Anneyi toprağa vereli üç ya da dört ay olmuştu. Babam eli kolu her şeyi olan annemsiz bir hayatı tek başına idame ettiremeyeceğini anladı. Kendine uygun, bizlere yakın büyük şehirde bir minik daire kiraladı. Son kez üç kardeşi bir araya getirmek, aileden birer anı sahibi olmamız için bizleri babaevine çağırdı. Bu çağrı biz kardeşlerin yüreğine hatırâlardan hüzünler bıraktı.
İki ablam, daha çok mutfaktan onlara her daim anamızı anımsatacak fincanlar, nadide bardaklar ve porselen tabakları paylaşmakta zorlanmadılar. Bense çocukluğumda yoğunlukla vakit geçirdiğim, babamın hobi odası gibi odadan kendime özgü madenleri kazacağımı söyledim ablamlara. Kitaplık rafımda hala Daniel Defoe‘nin "Robinson Crusoe‘si, Stevenson‘un Define Adası bana göz kırpıyordu. Oda da yok yoktu. Yılların birikimi metal, tahta çalışma tezgahı , kırık dökük cam ve porselenler, mengene, paslı testere, balta, keser, tırmık, düzensiz ve son zamanlarda uğranmadığı her halinden belli örümcek ağları altında gizli paslı çeşitli alüminyum ve demir ürünleri.
Fareler, örümcek ağları, bir karış toz kaplı çeşitli cisimler buranın dekorunu oluşturuyordu. Karanlık, rûtubet kokulu, üst üste atılmış metal, plastik, alüminyum, bakır, kablo atıkları ve benzeri yığılmış bir sürü yığıntının altında, canla başla başını kaldırmış adeta beni gör diye seslenen eski bir tanıdıkla yüz yüzeydik. Onu görür görmez tanıdım, çocukluğumun değerli bir anısıydı. Onu, azâmetini yitirmiş paslı profillerin arasına sıkışmış, akıbetini tasavvur edemez halde çaresiz hali ile görmek içimi burktu.
Onunla ilk karşılaşmamızı, evdeki anne baba tartışmalarını hüzünle anımsıyorum. O dönemlerde kasaba meydanındaki kahvede düzenlenen lotarya ya da tombala oyunun sonucu kazanılmış ve büyük bir gururla evimizin mutfağında yerini kurumla almıştı. Annemin "Ahmet bıktım senin bu ıvır zıvır kazandıklarını eve getirmelerinden, ne yapacağız bunlarla; nereye koyacağız bunları?“ serzenişleri hala kulağımdadır.
Ben henüz Semaver sözcüğüyle tanışmamış, estetik görünümüyle karşılaşmamış biri olarak zor da olsa ebeveynlerimin anlaşmayla koydukları balkon masamızda onu seyretmeye doyamıyordum.
Şimdi düşünüyorum da babam hissetmişti onun soyluluğunu, lotarya çığırtkanı değerini arttırmak, sahip olma iştahlarını kabartmak için 'Kolay değil uzun yıllar Moskova köylerinin püfür püfür esen verandalarında Rus Köylü ailesinin vazgeçilmeziydi.' sözcükleriyle oyuncuları kızıştırıyor. Grupta olumlu bir hareketlenme gördüğünde sözlerine durmaksızın devam ederek "Bahar ve serin yaz akşamlarında neredeyse her akşam iş bitiminde büyük bir komşu grubuna hizmet vermekteymiş. Devrimle birlikte elden ele savrula savrula taaaaaa buralara, Uzunköprü‘nün Demirtaş Mahallesi'ne nasıl ulaştığını ne siz sorun, ne ben anlatayım." diye bahisi çoşturmaktaki maharetini hem sözleriyle hem de mimikleriyle bütünlüyormuş.
Etrafımda herkes, annem babam ve ablamlar, hatta komşular onu Semaver diye isimlendiriyorlardı. Ben ise henüz yeni yeni konuşmaya başlamış, hatta y leri yutarak konuştuğumdan, o kadar uzun boylu sözcüğü tekrarlayamayarak kısaca Semo demiştim ona. Herkes benim bu sevimli kısaltmama bayılıyordu. Kendilerini onunla daha bir yakın hissediyorlardu tüm komşularımız. En güzel tarafı etrafa nefis kokular saçan çayının, Rus verandalarını aratmayacak Ergene Ovası manzaralı terasımızda derin ve uzun sohbetlere eşlik etmesiydi. Ben her gün ona dokunmadan, hakkında bir iki laf etmeden günlerimi geçirmezken annem de baştan mesafeli davrandığı bu güzelim materyalden özür diler gibi her gün temizliyor, gözdesini parlatıyordu. Yarım yamalak konuşmalarımdan, ağzımdan çıkan Semo sözcüğü çevremizdeki etkisini arttırıyordu. Semo aşağı Semo yukarı adı böyle kaldı sanki kimse onun adının semaver olduğunu anımsamıyordu.
Belleğimin kapısı aralandı, sanki o güzel günleri canlı canlı yaşıyormuşum hissi uyandı. Her yıl Nevruz sonrası Hidrellez günlerinde karşı köyün kalaycıları mahalleye bakır kalaylamaya gelir, bir iki hafta konaklarlardı. Zaman zaman dilenmeye de gelen bu neşeli topluluğa daha insani davranmamız için annem, Erkeği Köçek Mehmet‘i babamız, Karısı Saniye’yi de annemiz olarak bize tanıtıyordu. Şakayla bizi bir kapak una aldığını, yaramazlık yaparsak unu geri alıp bizi verebileceğini söyleyerek, hayal gücümüzde korkular yaratıyordu. Biz üç kardeşler de bu kişiler geldiğinde hem evdeki ekmeğin en tazelerinden, varsa annemizin yaptığı yeni börek; kek, çöreklerden verirdik ki mutlu olsunlar, evlatlarının güzel bakıldığından şüphe etmesinler, gözleri arkada kalmasın.
Annem kalaycılara her iki yılda bir Semo’yu parlatmaya verirdi. Yani kısa sürede annemle Semo günlük deyimle kanka olmuşlardı. Bütün mahallenin imrenerek göz süzmesi de annemin gözünde değerinin ayrıca artmasına neden oluyordu. Hele evimizin önünde taşlık dediğimiz balkonvari alanda hazırlanan çay servislerinde, komşularımızdan Pomak Hatçe, Kara Nermin, Behiye Teyze ve Esma Gı‘nın gözlerinde hissettiği mutluluk, annemle ilişkilerinin boyutlarını uzun süre birbirlerinden ayrılamayacak duruma getiriyordu.
Belleği biraz karıştırınca siyah beyaz da olsa hatıralar, sevgili Semo ne güzel günlerimize şahit olmuştu. Ablamların istenme merasimleri, söz, nişan ve düğünleri, hatta benim iki gece süren sünnet düğünümü de. Bütün heybetiyle şimdi yeniden canlı kanlı yaşıyor gibi hissediyorum. Bana yapılan düğün yatağının kar gibi kırlentleri ve canlı renkli oyaları, tüm mahallelinin nasıl da beğenisini kazanmıştı.
Üniversite sonucumu Postacı Orhan abinin, elinde bir zarfla getirdiğinde ailenin çılgınca sevinci aklıma geldikçe içimi hüzün, sevinç, gidip gelen duygulanımlar kaplar. Aslında bilmiyorduk ki bu zarf geleceğimi bembeyaz ufuklara açarken, geçmişimi gri bir fotoğraf karesine hapsedecek. Kariyerim, ailem, mini mini bebelerimle şu ana değin bir kez olsun Sevgili Semo‘yu düşünmediğimi düşününce biraz utanıyorum. Gözlerimden isteksiz, farkında olmaksızın süzülen iki damla yaş tuzunu dudaklarımda bırakarak beni hayatta kalmaya zorluyor. Dile kolay Semo‘yla on beş yıllık birlikteliğimize bir elveda dokunuşu dahi yapmadan apar topar kendi geleceğime koşma bencilliğimi aklıma getirdikçe gözlerimi ondan kaçırıyorum.
Onunla bu son karşılaşmamız benim ona olan vefa borcumu ödeme fırsatı verdiğinden neredeyse annemin ölümüne sevineceğim diye bir sözü içimden geçerken yakaladığımda, döşüme bir yumruk atasım geldi. Son ayrılışta yaptığım vefasızlığı unutturabilmek, ölünceye değin salonumun masasında eskisi gibi işlevsel kullanamasam da bir aksesuar olarak var etmek, biraz olsun ruhumun acısını hafifletecektir düşüncesindeyim.
Bu andan itibaren yine eski günlerdeki gibi her gün dokunduğum, dertleştiğim bir dostumun evimin salonunda var olacağı düşüncesi beni oldukça kıvandırdı. Umarım sevgili karıcığım bu aşkımızı kıskanmaz. Onunla bir daha hiç ayrılmamak üzere başlayacak bu birlikteliğimizi ablamlara söylediğimde şaşırdılar. Evden annemi anımsatacak hiç bir eşya almayacağımı Semo’nun bana yeterli olacağını bildirdim.