Yasemin ne güzel bir çiçek ismi. “Hayalet çiçek “ anlamındaymış. Senin adını bilmeden daha önce yazdığım, bir militanın canlı bombayla Onat Kutlar’ı katlettiği hikayede, onlar evlilik yıldönümünü kutlarken, senden de aynı kaderi paylaşan arkadaşından doğum günü hediyesini almaya gelen ve yılın son günü nedeniyle birbirine iyi yıllar dileklerini paylaşacağı arkadaşını bekleyen arkeoloji uzmanı olarak bahsettim. Sonra okumalarım içinde senin de bilmediğin sonraki yaşamın hakkında derinlemesine Bilgi veren Akgün Akova’nın şair inceliğinde ve lirizminde anlattığı acılı hikayeni paylaşmayı, bazı hikayelerin biz istesek te “O” istemezse kolay kolay bitmeyeceğini kanıtlarcasına anlatmayı bir görev edindim. Otobiyografi okumayı hep severim, yakın zamanların olsun, geçmiş yılların olsun, hepsi ibret verici, trajik veya komik olabiliyor. Hakkında okurken ağladım umarım yazarken ağlamam.
Yasemin, “Yaşamınının kavgasına yarışta bir tay gibi fırlayan” (tanım Akgün Akovaya ait) Onat sanki senle bu kaderi paylaşacağı kulağına fısıldanmışçasına adınla ilintili bir kaç şiir yazmış.
“Önünde bir Yasemin ağacıyla korunan karanlık ve mutfağın geniş taş döşemelerinde
Cüneyt Cebenoyan büyümüş, sana çocukken ne olduğunu bilmese de bilgisayar mühendisi olacağı sözünü yerine getirmiş. Çok hoş bir gelininiz olmuş, Ayşegül ve aileye senin boşluğunu giderecek kız evladı olur umuduyla müjdeyi vermeleri çok sürmemiş. Annen hep senin geleceğin hayâliyle pembe kıyafetler hazırlamış. Ama Ali sürpriz yapmış ve aileyi şaşırtmış dede ve babaanne çok ama çok sevmelerine rağmen alışmakta biraz zorlanmışlar. İki üç yaşlarına ulaştığında Ali ile daha uzun zamanlar geçirmeye, anne babasının işlerini engellemesin ve temiz hava alsın diye Fethiye’deki yazlıkta ya da yol gözlerinde büyürse Yalova’da babadan kalma yazlık kışlık niyetine kullandıkları evlerinde birlikte olmaya başlamışlar. Ali, üç yaşına bastığı o yaz da dedeleriyle birlikte geçirecekmiş. Anne babasının başını kaşıyacak vakitleri yokmuş. Ağustos başı gibi kaldıkları Yalova’dan yakıcı güneşin terk etmeye başladığı Fethiye’deki şenin de çok sevdiğin denize sıfır yazlığınıza gitme hazırlıklarına başlamışlar. Ama dedenin arabasında çocuk koltuğu olmaması, Ali’nin geçen yılki gibi kucakta, arkada gitme yaşını artık geçtiğinden Cüneyt izin vermemiş gitmelerine.
Hem hafta sonları da nefes almaya gelir bahaneyle hem Ali’yi hem sizi de görürüz diye ailesini kararından vazgeçirmiş. 1999 yılı Haziran da başlayan hikayelerine sezon sonuna kadar burada sürdürmeye buradan İstanbul’a dönmeye karar vermişler. Zaten eskiden olduğu gibi baban saatlerce yüzemiyor, Annen tüm gün güneşlenmiyormuş artık. Önemli olan torunları ile kaliteli vakit geçirmekmiş. 99 Ağustos başı sıcak başlamış, ortalarına doğru yaprak kıpırdamaz, neredeyse nefes alınmaz bir Yalova yaşamlarını alabildiğine zorluyormuş ama torunla oynamak, onun bakışlarında konuşmalarında senden izler yakalamak iyi geliyormuş. 17 Ağustos akşamı esmeyen deniz manzaralı balkonlarında zar zor yedikleri akşam yemeğinin ardından torunlarına masallarına okumuşlar, nemden ve sıcaktan bunalmış vaziyette sohbetlerini ederken, gökyüzü ile yeryüzünün hasretle öpüştüğünü, yıldızların deniz üzerine dolu taneleri gibi dökülüşünü, dipten gelen kulakları sağır eden ruhları karartan, az önce masal anlatırken çıkarmaya çalıştığı canavar sesinin yüksek oktavdan gerçeğini işitmeleriyle dünyalarının kapkara olması sadece 45 saniyelerini almış.
Tüm Türkiye akın akın; yardıma, yiyecek, giyecek, içecek getirmeye, yakınlarını bulmaya, ölü diri toprak altında onlara ulaşmaya, talana, hırsızlığa, çocuk kaçırmaya, gömü ya da enkazdan altın para veya değerli ne buluruma, yaraları sarmaya geliyorlardı. Yollar kapalı, ulaşma güçlüğü içinde kardeşin Cüneyt ve eşi Ayşegül de kendilerini canlı çıkarmaya, bir umut onlara sarılmaya koştular. Cüneyt ve eşi ilk gün ümittkârlarmış, üç kat evin altından canlı çıkanlar mucizeyi yaşatıyormuş çevrelerine. Ali’nin oyuncakları çıkmaya başladığında umutları tükenen genç evliler, kısa sürede anne ve babanın da kaçınılmaz akıbetlerini öğrenerek kahrolmuşlar. Canlarına sarılma, ölü yüzlerini görme cesaretini göstermeden hızlıca üçünü yan yana, senin yanına sonsuzluğa uğurlamışlar.
TRT’nin ilk zamanları senin de izlediğin muhakkak Kaçak dizisinin başlangıç repliği olan hepimizin diline pelesenk olmuş, “Kader ağlarını örüyordu ve Richard Kimble şöyle şöyle yapmaktaydı.“ gibi burada da kader ağlarını örmekte ve bu güzel aileye, kardeşin, gelin ve yeğenine yeni sürprizler hazırlamaktaymış.
Çok mutlu, tüm kötülükleri, olumsuzlukları unuttukları sevgi dolu yaşamlarını sürdürdükleri, kız yeğeninin de dört beş yaşlarına geldiğinde Cüneyt’in Anadolu’ya bir iş görüşmesi çıkıyor. Gitmişken oradan Mersin Adana yapıp çok özlediğimiz Antalya’ya kıyı kıyı ulaşıyor, oradan da 99' dan beridir gitmediğimiz Fethiye’deki eve bakıyor, temizletip orada da keyifli bir iki hafta tatil yaparız planıyla yola çıkıyorlar. Ankara’da iş görüşmesi sonrası Toros’larda üç gündür uykusuz kamyon kullanan şöförün şerit ihlaliyle kafadan çarptığı otomobilde Cüneyt kaza yerinde hayatını kaybediyor. Yeğeniniz ve gelininiz iki üç günlük hastane müdehalesinden sonra taburcu oluyorlar. Kardeşini de sizin yerinize defnediyorlar. Gelininiz yaşamını kızıyla sürdürüyor.
Hikayenizi okurken ağladım, yazarken de ağladım. Kader bazen nasıl da çengelini atıyor yaşamımıza… inanılmaz değil mi?