.
Ekrandaki televizyona ilişiyor hepsinin gözleri. Transparan kıyafetler içinde sunucu bas bas günün moda şarkılarını söylüyor. Çok severim bu kadını diyor sarışın kadın. İyi ki köşeye televizyon koymuşlar, sıkılmayız bakarken ekrana. Reklamlar akarken alt yazıyla haberler akıyor. “Salgına karşı ulus olarak birlik olduk. Tüm hastanelerimiz hastalarımızı iyileştirme savaşında ön safta..
Bizleri niye alıp getirdiler buraya. Kafası iyice karışıyor B’nin. İçerdekilerin kaygıları ekrandaki görüntülerle yatışıyor bir an. Yeni bir şarkıya geçiyor televizyondaki kadın. Bağışlardan söz ediyorlar ekranda. Salgına karşı bağış, iban ve banka hesapları. Aklı almıyor B’nin olup bitene. Gün birlik günü diye vurguluyor sunucu kadın.
Yaşlı adam histeri krizlerine benzer bir titreme içindeydi. Yanındaki kadın çaresizce sesleniyor ihtiyara. Akşam doktorlar kontrole gelecek. Sabretsin biraz. Burada ölmesin en azından. Parmaklıkların arkasındakilerin aklından geçen bu olsa gerek. Bir sigara içesi var sabahtan beri. Nefes almanın zor olduğu karanlık odayı duman altı yapmamalı. Başka bir yönerge gözüne ilişiyor. “Sigara içmek yasaktır.” Parklarda gördüğü çimlere basmayınızdan daha öfkeli ve buyurgan komut. Bardağa doldurduğu suyu yavaşça içmeye çalışıyor o sırada. Yudumlar düğümleniyor boğazında. Kendisi de öksürmeye başlayınca çevresindekilerin tedirginliği artıyor giderek. Odadakiler onu kuşkuyla izliyor. Hastanede, üst katlarda neden bekletmediler hiçbirini. Gözden çıkardılar besbelli. Kimsenin haberi yok bizim burada olduğumuzdan.
Korkusu büyüyor iyice içinde. O haplar, serum işe yaramadı işte. Ateşi düşmek bilmedi o gece de. Korkusu ölüme dair hepsinin. Hazır değiller tahtalı köye gitmeye. Öyle şaşalı bir ölüm falan da olmayacak bu. Salgında yenik düşen güçsüz bünyeler olarak adlandırılacaklar. İsimsizler mezarlığına defnedilirler muhakkak. Ekrandaki sesten uzaklaşmaya çalışıyor bunları düşünürken.Duvardaki bir başka uyarı levhası gözüne ilişiyor: “Yüksek sesle konuşmak yasaktır.“ İçerdekilerin fısıltıyla konuşmaya başlamasının alâmeti farikası çıktı ortaya.
Uğultular, fısıltılar mekanik sesin buyurganlığına karışıyor. Sarı ışık karanlık odayı belli belirsiz aydınlatıyor. Hoparlörden gelen müziği bölen komutla irkiliyor hepsi de: Sokağa çıkma yasağına uymayanlar hücre cezasına çarptırılacaktır …Evdeydi en son hatırladığında. İlacını almış, polar battaniyesinin içinde terlemeye çalışıyordu. Kimseyle görüşmemesi istendiyse muhakkak uymuştu bu buyruğa da. İyi bir yurttaştı her zaman zaten. Yasalarla ilgili bir sorunu da olmamıştı bugüne dek.
Sokağa çıkmaya çalıştığını anımsayamadı bir türlü. Polisler onu yasağa uymamakla mı suçlamıştı. Apar topar hastaneye getirdiler belli ki. Yaşlı adam ağır mide sancıları yaşamaya başladığında içerdeki korkuyu hepsinin gözlerinden okuyabiliyor. En azından korkumuzla öldürecekler bizi, diye geçiriyor aklından. Okuduğu romandaki gibi birbirini boğazlamaya mı başlayacak herkes. Yok, körleşmedik henüz. Sus pus içerdekiler. Yaşlı adamın ölmesi yakın. Belki de hepimizin de. Cesetlerimiz burada çürüyüp giderse. Hayır, doktorlar gelecek akşam. Öyle dedi mekanik ses. Aralarında hastalık mevzusundan anlayan kimse yok besbelli.
Sarışın kadın kaygıyla izliyor histeri krizleri içindeki yaşlı adamı. Sancıları, ağrıları hayra alamet değil bu herifin. Hücredekiler de aksırıp tıksırmaya başladılar çoktan. Sarı, çiğ ışık gölgeleştiriyor herbirini. Kimse yaklaşamıyor ölüme yakın bu zavallıya. Yeni bir uyarı levhası ilişiyor gözüne: “Hepiniz birbirinizden yükümlüsünüz.”
İlaçlarım çantadaydı, diye sesleniyor yaşlı adam. Duvarın dibindeki çantayı fark ediyor diğerleri. Tedirginlikle çantayı adamın önüne atıyor genç oğlan. Yaşlı adamda çantayı açacak mecal yok. Yekinmeye çalışarak bir iki adım atmayı deniyor çantaya ulaşmak için. Elleri titriyor, ağrıları artıyor zar zor bir iki adım atarken.
Yaşlı adam bir şekilde sakinleşiyor çantayı iki kolunun arasında tutmayı başardığında. Telefonlarımızı da almışlar diye öfkeleniyor genç adam. Sarışın kadın evdeki iki oğlunun derdinde o sırada. Kocası değil de onlar açık açıkta olmasın diye yalvarıyor yarım yamalak söyleyebildiği bir iki duayla. Yüzünde kocasının onu buraya tıktığına dair bir kuşku beliriyor bir an. Bu sıçan deliğinde telefon çekmez ki diye geçiriyor aklından B, genç olanın öfkesine tanık olduğunda. Bir an sakinleşiyor genç, ekmeklerle dolu çuvalı fark ettiğinde. En azından henüz ölüme terk etmemişler, en azından açlıktan ölmeyeceğiz diyor çuvalı gösterip. Genç adamın çuvala doğru ilerlediğini fark ettiğinde, kapana kısıldık, kambur felek canımıza ot tıkamadan önce karnımız doysun diyorlar desene, diye alaycı sesleniyor sarışın kadın. Herkeste bir bıkkınlık hali. Gölgeler, doktorları bekliyor. Öksürükler yükseliyor kalabalıkta. Yaşlı adam bir köşede sızıp kalmış. Ter içinde suratı. Demir kapı açılıyor o an. Gacır gucur bir ses yükseliyor bir an.
Odada astronotlara benzeyen, bir an için B’ye gülünç gelen koruyucu giysili kadınlı erkekli doktorlar beliriyor. Arkasından gelen iki kişi koca bir tencereyle içeri giriyor. Yemek saati unutulmamış. Demir parmaklığın arkasındaki gölgeler beklenmedik bir şekilde sıra oluyor. İlaçlar gel. Hoparlörden yükselen ses sıradakilerin aralıklı sıralanmasını buyuruyor. Herkese yeterecek kadar ilaç var. Yığılma olmamalı. Kalabalık pusuda beklercesine izliyor beyazlara bütünmüş hastane ekibini. Tel örgüyle çevrili olduğu söyleniyor hastanenin. Hiçbiri hatırlamıyor, görüntüler belli belirsiz hastaneye gelişlerine dair. Huzursuz bir dinginlik çöküyor kalabalığa yemek servisi başlarken. Usul usul buyruklar dinleniyor. B de en arkada. Bir bardak su, mavi, kırmızı iki ilaç. Her gün bir defa. Sırada yemekleriniz. Birer tas bol vitaminli çorbalarınız ikram edilecek şimdi. Bu gece hepiniz odadaki yer minderlerinde uyuyacaksınız. Komutlar, doktorların buyurgan sesleri kaygılandırıyor iyice B’yi. Ya bizden umudu kestilerse. Bu odanın dezenfeksiyonu siz gelmeden yapıldı diyor astronot giyimli doktorlardan biri. Yarın yine uğracaklarmış. Dinlenmeye bakmalıymışız.
Televizyon ekranındaki ses “ULUSAL BİRLİK” çağrılarını sürdürüyor yatağın için dört dönmeye başladığında. Odasında sanki. Kimse yok. Belki de karabasanlardan biriydi. Hayır, rüya bir başka rüyaya kapı açıyor sanki. Hoparlörden balık bir müzik geldiğinde onlara hak görülen bodrumdaki koğuşta olduğunu fark ediyor. İçerdekilerin rüyaları birbirine karışıyor havada. Ölüme terk edilmedik, yarın doktorlar kontrole gelecek. İç sesine kızıyor B. Yine yanıltmaya, avutmaya çalışıyor onu. Sarı ışığın gölgeleştirdiği yaşlı adam, öksürük krizi içinde uyumaya çalışıyor yine de. Ölsem de rüyada olsun avuntusu onunkisi de. Demir kapı yarına kadar açılmayacak. Beklemeli.
Ekranda meditasyon dersi veren genç sunucunun sesi: İçinizdeki enerjiyi, gücü birlikte keşfedeceğiz. Kapana kısılmışlık duygusu anlamsız. Zihin olduğu yerde başka mekanlara gidebilir. Rüyasına giren ekran seslerinden gına geliyor bir an.
Uyanmak istiyor artık.