Her şey son ders zilinin çalmasından on dakika önce başladı. Hoca sömestre ödevi olarak ilginç bir kişiyle röportaj yapmamızı ya da onu gözlemleyerek hikayeleştirmemizi istedi.
Çocukluğumdan bu yana biyografiler, ünlü ünsüz yaşamlar her zaman dikkatimi çekmiştir. Yaşamımızda kalıcı izleriyle Napolyon‘dan, Hitler'e, Deniz Gezmiş‘ten Adnan Menderes‘e, Çehov‘dan Kafka‘ya çeşitli insan figürlerinin yaşam hikâyelerine girmek, gizlerinde gezinmekten hoşlanırım.
Daha akşamı etmeden, serviste herkes şamata yaparken, kafamda sıralamaya başlamıştım bile. Sıradan bir işçiyle mi, mahallede kurulan pazardaki pazarcı teyzelerle mi, gündelik temizliğe giden kadınlarla mı, yani hayatımızda yanımızdan geçen ama fark etmediklerimizle mi? Ya da rengarenk elbisesi, kırmızı ponpon burnu, abartılı büyük pabucuyla parkta çocukları masalları, oyunları ile hayal aleminde yüzdüren palyaço ile mi ya da diye diye kafam karmakarışana kadar planlar yaptım.
O hafta sonu mahallemizin dışındaki sergi salonunda, uluslararası fuar merkezinde kitap fuarı vardı. Kitaplara ailecek sıcak bakan bir aileden gelen ben, babadan kaptığım harçlığa, anneye de biraz tatlı dil göstererek katkı kaptığım gibi yarıyıl tatilimi zenginleştirecek kitaplarla buluşmaya fuarın yolunu tuttum. Saatlerce rengârenk standlarda itiş kakış bir kalabalığın içinde, yıl içinde edebiyat hocamızın önerdiği bir kaç kitapla kapağından etkilendiğim ya da bugüne kadar ismine aşina olduğum yazarların bir kaç kitabını gözü kapalı aldım. Güzel, okuma dolu bir sömestre beni bekliyordu. Bir de kar yağsa değme keyfime.
Tam fuar kapısında iki elimin doluluğundan mutlu mesut çıkarken, hemen yanımda şık giyimli kravatı ve giysisinin uyumuyla yılların öğretmeni gibi havalı, bakımlı görünümüyle dikkat çeken bir beyefendi, ayrıca her bir elindeki üç beş torba ile kendine baktırıyordu. Kolay kolay çevremle ilgilenmem, ancak bu kişi gibi herkesten farklı, içinden sivrilmiş bana göz kırpan farklı bir özelliğiyle öne çıkan karakterleri kafama sonraki yıllar için yazarım, karakterler biriktiririm kafamda.
Eve yakın olduğundan sık sık geldiğimiz bu fuarda, sömestrde ikinci üçüncü kez gelişlerimde de bu karakterle tekrar karşılaşınca kalabalıklar arasında Arşimet gibi ‘‘Tamam buldum, buldum“ diye bağırırken yakaladım kendimi. Evet işte oydu, röportaj yapacağım kişi. Daha dikkat çekici, akılda kalıcı bir silueti zor bulurum. Dördüncü görüşte hiç tereddütsüz yanına gidip ‘‘Beyefendi Adım Ayşe sizce bir sakıncası yoksa Lise ödevim için sizinle kısa bir röportaj yapmak isterim.‘‘, dedim. Güler yüzlü, biraz şaşkın hatta mahcup elindeki paketleri, torbaları düşürmemeye dikkat ederek‚ gülerek, ‘‘Hay hay küçük hanım, ne zaman, nerede, nasıl? Kısaca bilgilendirirseniz neden olmasın? Ama baştan söyleyeyim benim senin hayal ettiğin gibi ilginç bir yaşamım olduğunu sanmıyorum. Benden uyarması.‘‘, Ben de sevinçle ‘‘Olsun, önemli olan farklı bir kişiyle, farklı bir yaşam yolculuğuna çıkmak, o kişiden gelecekteki yaşamıma bir şeyler aktarabilmek. Yarın pazar sizce de uygunsa öğleden sonra saat üçte Kafka Kafe de buluşabilir miyiz?‘‘, diye tereddütle itiraz etmesine izin vermeyerek sıraladım isteklerimi. Sıcacık gülümseyerek ‘‘Hay hay küçük hanım, emekliyim, ben de zamandan bol bir şey yok.‘‘, dedi.
Çok heyecanlıydım. Hiç ummadığım, planlarımda yer almayan bambaşka bir insanla röportaj yapacaktım. Ne çekmişti beni bu düşünceye. Adam fuarlardan biraz fazlaca doküman topluyor. Hepi topu hepsi buydu. Nesi heyecan vericiydi ki bunun? Sakın bu son zamanlarda televizyonlarda haberlerini izlediğimiz çöp ev sahibi kişilerden biri olmasın? Sorularımı kafamda sıralamaya başladım. Doğumundan bugüne kadar evliliği, çoluk çocuğu, her şeyi sormalıydım ki ödev amacına ulaşsın.
Müthiş bir pazar günü geçirdim. Sizleri sıkmamak amacıyla röportajdan kesitlerle bilgilendirmeye çalışacağım. Lütfen beni mazur görün.
Lütfü amca tamı tamına beş yıldır emekli. Otuz iki yıldır sürdürdüğü görevinden emekli olduğu yıl, bekledikleri, hayalini kurdukları emeklilik günlerinde yapacaklarını yapamadan sevgili yol arkadaşı karısını kaybetmiş. Çocuklar aynı şehirde olmadığından, farklı şehirler de evli kendi evlerinin sorumluluğuyla meşguliyetlerinden onunla bayramdan bayrama telefonlaşarak çocukluk sorumluluklarını yerine getirdiklerini sanıyorlarmış. Ne hayallerle ne umutlarla el ele oluşturdukları bu yaşamda, hiç düşünmediği bu sonucun onu beklediğini falcılar söylese inanmazmış.
Kahvehane alışkanlığı yok, çocukluğundan bu yana tavlaya bile ailesinde kumar gibi bakıldığından merak sarmamış. Kağıt oyunları ise zinhar yasakmış. Bu durum onu arkadaş çevresinden tamamen koparmış.
Varını yoğunu ailesine adamış. Tüm zamanlarını işi dışında ailesiyle yaptıkları mini pikniklerle, kısa süreli pansiyonlu deniz tatillerine, yakın aile görüşmelerine ayırmış. Ömür boyu bu düzen böyle gidecekmiş gibi.
Buraya kadar ki kısmı sıradana yakın bir yaşamdı.
Asıl merakım kendi çocukluk dönemindeki yaşamı.
Çocukluğu kalabalık tam tamına dokuz çocuklu on bir boğazdan oluşan kıt kanaat geçinmeye çalışan büyük bir ailede, küçük bir evde geçmiş. En küçük çocuğun bir büyüğüymüş. Yaşam mücadelesi, hayatta kalma savaşı, aralarında sevgi yerine rekabeti, mücadeleyi gerekli kılmış. İlk öğrendiği; “yaşamda aç kalmamanın orman kanunu, hızlı ve atik olacaksın, elin kaşık tutacak.” olmuş. Yoksa aç kaldığının resmidir. Tüm öğrencilik yaşamında giysileri ya abilerininkiyle paylaşılmış ya da onlardan küçülenlerin yamalarla yenilenmesi ile kullanılarak geçmiş. Elde yok, avuçta yok ama en azından bitirebildiği ortaokulla kasabanın PTT'sinde memurluk görevini kapabilmiş. Düzenli maaşı, başını sokacak bir gecekondusu, kıt kanaat da olsa kendince kör topal bir yaşamı ailesiyle kurmuş. Okulda kokusuna aşık olduğu, duyduğunda mest olduğu, kağıt kokusunu koklamayı meslek yaşamında da her an dokunarak, soluyarak sürdürmüş. Emeklilikte de hem bu hazzını sürdürmek hem de boş kalmamak için neler yapabilirim, diye düşünürken tesadüfen bir arkadaşının zorla sürüklediği bir fuardan topladıkları torba torba kataloglar, bu fikrinin oluşmasına yardımcı olmuş.
Torbalarla evinin yalnız odalarına bıraktığı katalogların, odaları sarmalayan kokusu beyninde ışık açan bir fikir oluşturmuş. Böylesine büyük bir metropolde neredeyse her hafta farklı konularda farklı içeriklerde fuar organizasyonları gerçekleşmesi hayallerini gerçekleştirmesinde itici güç oluvermiş. Her gittiği fuar onun için cicili bicili bir kırtasiye havuzuymuş. Bir gün gittiğinde bitirememişse ertesi gün yine fuarın yolunu tutuyormuş, eksik kalan standlardan yeni yeni kataloglar, enteresan eşantiyonlar, evin her bir noktasına hâkim olmaya başlamış, minik minik firma aksesuarları ile evi, ona huzur veren bir sığınak haline gelmiş.
Röportaj biraz uzayınca merakım da arttıkça arttı ve sözle anlattığı evini gözlerimle görme isteğimi ilettiğim de biraz mahcup, hanımından sonra ilk kez evine bir kadının gireceğinden utangaç ikiletmeden kabul etti. Dünyalar benim olmuştu. Röportajı uzun uzun yapmıştım ama kuru kuru anlatacağım evinin canlı canlı resimlerini de hikâyemde paylaşırsam tüm arkadaşlarımı bir arpa boyu geride bırakacağıma adım gibi emindim. Evi ile kafe yakın olduğundan yürüyerek eve ulaştık. Tertemiz ve düzenli bahçesiyle arazinin ortasında kireç beyazı boyalı evi, mahalleyi sarmış yüksek katlılar arasında bir vahayı andırıyordu. Kapıdan içeri girer girmez kesif bir kâğıt kokusu sardı genzimi. Kırtasiye dükkânlarının kokusunu ev ortamına taşımış, bu fikirden çok hoşlandım. Kokular evreninde yüzerken buldum kendimi. Doyumsuz kırtasiye kokusunu içime çektim.
Üç artı birlik evinin iki odası neredeyse içine girilemez, cicili bicili rengarenk kataloglarla, dergilerle ve afişlerle kaplanmıştı. Koridorlardan odalara geçit vermiyorlardı, sağlı sollu duvarları kaplamış kataloglar, bayraklar, flamalar. Salona zor da olsa vardığımızda tam bir kütüphane görünümünde, sıralanmış işaretlenmiş raflar, ip gibi dizilmiş materyaller, tavandan tabana tüm salonun duvarlarını kaplamıştı. İşinden gelen bir disiplinle çöp evden ziyade bir amatör kütüphane mantığıyla neyin nerede olduğunun tasnifi yapılmış, ne ararsanız elinizle bulacakmışsınız düzeninde karışıklığın kendi içinde düzenliliğini görüyordunuz.
Ben adını 'Fuar Kütüphanesi' koydum. Çöp ev beklerken böylesine emek harcanmış, konumlarıyla evden giden bireylerin yerlerini almış malzemelerin her gün düzenli olarak tozunu aldığını söylüyor. İçim burkuluyor ve yaşam boyu unutamayacağım dersimi alıp uzaklaşıyorum evden.