Çocukluğundan beri el becerisi çok iyiydi. Yaşıtları oyuncaklarla oynarken, o doğadan topladığı taşlarla, sopalarla, toprakla, ağaç yapraklarıyla, suyla, bulduğu türlü cisimlerle hayal gücünü kullanarak yeni malzemeler oluştururdu. Adı gibi özgün olurdu yaptığı herşey. Yaptıkları hem çok estetik görünürdü hem de hayatı kolaylaştırıdı. Ailesinin maddi imkansızlıkları nedeniyle liseden sonra okuyamadı. Yeteneği nedeniyle de hem de evin geçimine katkıda bulunmak için daha orta okulu bitirmeden marangozun yanına çırak verdiler. Hiç şikayet etmedi. Bir yandan okuyor, bir yandan yeteneklerini geliştiriyordu. Her zaman çok cesur, tuttuğunu koparan, düşündüklerini dürüstçe söyleyen, insanları kırmamak için elinden geleni yapan, haksızlık kendine yapılmasa da hep doğrunun yanında olan ve haklı tarafı savunan, onuru için yaşayan, çalışkan, fikirlerini saygı çerçevesinde söylemekten geri durmayan, özgüvenli biri olmuştu. Önce hafta sonları ve tatillerde gittiği marangoz, liseyi bitirdikten sonra daimi iş yeri haline gelmişti. Yirmi beş yaşında gencecik bir delikanlı olmasına rağmen usta olmuştu. Diğer bütün çalışanlar ona sorar, danışır, onun fikirlerine çok önem verirlerdi.
Özgün o gün sabah erkenden çıkmıştı evden. Yürüyerek gidiyordu işine. Sıcak bir yaz günüydü. Erkenden işinin başına geçmişti. Marangozun hemen yanında yaptıkları eşyaların sergilendiği ve satıldığı bir bölme vardı. İşler gittikçe büyüyordu. Özgün’den sonra arka arkaya Adil, Erdem, Onur, Cesur, Mülayim, İmdat, Döndü, Coşkun da girdiler kapıdan.
Herkese “Günaydın” dedikten sonra Korkut Emir Bey’in odasının boş olduğunu gören Özgün söze girdi.
“Patron nerede?”
“Kapının önünde sohbet ediyor, görmedin mi?” dedi Adil.
“Ben geçerken yoktu.”
“O gülüp oynayarak sohbet ettikleri onu ancak vitrinden görürler. Hepsiyle ya çıkarı var ya da sadece muhabbeti. O da yüzeysel. Bize sorsunlar gerçek yüzünü. Neyse ki içlerinde onun gerçek yüzünü bilen güzel, adil, iyi yürekli insanlar var. Yine her zamanki gibi gerçekleri yok sayma peşindesin be Mülayim. Aç artık gözlerini.”
Özgün kapıda konuşan Korkut Emir Bey’e dikmişti gözlerini. İyi bir gözlemciydi. Ses tonu, mimikleri, hareketleri, söyledikleri ne kadar sahte diye düşündü. Gerçek yüzünü bilmeyenler onu çok mutlu, keyifli, çalışanlarına karşı çok iyi bir patron, vicdanlı, çalışkan, başarılı diye biliyor. Oysa gerçekler çok başka. İnsanlar neden böyle diye düşünmekten kendini alamadı.
Korkut Emir Bey neşe içinde konuşmasını bitirdikten sonra kaşları çatık, mimikleri tamamen katılaşmış, ayak sesleri daha kapının başından duyularak içeri girdi. “Günaydın” derken sesi bile kalınlaşmıştı. Hızlıca odasına geçti.
“O maske gibi yüzüne geçirdiği tebessümü bile sahte. Ses tonu bile kalınlaşıyor bizimle konuşurken. Ezmek için böyle yapması lazım çünkü. Adam ezdikçe mutlu oluyor, haz alıyor. Sorsan dünyanın en babacanı ama.”
Erdem konuşurken uzaktan Döndü’nün geldiğini gördü ve sustu. “Ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Bir bakarsın burada bizden daha çok sövüyor adama bir bakarsın nasıl yanlamış, bir de bizi gammazlıyor. Rüzgar nereden eserse. Hayatımda daha dalkavuk olanını az gördüm” diye fısıldadı hemen yanında oturan Cesur’a.
Konuşmalar kesildi. Sadece çekiç, tahta, makine sesleri aldı insan seslerinin yerini. Heryer buram buram ahşap, boya kokuyordu. Bir piyanist için piyano tuşlarının sesinin, ressam için boyaların, bahçıvan için güllerin kokusunun, şarkıcı için sahnenin, yazar için kitapların kokusunun büyüsü neyse Özgün için ahşap kokularının, makinelerin, aletlerinin seslerinin büyüsü ve hazzı da öyleydi. Dansçılar müziğin ritmine nasıl gözlerini kapatıp onları izleyenler yoklarmışçasına notalara kendilerini bırakıyorsa o da öyle bırakıyordu kendini yaratıcılığının akışına, hayal gücünün ellerine akıp oluşturduklarına. Zaman zaman arkadaşları onu izlerlerdi. Farkında bile olmazdı kendinden geçtiği için. Yine herkesin yaptığından farklı eşyalar, nesneler üretmişti rengarenk, hepsi birbirinden özgün. Yaptıklarının o marangozda eşi benzeri yoktu. Başka hiçbir yerde görülmeyen, farklı çeşit çeşit birbirinden güzel eserler ortaya çıkarmıştı. En çok onun yaptıkları satılıyordu. Sergide en çok ilgiyi de onun yaptıkları görüyordu. Korkut Emir Bey bu durumdan memnun görünse de aralarında çoğunlukla fikir ayrılıkları vardı.
“Özgün, odama gelir misin?” cümlesiyle sessizlik bozuldu. Özgün, Korkut Emir Bey’in odasına gitti, karşısına oturdu.
“Bakıyorum yine rengarenk, değişik değişik şeyler yapıyorsun. Oysa ben sana ne istediğimi söylemiştim. Hangi şekilde yapman gerektiğini de söylemiştim. Neredeler?”
“Dediğiniz şekilde birkaç tane yaptım. Yapıldığından beri dışarıda duruyor, uzun süredir satılmadı. Onlar satılınca yine yaparım. Bu yaptıklarım ise anında...”
“Yorumunu sormadım. Farklılıklara, yaptığın işe, sana saygım var. Ama söylediklerimin dışına çıkıyorsun.”
“Cümlemi bitirmeme bile izin vermediniz. İzin verin anlatayım.”
“Diyeceğimi dedim. İstediğim bu değil.”
“Diyeceğimi dedim. İstediğim bu değil.” “Yaptıklarım anında satılıyor, çok beğeniliyor, herkes memnun. İstekleriniz elbette önemli. Orta yolu bulmaya çalışıyoruz. Ayrıca bu farklılıkları yapınca, çeşitlilik oldukça herşey birbirini tamamlıyor aslında. Yoksa çok tek düze oluyor herşey. Bu kadar iyi giderken yapmamak haksızlık olur, hepimize.”
“İlla karşı çıkacaksınız. Adalet hep çok önemli senin için. Dürüst olacaksın illa ki. Düşündüklerini söylemek zorunda değilsin. Biraz daha eğil, bükül şöyle. Korkma birşey kaybetmezsin, aksine kazanırsın. Ama böyle giderse daha çok kaybedeceksin.”
“Şu anda kaybetmiş gibi görünsem de aslında hayatta kazanırım merak etmeyin. Evet adalet, vicdan, insanlık, dürüstlük, değerlerim, ilkelerim, yaptığım işe saygım hep çok önemli oldu. Öyle olmaya da devam edecek. Vicdanım rahat, bu yaptığım çeşit çeşit bütün eşyaların arkasındayım. Yaparken aldığım manevi haz, kendime saygım, çok başarılı olmam ve hepsinin kabul görmesi, beğeniyle satılması, hepimize katkısı da ortada. Sorun ne anlamıyorum?”
“Sorun benim istediğim gibi olmaması hiçbir şeyin. Bana karşı gelmeniz. Ben mutlu değilim böyle anladınız mı?”
“Korkut Emir Bey istediklerinizi de yaptım, yine yaparım az önce belirttiğim şekilde. Ama asıl olması gerekeni, farklı olanı bırakıp dediğiniz gibi yaparsam hepimiz zararlı çıkacağız.”
“Satılmasını bekleme, yap. Güvende hissetmiyorum kendimi böyle. Otoritemi yerle bir ediyorsunuz.”
“Peki birkaç tane daha yaparım.”
“Bugün sadece dediklerime çalış.”
Özgün sakinliğini ve nezaketini bozmadan odadan çıktı. Ancak eli ayağı titriyordu. Arkadaşları anladılar birşeylerin yolunda gitmediğinin. Sabahtan beri neşeyle yaptığı işi burnundan gelmeye başlamıştı. Odağı kayboldu. Korkut Emir Bey’in dediklerini yapmaya başladı.
Odaya çağrılma sırası Adil’e gelmişti.
“O genci işten çıkardım çünkü haklıyım. Beğenmiyorsa gidecek, adam mı yok bana? Konuşmuşsun onunla. Ona hak vermişsin, yetmemiş akıl vermişsin.”
“Çünkü haklı. Hasta olmuş üzüntüden. Buna hakkımız yok ki. Hep birlikte huzur içinde çalışarak çok daha başarılı oluruz.”
“Sen doktor musun yoksa barış elçisisi misin? Sana mı kaldı? Üzerine vazife olmayan işlere karışma. Yanında Cesur ile Özgün de varmış. Bu konuyu tek konuşmak istedim. Onlarla da ayrıca konuşacağım. Onlar da böyle her olayda müdahil oluyorlar. Siz isyan mı çıkarıyorsunuz benim başıma?”
“Bu isyan değil Korkut Emir Bey. Bir haksızlık yapıldı ve destek olmaya çalıştık.”
“Ben anlamam. Bir de şu Erdem çok sessiz değil mi ya? Nasıl sence?”
“Çok yetenekli. Çok güzel eşyalar üretiyor. Efendi, ahlaklı, saygılı, çok çalışkan ve iyi bir insan. Bırakalım sakin sessiz olsun o da. Herkesin bir yaradılışı, doğası var.”
“Beklentimi alamıyorum. O coşkuyu göremiyorum, beklediğim tepkiler yok.”
“Bir elin beş parmağı, iki kardeş bile aynı değil. Olmasın da. Çeşitlilik iyidir. Denge öyle sağlanıyor. Asıl tehlike herkesin birbirine benzediği ve tek tip olduğunda belirir. Bırakalım o da öyle kalsın, herkes kendi gibi olsun.”
“Çeşitlilik olsun zaten de. Kabahat sana soranda yahu. Tamam ben Döndü ve Coşkun ile de konuşurum. Bakalım onlar ne düşünüyor”
Adil odadan çıkarken Mülayim’in çalışırken söylendiğini duydu.
“Neyin var? Ne oldu?”
“Olmayacak şeyi istedi. Hem yetişmez, hem yapsam da faydası yok. Bıktım.”
“Söyledin mi fikirlerini? Bu yaptığının koca bir zaman kaybı olduğunu?”
“Söylemedim. Ne uğraşacağım? Böyle gelmiş böyle gider bu düzen. Umudum yok benim bir şeylerin düzeleceğinden.”
“Ama en çok sen şikayet ediyorsun. Hepimizin başının etini yiyorsun. Her söyleneni de koyun gibi yapıyorsun.”
“Olsun, başım ağrımasın. “
“Ulan başın ağrıyor ki en çok sen mızmızlanıyorsun. Madem düzeleceğine inancın yok ve sesini çıkarmıyorsun o zaman bir daha şikayet de etme. Bizi de şişirme. Ya da derdini git açık açık söyle. Korkmayın be bu kadar. Az duruşunuz olsun.”
Adil sigara içmeye dışarı çıktı. Öyle sinirlenmişti ki sigarayı içmiyor adeta yiyordu.
Çalıştıkları alan Korkut Emir Bey’in “Erdem odama” sözleriyle inledi.
“Malzemeleri aldım. Fazla demişsin, iade etmişsin. Adamların parasını ödemiştim. Ne karışıyorsun?”
“Fazla çünkü. Hepsi çöp olacak. Yazık günah değil mi? Yanlış iş yapılacaktı, vicdanım rahat etmedi.”
“Hay sizin vicdanınıza. Doğrucu Davutlar benim başımda. Ben almışım, bir şekilde hallederim diyorum, neyini sorguluyorsunuz?”
“Elden çıkaramazsak hepimiz zarar edeceğiz. Göz göre göre yanlışı kabul edemiyorum. Biz burayı ekmek teknemiz, emanetimiz olarak görüyoruz. Patron sizsiniz elbette ama hepimiz işimizde uzmanız. Madem buradayız işimizi doğru yapalım.”
Korkut Emir Bey söylene söylene odasından çıktı. Dükkandaki makinelerin, aletlerin yarısından çoğunu masasına toplayan Coşkun’un yanına gitti. Coşkun yaptıklarını büyük bir hevesle, abartılı el kol hareketleriyle, Korkut Emir Bey’i överek anlattı.
“Aferin, çok iyi gidiyorsun, çok memnunum senden” dedi sırtını sıvazlayarak.
Çalışmasına ara veren Özgün Erdem’e fısıldadı.
“Coşkun bir haftadır o iki dümdüz ve bir işe yaramayan ne olduğu belirsiz şeyleri yaptı. Ve öyle bir anlattı ki, burada olmasak biz bile inanacağız. Ve adam bunu bile bile aferin diyor.”
O sırada İmdat telaşla yanlarına geldi.
“Korkut Emir Bey kesme makinesinde büyük sorun var. Bittik, ölelim daha iyi. Acil yardım lazım.”
“Neden kimse yardım etmiyor? Koşun derhal İmdat’a yardım edin.”
Cesur atıldı.
“Durumdan haberdarız. Çok basit bir arızaydı, çözülüyor. Merak etmeyin.”
“Ben anlamam. Adam yalan mı söylüyor? Aferin İmdat hep böyle ol, uyarılarına devam et.”
Sigarayı içip gelen Adil söze girdi.
“Delirtecekler. Gerçekleri söylüyoruz. Ortada büyük bir sorun varsa anlatıyoruz. Yemediğimiz laf kalmıyor söyledik diye. Adam olanı bin katarak anlatıyor, hallettik diyoruz, yine onun dediği kabul görüyor. Coşkun haftalarca aynı şeyi yapıp büyüterek anlatıyor. O yine bir tane de olsa yapıyor ya Döndü hiçbir şey yapmıyor, üretmiyor. Aslında çok şey yapıyor da alanı başka. Neyse.. Böyle düzene...”
Bu sözleri duyan Özgün, Cesur ve Onur çaresiz gözlerle bakışarak onayladılar arkadaşlarının dediklerini. Döndü ise hepsinin yanına sırayla gidiyor ve onlardan daha çok şikayet ederek “Haklısınız” diyor hatta hiçbirinin söylemediği en ağır lafları söylüyordu patrona.
Korkut Emir Bey bağırıp çağırmasını bitirdikten sonra Döndü’ye seslendi.
“Hadi dışarı çıkıyoruz.”
Baş başa kaldıklarında Döndü söze girdi.
“Hepsi ayrı havalarda. Burada bir düzen var, herkes ona uyacak. Bunlar bozuyor. Neymiş doğru bildiklerini söyleyip, doğru şekilde icraat yapacaklarmış. Hep söylüyorum onlara da. Size karşı gelemezler. Sizin gibi patronu hiçbir yerde bulamayız. Bakın anlatayım bugün hakkınızda neler dediler, burada neler oldu neler..”
Korkut Emir Bey saatler sonra dükkana geri döndüğünde soluğu Özgün’ün yanında aldı. Özgün satış alanındaydı. Severek yaptığı her şey satılmıştı. Masanın üzeri Korkut Emir Bey’in istedikleriyle doluydu.
“Bunlar çok kötü olmuş. Ve hala satılmamış. Neden?”
“Siz çok sayıda bunlardan istediniz ya. Ben her biri farklı bir sürü nesneyle çalışıyorum biliyorsunuz.”
Tam içeri girecekken birkaç kişinin Özgün’e Dursun diye seslendiğini duydu.
“Bunlar neden Dursun diyorlar sana? Adın Özgün senin. Hayırdır?”
“Çünkü buraya gelen insanlara adım Dursun dedim. Haksızlık, saygısızlık, yalakalık, mutsuzluk, zorbalık, riya, sahtelik, “düzen” adı altındaki bu garip anormal düzensizlik, kötü olan ne varsa dursun diye. Beni, Onur’u, Erdem’i, Cesur’u, Adil’i, bura için çırpınan hepimizi, hatta her dediğinizi yapan ama yine de yaranamayan Mülayim’i, ortada sorun olmasa da hepimizi boşuna ayağa kaldıran, size hoş gelen İmdat’ı da dahil etsek, hepimizi toplasak bir Coşkun ile Döndü etmedik çünkü. Özgün olarak beğenilmedim Dursun olarak kabul görürüm belki. Ya da tamamen dururum. Siz de artık Dursun diyin de ağzınız alışsın.”