Yıllar önce sevdalandığım ve de vazgeçemediğim kenlerden biri de Safranbolu’dur. Fırsat buldukça gider, birkaç gün kalırım. Safranbolu bana Selçuk’un Şirince’sini, Fethiye’nin Kayaköy’ünü çağrıştırır. Kayaköy’ün evlerinin çatısız olması dışında, üçü de birbirine benzer.
Eski Safranbolu’ya giderken kent görününce arabadan indim. Güzelim kentin her milimetresini görmek, güzelliği solumak istiyorum. Çevreme bakındım. Safranbolulu şair; sevgili dostum Hüseyin Avni Cinozoğlu’nun dizeleri karşımdaydı:
“Doğuyor eski bir Safranbolu güneşi/ beyaz bir anka bekliyor kalesini/ bir kızın saçlarına dolanıyor gökkuşağı/ hüzün sevinç akşamlarında.”
Tanımsız bir sevinç içindeyim. Karşımda kişilik, eskilik, tarih kokan bir yerleşim yeri. Selçuklular, İsfendiyaroğulları, Candaroğulları, Osmanlılardan günümüze kalan miras. Uzaktan bakınca yüzyıllık uykudaymış gibi görünüyor. Munis bir çocuk uykusunda. Yürüyorum. Kente yaklaştıkça, bana gülümseyen bir çehre ile bakıyor. Fotoğraflar çekiyorum.
Bir yanda bir an önce ulaşma, öte yanda güzellikleri yavaş yavaş soluma isteği. Ne denli yavaş davransam da kendimi Safranbolu’nun arastasında buluyorum. “Solgun birgüneşi anımsatıyor Arasta/ bakırcılar, terziler, ayakkabıcılar/ bir eyer bile lamadım atıma.” Sevgili Cinozoğlu’nun dizeleriyle gülümsüyorum arastaya. Kutu gibi birbirine yaslanmış dükkanlar. Sırt sırta vermişler geçen zamana karşı. Yüzyıllardır onları ayakta tutan bu dayanışma sanki. Daracık, taş döşme yollar, yolların üzerinde bir tente gibi uzanmış sarmaşıklar.
İnsanlarla selamlaşıyorum. Arastaya sonra uğrarım düşüncesiyle atıyorum kendimi evlerin arasına. Taş döşeme yollarda gidiyorum. Belki de ayakkabılarım bu yolları yadırgıyor, ama ben çok seviyorum. Evlerin çoğu kültür bakanlığınca onarılmış. Onarım tarihi 1992. Güzellik, sessizlik, tarih günün rengini oluşturuyor.
Cumbalardan,kapı aralarından bakan insanlar, kente gelen insanları o denli kanıksamışlar ki hemencecik dost oluveriyorlar. Başlıyorlar dilleri döndüğünce bilgi vermeye. Tüm evlere dokunmak, okşamak geçiyor içimden. Onlar tarihin, geçmişin dilsiz tanıkları. Neler gördüler, neler yaşadılar... Halkın tek şikâyeti, dış görünüm dışında onarıma izin verilmiyormuş. Evlerin içerisinin onarım isteğini sık sık dile getiriyorlar.
Sokak aralarındaki çeşmelerden Cinozoğlu’nun dizeleriyle akıyor su. “Sebiller sevdayla ışır testilerinde/ eski sokaklardan mutlulukla geçerim/ beyaz evlerdir beyaz kadınlar gibi/ gönüllerinde akça güvercinler açar.” Yüzyıllık çeşmelerden su içiyorum. Soğuk su, yüreğimdeki Safranbolu sevdasını daha bir alevlendiriyor. Bu sevdayla kentin yüksek yerlerine çıkıyorum. Her ev bir yeşillik demeti. Beyazla yeşil ne denli uyuşuyor. Üç saate yakın dolaşıyorum. Kuşlarla selamlaşıp bitkiler ve börtü böcekle konuşuyorum...
Döndüm yine arastaya. Elif Büfeden kartpostal almak için içeri girdim. Her zamanki güleç yüzlü teyze orada. Halk, Hacı Teyze diyor. Göz aşinalığı var. Gel otur, sen buraya sık sık geliyorsun, bir şeyler iç, diyor. Ayran ikram ediyor. Uzun süre kalıyorum Hacı teyzenin yanında. Eski evleri, sanatçıların aldığını söylüyor. Ülke sorunlarından turizme dek her şeyi konuşuyoruz. Otursam saatlerce oturabilirim. İzin isteyip oradan ayrılıyorum. Arastada gezilecek yer çok. Kalaycıdan demirciye, bakırcıdan keçeciye dek...
Dostların yanına uğruyorum. Saraç Hüsnü beyin dükkânına gidiyorum. Sevincini belli ediyor. Geçen sene gelmedin, özlettin kendini, diyor. Bir çay içimi süreye çok şeyleri sığdırıyoruz. Daha sonra uğramak üzere ayrılıyorum yanından. Kalaycı Mustafa’nın yanına uğruyorum. Kırk yıllık dost gibiyiz. Bir çay da orada içip kalkıyorum. Sonra uğrayacağım, sözümü vererek dükkânlara girip çıkıyorum.
Zaman akşama yaklaşıyor. Bir şeyler yemeliyim. Şehzade Sofrasına gidiyorum. Yöreye özgü yemeklerden kuyu kebabı, safranlı iç pilav, zerde, ev yapımı baklava onca yorgunluğun üstüne iyi gidiyor. Fiyatlar çok normal. Büyük kentten gelenlere ucuz bile geliyor. Kasette Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Zeki Müren’den şarkılar, ruhuma hükmediyor. Sessizlikte ne yapılır? Çoğunlukla kitap okurum. Aynı şeyi yapıyorum...
Zaman geçmiş. Akşam inmek üzereydi Safranbolu’ya. Güneş, o günlük son kez evleri yalayıp köşesine çekiliyor. Dışarı çıkıyorum. Hafif bir serinlik var havada. Dükkânların lambaları yanmış. Bu günlük gidiyorum. Safrahbolu’nun görülecek, gezilecek yeri biter mi? Sürekli gündüzleri geziyorum Gecelerini merak etmiyor değilim. Ay ışığı altında yıkanan Safranbolu’yu düşünüyorum. Düşlemek bile çıldırtıyor insanı.
Safranbolu’da sıkılmayacaksınız. Çevresindeki birçok yere ulaşma olanağınız da var. Dostlarınıza alınacak armağanlar öyle çok ki, ahşap işleri hem özgün hem de ucuz. Arastada kendinizden geçersiniz. Yöreye özgü tatlılar da çok ve çeşitli. Keçe işinden bakır işine dek her şey, gönlünüze hitab ediyor. Safranbolu’yu bir kez görün, sonra aranızda gizli bir aşk başlayacak. Bunu bir siz, bir de o bilecek...