Avurtları içine çökmüş zayıf yüzlü ve hayret edilecek kadar ince uzun parmaklı garson , her zamanki gibi iyi insan olma gülümseyişiyle hesabı getirdi. Zemin tahta döşemede belli belirsiz birçok çivinin, gevşeyerek yerinden dışarı taşmaları takıldı gözüne. Dikkatli yürümek gerek dedi.
Hesabı öderken tekrar tekrar söyledi aynı sözü. Garson iyi insan olma gülümseyişini devam ettirerek, kolonya dökeyim efendim dedi. Kolonyayı döktü avcuna yüzüne serpti, elinin ıslaklığını gömleğinin bir düğmesini daha açarak sürdü göğsüne, biraz ferahlamıştı. Dikkat etmek gerek tehlikeli olabilir sözü bir türkünün nakaratı gibi yapıştı diline, söyleye söyleye çıktı evin yoluna. Sonra yoruldu kuşkusuz, kendi eliyle kapadı ağzını, eli ağzında yalpalayarak ve ara sıra duyulan hıçkırıkla karanlık sokaklarda gözden kayboldu.
Kararlı bakışlı, uzun boylu esmer çocuklar pullamaya çıkmışlardı. Sokak başında uzun ince gölgesini görüp korkmuşlardı, korkuları geçince saklandıkları yerden çıkıp yaklaştılar. Bu kente geldiğinden beri ilk defa gaspçılarla burun buruna geldiğini düşündü korktu. İlk yaklaşana canımdan başka alacağınız bir şeyim yok dedi. Pullamaya çıkmış çocuklar güldüler. Yok dedi en uzun olan. Asıl biz, senin, bizim, bütün halkın emeğini hakkını çalandan emeğimizin hakkını ve haklarımızı geri almayı düşünüyoruz. Bu bildiriyi alıp okursan seviniriz dedi . Bildiriyi alıp orada okumaya başladı.“. Bir avuç kum alıp yerden, bir camın yüzüne savursak, kum dağılıp gider, cam yerinde kalır. Bir avuç kum alıp yerden, bir mendilin içine koyup sıkıca bağlasak, sonra cama vursak cam kırılır kum kalır. Milyonlarca kum tanesi gibiyiz.
Milyonlarca güçsüz, yoksul, aç insanız. Milyonlarca işçi ve emekçiyiz. Her birimizin, öfke pırıltısı, kocaman, gümüşten bir güneş gibi birleşip ışıyacak, hırsızın, uğursuzun katilin karanlığını dağıtacak.” Elindeki bildiriyle eve gitti, kanepeye uzandı, usulca gözlerini yumdu, uyudu. Sabaha karşı bir sokak köpeğinin ısrarlı havlayışı uyandırdı uykusundan. Gidip pencereyi açıp derin bir nefes aldı, az önce havlayan köpek yanaştı pencereye. Rüyam yarıda kaldı, neden havlıyorsun, ne derdin var dedi, korkuyorsan şayet korkma caddede iyi insanlar var bizi koruyan, dur sana bir lokma ekmek getireyim dedi.
Güneş doğmuş, sokak insan sesleriyle dolmuştu. Kapı tokmağı iki kez vurdu, kalktı kapıya doğru yürüdü, uyku tutmadığında ara sıra sabahçı kahvesine gidip birlikte sabahladığı yan taraftaki gecekonduda oturan komşusuydu. Cancağızım ben artık gidiyorum, elveda demeye geldim,dedi.
Ağzını açıp bir şey diyemedi, açıp iki yana kollarını ona sarılamadı, yutkunarak kapıyı kapattı. Evin sessizliği bunaltıcıydı, havalandırmak için pencereye yöneldi. Pencereyi açtı, ne mümkün nefes alamıyordu. Kara bir bulut öylece bakıyordu içeriye. Ne biçim bir bulut bu dedi, çatmış kaşlarını bana bakıyor. Evin içine doğru geri çekildi, iki kolunu birbirine çattı elleriyle kollarını ovdu. Gitti en karanlık odaya oturdu. O günden sonra zaman zaman içindeki yalnızlıklara parmak basıp kanatır, ağlardı. Kül olmuş göğsünü döver, yüreğine, ne yaptık bee, bu muydu gelmek istediğimiz yer diye bağırırdı.
O kara bulut ne zaman penceresinin önüne gelse, itinayla katlayıp yatağının altına koyduğu bildiriyi çıkarıp okurdu…